Evet! Hep yazdık ve galiba da hep yazıp duracağız!... Çünkü, bizler gerçeklere değil, inanmak istediklerimize inanır ve onu körü körüne savunuruz... 
Bir Parti Başkanı bir hikmet buyurmuş ve enteresan bulduğum için makaleme konu edinmiştim. Beyefendi şöyle buyurmuşlardı: (Pazar günleri kravat takmayın!) 
Bendeniz de, gazetede okuduğum o eksantrik haberden sonra uzun zamandır kravat kullanmadığım hâlde, kendi kendime karar alarak Pazar günleri kravat takmaya başladım. 
Halbuki, gençlik yıllarımın İstanbul’unda bir halk tekerlemesi vardı: (Cuma-Pazar Sazımız, hafta içi hokkabaz var!) derlerdi. Düşünüyorum da acaba o yıllardan günümüze malûm köprülerin altından ne gibi sular geçti ki, iş bu noktalara geldi?... 
İslam dünyasında, Hz.İsa Aleyhi’s-selâm Efendimiz hakkında Kur’ân-ı Kerim’de aleyhinde tek bir kelime yazılmış değildir. Tam aksi Peygamberliği kabul buyurulmuştur. Hal böyle iken, o aziz peygambere inananlara kâfir, gavûr, diyerek, Hıristiyanlık dinine hakaret etmek kimin haddinedir, söylenebilir mi?... 
Ama söylenebiliyor ve de ayrıca “Pazar günleri kravat takılmaması” isteniyor?!... İnsan hak ve hürriyetini temelden savunan(!) ve de her daim “Demokrasi”den dem vuranlar, bugün kalkmış nelerden söz ediyorlar?!... Bir sefer, “Kravat Hıristiyanlığın sembolü değildir.” O hâlde bu gayret niye!... 
Bu düşüncenin altında yatan hakikat ise şudur: (Yarın günlerden ne? Pazar. Peki yarın ne olur? Cevap şudur: Gâvurlar azar!) 
Görülüyor ki, o pek bilirimci parti başkanları da her fani gibi aldanmaya, aldatılmaya ve de maşa gibi kullanılmaya elverişlidir. Şayet öyle olmasaydı, böylesine çirkin bir gaf yapılmazdı!... 
Gelelim gazetelerin magazin sahifelerine. Hemen her sayıda sözde aktrist veya jön şımarık yaşantılarını halkımızın önüne seriyor ve böylece bir çok körpecik kızımız ve oğlumuz, böylesi seviyesiz yaşantılara özenerek onların tuttukları karanlık yola gözü kapalı dalmaktadırlar... 
Bizler sadece aşırı hız kazaları ile cinayet haberleri dışında herhangi bilgi edinememekteyiz!... Çünkü bizlere lütfen sunulan bunlardır ve de iç karartıcı haberlerden müteşekkildir!... Sabahları işe ve okula giden gençlerimizin adeta cenaze evinden çıkmış gibi suratlarının bir karış oluşu, en ziyade TV’lerdeki dizilerden kaynaklanmış olduğunu hiç düşünmeden söyleyebiliriz!... 
Yerli dizi filmlerin başlıca senaryo malzemesi: (Gözyaşı, Hastane Yoğun Bakım, Mezarlık, Irza Tecavüz, Cinayet ve Hapishane vs.) Hangi diziye el atacak olursanız, değişik şekillerde, aynen kaydettiğimiz malzemelerden müteşekkil senaryolardan ibarettir. 
Bar, diskotek, kafeterya gibi müesseseler ise, gençlerimizin en tabii uğrak yerleridir. Diz ve baldır hanesine yakın yırtıklar, kulağa takılan küpeler, burun hanesine takılan halkalar vs. gençlerimizi asıl kişiliklerinden uzaklaştırmakta ve birer ucube görünümü içinde, traşı gelmiş, saçları kız saçları gibi uzamış gerçekten tabiat garibeleri misali, sözde “Türk gençleri” olarak boy göstermektedirler!... 
