Evet, her beyanat bizleri düşündürmektedir, hem de derinden?... 

Ülkemizin ekonomik durumu, sosyal faaliyetlerimiz ve Milletimizin içinde bulunduğu keşmekeş durum ve sayın Büyüklerimizin dış ülkelerde bilhassa yabancı Medya’nın istifade edebileceği cinsten militarist beyanatlar, Türkiye’mizin yarınlarına neler hazırlar bilinemez?... 

Özetle “dünlerde biz sizlere muhtaçtık, bugün ise sizler ekonomik kriz içinde kıvranmaktasınız. Şayet sizlerin işe ihtiyacı varsa: sizlere iş kapısı olabilecek, yükselen büyük bir Türkiye var!” diyerek de, adeta böbürleniyoruz!... 

Biz AB’ye girmeye hazırız, asıl, AB Türkiye’yi kabule hazır mı?... Suallerini soruyoruz!... Bütün bunlara, Avrupa Birliği ne cevap vermiş ise, bunun hakında hemen hiçbir malumatımız yoktur. Çünkü, sayın Büyüklerimiz bu hususta bizleri aydınlatmış değillerdir?.. 

Diyoruz ki: “Endülis’ten Osmanlı’ya, Anadolu’dan kutsal yürüyüşle Avrupa’ya ezanla serpiştirdiği Camiler mutlaka korunacaktır. İnşallah diyoruz. Ancak, Endülis’ten, İslâm hâkimiyetine yardımcı olduğu için İspanya tarafından kovulup Osmanlı’ya sığınan Yahudiler, Osmanlı’yı yıkarak, Filistin’i ele geçirdikten sonra, bizleri unutmuş ve ABD müttefikliğine mecbur bıraktıktan sonra, Dünya milletleri camiasındaki yerimiz, belirsizlik içine girmişti. Evet, ABD Blokunda ABD’nin müttefiki konumunu sergilemekteydik, ama, Demokles’in kılıcı gibi tepemizde salladıkları Sovyet Rusya belâsını göstererek, çoğu meselemizde kendi başımıza karar alabilmemizi önlemekteydiler ki, hâlâ bu durum tercihen devam etmektedir. Şu bir gerçektir ki; 1965’lerde ABD Bahriyelilerine “Defolun!” diye haykıran gençlerimiz, bizlere Sovyet yanlısı militanlar olarak tanıtılmıştır. Öyle miydi, değil miydi? Meselenin o yönü bir yana. Zaman içinde, Türkiye’de yeni bir zümre belirmişti ve bunların günümüzde de mevcut olmaları muhtemel “Amerikan Komünistleri” idi. 

Bizler, Avrupa’dan menfi bir ses çıktı mı; derakap cephe alıp, umum Avrupa’ya veryansın etmekteyiz!.. Hele söz konusu olan ülke Almanya ise; aramızdaki dostluk köprülerini bir anda yıkabilecek raddeye getirmekteyiz!... 

Ve bizler, bir tek husus var ki onu bir türlü ne görmekte veya gördüğümüz halde görmemezlikten gelmekteyiz. Durum aynen şudur: II. Cihan Harbi’nin Müttefikler tarafından kazanılmasından sonra, Avrupa’ya inen “Kızıl Ordu” ile “ABD ve İngiliz” Orduları, sadece Alman Devleti’ni değil, aynı zamanda Alman Milletini esarete mahkûm etmiş ve bu mahkûmiyet günümüzde de devam etmektedir. 

Siz bakmayın, Almanya’nın hürriyetini elde ettirilerek iki Almanya’nın birleştirilmesine. Zira, Doğu Almanya farklı bir rejimle her an için tehlike teşkil etmekteydi. Günümüzde ise, o tehlike ortadan kaldırılmış ve iki Almanya’nın birleştirilmesiyle ABD hâkimiyetini sağlamlaştırılmıştır. 

Günümüzdeki Avrupa’nın çok özet bir panoramasını çizdim ve bilhassa Avrupa meselelerini bu açıdan değerlendirilmesinde daha olumlu neticeler alınabileceğini ummaktayım!.. 

Hiç kimse, boşa kürek çekmesin, asıl mesele, ABD’nin bizim Avrupa blokuna girmemizi onaylamasının söz konusu olduğunu bilmemiz hususudur!... 

Kastettiğimiz noktayı bilerek hareket etmemizde fayda vardır. Dahası, “İkinci Cihan Savaşı”nın niçin zuhur ettiğinin, Savaş boyunca nasıl entrikalar çevrildiğinin ve Adolf Hitler konusunun tam olarak anlatılıp anlatılmadığının ve de savaştan sonra, 1948’lere kadar Siyonistlerin ne gibi siyasi manevralar çevirdiklerini vs. Hemen her mesele hakkında ABD. patentli bilgilerle avunmamız, avunmamız diyorum çünkü, bizim Milletimiz yıllardır bu patentin gölgesi altında hemen her dünya meselesini adına Batı denen patent paralelinde değerlendirir olduk. Bu konuda, daha doğrusu Türkiye’nin kendi öz sesini duyurabilme çabasında. Tam bir içtenlikle harekete geçen yegane Türk, Parlamenteri ve Cumhurbaşkanı, Sayın Tayyip Erdoğan olmuştur. Ve öyle sanıyorum ki, Ana Muhalefet Partisi CHP. ve ikinci muhalefet Partisi MHP. AP’ye ve Sayın Cumhurbaşkanı’na aşırı yüklenmeleri, Türkiye’ye açıkça zarar vermektedir. Türkiye çok kritik bir dönem geçirmektedir. Böyle bir dönemde; İktidar ve muhalefet el ele çalışarak, Parlamentomuz bütünlüğünde tek el, tek yürek olmak mecburiyetindedir. 

Sayın Başbakanımız: (Müslümanlar ve Hıristiyanlar, Avrupa’da birlikte yan yana yaşayacak bunu kimse engelleyemeyecek.) 

Evet, bu gerçekten pek içten temenni edilecek bir istektir. Velâkin Avrupa’da “Hıristiyanlık” ne durumdadır? Gerçek Hıristiyanlık kalmış mıdır?... İşte bütün mesele bu noktadadır?... 

Zira, Hıristiyanlık mezheplere bölüne, bölüne çoktan kuşa dönmüştür. Dünya üzerinde (Bir-buçuk Milyar) Katolik’in mutlak lideri konumunda bulunan Papa dahi, son derece önemli siyasî bir durum zuhur etmedikçe, Papa dahi söz geçiremez. Hal böyle iken İslam, Avrupa’da kim veya kimlerle birlikte yaşamayı düşünmektedir suali, akla gelmektedir?. 

Acı da olsa, gerçek şudur ki, İslâm Ülkeleri Türkiye dahil, uzun yıllar “Hıristiyanlığı” öcü görerek, her daim cephe almışlar ve bu durumdan da “Siyonistler” alabildiğine istifade edebilmişlerdir. 

Şimdi, Sayın Başbakanımız şöyle buyurmuşlar: 

(İslâm Avrupa’nın asli dini olarak kalacaktır.)

Bu bir temennidir ve biz de İnşallah deriz. Ancak, hangi İslâm ve hangi İslâmi mezhep Avrupa’da asli din olarak kalacak?... İşte bütün mesele bu noktadadır. İslâm adına hareket ederek kendi ideolojilerini Avrupa’da söz sahibi kılmak isteyenlerin tezgâhı olamaz mı?.. 

“Hiç bu kadar bölünmedik” diyen Prof.Dr.Bardakoğlu bu hususta şöyle buyurmaktadır. Okuyalım ve düşünelim: 

(Hıristiyanlığın yaşadığı tecrübeyi dikkatle izlememiz gerekiyor. Mezhep kavgalarının toplumları nasıl parçaladığını görmeliyiz. Batı Dünyası bu parçalanmışlığın acısını yüzyıllar boyu çekti. Nihayet birlikte hareket etme konusunda ortak bir bilinç oluştu. İslâm Dünyası bunu görmeye başlamalıdır. Tarihimizin hiçbir döneminde şimdiki kadar bölünmüşlük olmadı.) 