Hele o TV-Reklamlarında görünen aptal tipli genç erkekler ve onlarla oynaşan genç kızlarımızın takındıkları tavır ve bilhassa onlarla olan aşk münasebetleri ve sözde yaşanan “boem hayat” ürünü hareketler bir diğerini izlerken, Gerçek Türk Kızı ve Erkeğini bulabilmenize adeta imkân kalmamıştır?... Dahası var: “İstanbul Sanat Etkinliklerinde” teşhir edilen “don hırsızı” adlı bir yapım, bir komedyenin dikkatini çekmiş ve espri olsun diye: (Sanatın içini doldurmak lazım) demiş!.. Orada bulunanlar ise basmışlar kahkahayı... 
Halbuki, komedyenimizin bu sözü sarf ederken, öyle sanıyoruz ki, espriden ziyade, bir acı gerçeğe parmak basmış. Çünkü, bizler hemen her gün san’atın içini doldurmaktayız!... 
Gazi Hazretleri şayet bu günleri görmüş olabilseydiler; Kıyafet konusu başta olmak üzere, bu durumlara acaba ne derlerdi?... 
GELELİM GÜNLÜK YAŞANTIMIZA KARIŞAN MUHTELİF VAK’ALARA...
Hemen, hemen gün geçmiyor ki, muhtelif sebeplerden dolayı cinayet işlenmesin, yuvalar yıkılmasın, evlâtlar öksüz kalmasın, dükkânlar soyulmasın, aşırı sür’at yüzünden trafik kazaları olmasın, adına maganda denen insan müsveddesi yaratıklar bir can almasın... 
“Trafik canavarı” imiş! Ne canavarı be, bal gibi insan. Yanî “Otoban katili” 
Kadınlarımızı, kızlarımızı taciz edenler, karısını döven kocalar vs. böylesi iç karartıcı haberleri TV’den veya gazetelerden öğrendiğimizde, en azından bir insan olmanın verdiği üzüntü ve bilhassa “erkeklerin” hemcinsleri yüzünden duydukları karmaşık hissiyat!.. Hemen her aklı başında erkeğin böylesi durumlar karşısında susmayı tercih etmelerinde bir tek faktör mevcuttur: “böylesi konularda yaya kalabilme korkusu!” 
Niçin yaya kalır? Yaya kalır çünkü, 21’inci asrın gündeminde “Kadın hakları” konusu ağır basmakta ve böylece icap ederse, erkek bir şekilde susturulmaktadır! Bu nasıl olur şöyle olur; (Adam eski kafalıdır, kadın düşmanıdır!...) gibi yakıştırmalar harekete geçirilince, siz yaya kalır ve bilhassa suçlunun ortağı durumuna düşebilirsiniz. Çünkü, “görüntülü ve yazılı basın” doğrudan kadınların saflarında yer alacak ve sizi adeta çiğnetecektir!... 
Bendeniz, bu konuyu tadında bırakmak istiyor ve bir vatandaşlık görevi olarak şu tavsiyede bulunuyorum: 
Hemen her meselede şuurlu ve mantıklı olabilmeliyiz ve böylesi konularda, hislerimize değil, mantığımızla hareket etmesini bilmeliyiz! 
Kadınlarımız ve kızlarımız, çağdaş giyime ayak uydurmak istiyorlarsa; aşırı dekolteden uzak kalmalıdırlar. Zira, günümüzde İstanbul dahil, büyük şehirlerde ikamet edenlerin çoğunluğu taşra insanıdır. Değil şehirli kadının dekoltesini, kendi karısının dahi mahrem yerlerine yakın mesafeleri asla görebilmiş değildir. Günümüzün şehirli kadını ise, maşallah hemen her yerini cömertçe teşhir edebilmektedir ve de böylesi bir dilbere bakacak olsanız, en azından “göz tacizinden” suçlu(!) sayılabilirsiniz!... 
Benim şahsen alâkadar olduğum bu hususlar, sıradan meseleler olmayıp, toplumumuzun bizzat ilgilenilmesi icap eden tedaviye muhtaç bir yarasıdır ve bu yara bizim insanımızı tehlikeli şekilde kendinden uzaklaştırmakta ve bizler her geçen gün, biz olmaktan çıkmaktayız. 
Kadınımız Parlamento’da başörtüsü taksın mı, takmasın mı, pantolon giysin mi, giymesin mi? İşte günümüzdeki parlamentomuzun alakadar olduğu(!) başlıca konulardan birisi?!.. Şimdi bir de “karma talebe yurdu” problemi ilâve edildi!.. Ana-muhalefet Partisi Başkanı ile İktidar Partisi Başkanı arasındaki sözlü düello ise, hemen her günkü olağan konulardandır ve zaten bu çatışma konusu son bulacak olursa, herhâlde parlamentomuzun ciddi bir meselesi(!) kalmayacaktır!..
Ülkemizin muhalefet partileri’nin başlıca meselelerinin sadece tenkitten ibaret olmadığını ne zaman öğreneceğiz!.. Şayet iktidar başarılı bir hizmet verebilmiş ise, onu tenkit yerine taktir ve destek verilmesi, muhalefete daha ziyade olumlu puan kazandırabileceği hiç düşünülmüş müdür?... 
Sıra görüntülü ve yazılı basın’a gelince. Ülkemizde zuhur eden muhtelif olayları sadece magazin açısından değerlendirdikleri için, halkımız asıl üzerinde durulması icap eden konular hakkında bilgi edinememekte ve böylece ülkemizin nasıl bir ortam içinde bulunduğu hakkında malûmatı olmadığı için, kendi imkânları içinde ve biraz da malûm “fısıltı gazetesi” kanalı ile bilgilendiği için, gerçeklerden uzak yaşamaya mahkûm olmaktadır!.. 
Şimdi soruyoruz: “Ülkemizin parlamenterleri istikbal için hiç de olumlu görüntüler sergilenmediği günümüz Türkiye’sinden, bütün bunlara rağmen huzurlu yarınlar bekleyebilmektemidirler?...”
Kadınlarımızın başörtüleri, normal görünümde olunca niçin problem olsun. Keza, Kız-Erkek karma yurtlar, sakıncalı mıdır? Evet sakıncalıdır. Eskilerin meşhur bir yorumu şöyle der: “ATEŞ İLE BARUT BİR ARADA DURMAZ!” Efendim hangi çağda yaşıyoruz!... deyimi de bu konuda geçerli değildir. Çünkü, hangi çağ olursa olsun, cinsi duygular varlığını sürdürür. Çünkü bu duygu insanoğluyla birlikte doğar ve ileri yaşlara kadar varlığını sürdürür.. 
Şayet bu konuda başka düşünceler uygulama sahasına sürülmek isteniyor ve “Kız-Erkek” ayırımına son verebilmek için çareler aranıyor ve de mezkûr yurtlar kobay görevi yapıyorsa, bizim bu konuda bir diyeceğimiz olamaz. Zira, bu “Tıbbi bir konudur” bizi aşar!.. Ancak, böyle bir çalışmanın olmadığından emin olduğumuz için konuya parmak basmayı, “millî bir görev” ad etmekteyiz!... 
“Karma Yurtlar” ülkemizin yeni nesilleri babında en azından tıbbi açıdan tehlike arz eder inancındayız. Dolayısıyla Parlamentomuzun bu meseleyi siyasî matah olarak ele almadan, müşterek bir çalışmayla ortadan kaldırmayı hedef almalıdır. 
Dış siyasetimize gelince. Soydaşımız Azeriler, günümüz Ermenistan’ı ile, yakın ilişkiler içinde, dostane komşuluk münasebetleri kurmamızı kattiyen istememekte olduğundan, Ermenistan ile dostane ilişkiler kuramamaktayız. Ancak, Azerbaycan’ın, Federal Rusya ile yakın münasebetler içinde bulunduğu bizlerin haricinde herkesçe bilinmektedir!.. Ne denir, inşallah zaman içinde gerçekleri bizler de görebiliriz de Türkiye-Ermenistan problemi kendiliğinden çözülebilir!... 