DİN ÂLİMLERİNİN HATALARI VAR

Sual: Toplumumuzda bu sağlıklı dini bilgi, Kuran’ın doğru bilgisi yeterince önemsenmiyor mu?.. 

Cevap: Prof.Dr. Bardakoğlu: 

(İslâm Dünyasında iki türlü seçme furyasıyla karşı karşıyayız. Önce ideolojik dini gruplar on dört asırlık dini gelenek ve birikimden kendi hedeflerine uygun metinleri seçip insanları bu yönde eğitiyorlar, bu yolla kendine meşruluk sağlıyorlar. 

İkinci olarak halkımız da doğrunun ne olduğu üzerine kafa yorup bir arayışa girmekten ziyade, anlatılanlardan adeta kendi damak zevkine göre seçki yapıyorlar. 

Bir de insanımız, işine gelen, kendi hayatına fazla dokunmayan, hep ötekini suçlayan dini söylemlerden hoşlanıyor. Böyle bir ortamda ulemanın, toplum önderlerinin, aydınların, ideolojik söylemden, duygusal tepkiden uzak, prensipli, ahlaki, sorumlu ve vicdanlı davranmaları, dinin doğru bilgisi, Kuran’ın bütüncül ilke ve mesajının ne olduğu üzerinde ciddiyetle durmaları gerekiyor. Bu yeterince gerçekleşseydi, bugünün bir çok sorununu yaşamazdık.) 

Prof.Dr.Mustafa Çağıcı: 

(Televizyonlarda din adına konuşan bazılarını izlediğimde din hakkında sıradan bilgiye sahip kimselerin etkilenmemesi gerçekten de çok güç diye düşünüyorum. 

Ben bugün yaşananların birinci sorumlusunun dini bilgiyi temin edenler olduğunu düşünüyorum. 

İslâm dünyasının bir sorunu da toplumların zihnindeki din algısını eksik, kusurlu inşa eden din âlimleridir.) 

Bakınız: (24 Ocak 2015 Cumartesi – Milliyet Gazetesi) 

Yukarıda görüş ve fikirlerini kayda geçtiğimiz her iki Prof’un: (Totaliter rejimlerin, İslâm’ı hep kullandıklarını) bilhassa dikkatlere çekerek, Milletimize uyarıcı ikazlarda bulunmuşlardır!... 

“Totaliter” sözcüğünün, lügat manası şudur: 

(Demokratik hakların ve özgürlüklerin tümüyle baskı altında tutulduğu, siyasal erkin bir elde toplandığı, teröre, baskıya ve zulme dayalı (devlet yönetimi). 

Baştan beri endişelerimizin ne derece yerinde olduğunu açıkça belirten iki münevver Prof’un, aynı endişeleri taşıdıklarını bizzat kendi ifadelerinden anlamaktayız!.. 

Türkiye, şayet AB’ye katılmayı samimi olarak istiyorsa ki, istiyor. Dini yaklaşımların dışında hareket ederek, doğrudan Türk Milletinin isteğini dile getirmeye çalışmalıdır!.. 

Dünlerde biz, tahta bavullarla sizlere çalışmaya geldik, bugün ise sizlere iş sahası açabilecek güçteyiz, vs. gibi yaklaşımlarla herhangi bir olumlu noktaya erişilebileceğini sanmak, tamamen hayal dünyasına teslim olmak demektir. 

Geçenlerde ülkemizi ziyarete gelen Papa’nın Sultan Ahmed Camiinde dua edişini, hayret edilecek bir vak’a imiş gibi hayretler içinde kalmıştık. 

Halbuki, Papalık makamı, İslâm dini düşmanlığı üzerine kurulmuş değildir. Hemen her İbadethane, Papa için Kilise’den farksızdır. Çünkü, hemen her ibadethane’de aynı yaratıcıya dua edilir ve Cami’de Hz.Allah’ın evidir. 

Görülüyor ki, dünya dinlerini tanıyabilme bahsinde daha çok gerilerde kalmışız. İşte bu durumun bir an evvel hâl yoluna sokulması elzemdir. Kalanı kendiliğinden hâl olur!... 

Saygı ve sevgilerimle, yeni bir makalemde nasipse buluşabilmek umudu ile hepinize mutlu haftalar dilerim efendim.