ABD’nin, bütün bu durumları yakından izlemekte olduğunu bilmek için, müneccim olmaya lüzum yoktur. Türkiye’yi kazanmış ve müttefiki olarak safına alabilmiş bulunan ABD, böylece; Azeri-Rus münasebetlerinde ne gibi taktikler uygulandığını da bilmekten yoksun değildi. Zira, Azeriler, “millî varlıklarının” garantide olabilmesinin ABD’nin dostluğu ile mümkün olabileceğini iyi biliyor ve bu sebeple “ikili oynamayı” uygun buluyordu. 
Federal Rusya’ya gelince, onlar bu durumdan memnundu ve Ermenistan kozunu gayet rahat değerlendirebilmekteydiler. Evet, bütün bunlar bir meçhul olmayıp, “siyaset dünyasının” bir garip cilvesi olarak varlıklarını sürdürmekte ve her devlet kendi çıkarını ön planda görebilmek gayesiyle mevcut durumlarını muhafaza etmeye çalışmaktaydı.
Devletler arası dostluk ve müttefiklik babında “Türk-Amerikan” ilişkileri ne kıratta değerlendirilmekteydi?... Meselâ, Türkiye ABD’nin dostu mu, yoksa ona sığınmış bir aciz ülke mi?.. Evet hangisi?... 
Bizim ülke idarecilerimize kalırsa, ABD, Türkiye’nin hem dostu ve hem de müttefikidir. Ama, işin aslı hiç de öyle değildi. Zira, üst düzey devlet görüşmelerinde, Amerikan Devlet Başkanı ile görüşmek için, diyemiyorum, görüşebilmek için ilk Newyork, bilahare de Washington’a gidilebilmektedir. Doğrudan, Washington’la görüşebilen ülkeler ise: İngiltere, Federal Rusya vs. gibi, süper devletler olmaktadır. 
Türkiye toprakları doğu ve batı ekseninde köprü vazifesi yapabilen stratejik bir mevkii kapsamaktadır. Bu durumu görebilen devletler ise, meseleye bu açıdan eğildiğinden, Türkiye’ye tamamen kendi saflarına çekebilmenin hesapları içinde, hareket etmekte ve de mümkün mertebe tavizli hareket etmektedirler. 
Bütün bu durumları A’dan, Z’ye iyi bilen Türkiye İdarecileri, iç siyasette bir nevi propaganda silâhı olarak değerlendirmektedirler ki, bu durum hiç de şık bir hareket değildir. İktidar Partisi ile Ana-muhalefet Partisi’nin müşterek hareket ederek, mevcut durumu Türk milletine bir bütün olarak sunmakla, en akılcı işi yaparlar inancındayım. Zira, doğruyu öğrenen, ülkemizin içinde bulunduğu zor durumdan ancak ve ancak “Millî bütünlükle” kurtulabileceğine inandığı an, Türkiye, ABD Devlet Başkanı ile görüşmek istediğinde, hiç şüphe edilmesin ilk Washington’da kabul görecek ve bilahare o da kendi arzu ederse, Newyork ile görüşebileceği mertebeye erişecektir!... Hiç mi hiç unutulmasın, Çanak-Kâle’de muazzam düşman armadasına kök söktüren, bu güç tü, yânî; “Millî Birlik ve Beraberlik”. 
Ülke içi politika, hemen hiçbir devlete hayırlı yarınlar sunmamıştır. İktidar ve muhalefet münasebetleri, yıkıcı değil, yapıcı olmalı ve iktidar olmanın özelliği “iktidar nöbeti” şeklinde yorumlanmalıdır. 
Hemen hiçbir alanda, yabancı yardımına ihtiyaç hissetmemeliyiz! Futbolumuzda “Zenci oyuncuları” değil, kendi oyuncularımızı ön planda görmeliyiz!.. 
Saygıdeğer okuyucularım! Yüce Önderimiz Gazi Hazretleri’ni yitirişimizin, 75’inci yılında yüce varlıklarını anma yazımı bir süre ertelemeyi daha münasip gördüm. Dolayısıyla eşsiz insanı önümüzdeki yazımda anacak ve siz değerli okuyucularıma ayrı bir açıdan takdimle, elimden geldiğince asıl değeri üzerinde duracağım. 
Dolayısıyla yeni yazımda buluşabilmek dileğimle, cümlenize hayırlı tatiller diliyorum efendim.