Rumlar; Türkiye’den -fırsat bu fırsattır diyerek- Türk askerinin Kıbrıs’tan  çekilmesini isterken,

     Rumlar; mal varlıklarının iadesini talep ederken,

     Kıbrıs Rum Kesimi; Türkiye tarafından tanınmasını beklerken,

     Rumlar; tek taraflı olarak, haksız bir şekilde ve büyük bir cür’etle 

     Türkiye’ye dayatmalarda bulunurken,

     Kabulü imkânsız istekleri kulaklarımızda yankılanırken,

     Malûm ve bilinen devletlerce Türkiye’de teröre yine yeşil ışık yakılmışken,

     Her gün vatan uğrunda bir kaç şehit verirken, 

     Her gün vatan yolunda gazilerimize yeni gaziler eklenirken,

     Devleti zaafa düşürecek, devleti zayıf hâle getirecek devlet aleyhdarı konuşmalar, 

     Çok rahat bir şekilde yapılırken,

     Gazetelerde Devlet mefhum ve kavramını gözden düşürecek hatta alaycı bir üslûpla 

     Yazılar yayınlanırken, Üniversitelerde garip kıpırdanmalar, sessiz sedasız kamplaşmalar olurken,

     Türkiye; “Bu güne dek görülmedik bir siyasî denetim altına alınmak.” istenirken,

     Yerinden yurdundan edilen bir buçuk milyon Azerî Türkü’nün 

     Perîşan ve acıklı durumları ortadayken,

     Ermenilerce Karabağ’ın işgal altında tutulması sürerken,

     Bütün bunlara rağmen, sûreti haktan görünerek Türkiye’ye Ermenistan’la barış dayatılırken, 

     Türkiye; Ermenilere karşı yapmadığı soykırım iftirasını kabul etmeye zorlanırken,

     Türkiye’de sun’î ve yapay azınlıklar ortaya çıkarmak için açıkça gayret sarfedilirken,

     Gözlerimizin içine baka baka, bu menfur amaç uğrunda kesif bir faaliyet içine girilmişken,

     Güneydoğu için, -yüzleri kızarmadan- farklı uygulamalar önerilirken,

     Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin varlığından rahatsız olduklarını her fırsatta belirtirlerken,

     Ve daha bunlar gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temeline dinamit koymaktan farksız 

     Nice istek ve talepler, hattâ direktifler peş peşe sıralanırken,

     Kısaca değindiğimiz çok yakın geçmişteki olaylar; olmakta devam ederken;

     Türkiyemizin düşündürücü, özellikle işte böylesi bir dönemde: 

     Gayesi yüce, dâvâsı ihtişamlı, görkemli imanı büyük insanlara ihtiyacı var.

     Çünkü “Gecelerimiz çok karardı ve çok kararan gecelerin sabahları pek yakın olur.”

     Çünkü artık, Ruh maddeye hâkim olmalı.

     Çünkü artık, Hak bâtıla üstün gelmeli.

     Çünkü artık, Nur zulmete karşı çıkmalı.

     Çünkü artık, İman küfrü yenmeli.

     Çünkü artık “Ezelden ebede değişmeyecek olan İlahî kanunlar” galebe etmeli, üstünlük kurmalı.

     Bunların gerçekleşmesi için Hak bildiği yolda;

     “Bu yol; bütün dağ, taş, çamur, çakıl, uçurum -daha beteri- tâkip, tevkif, muhakeme, hapis,

     zindan, sürgün, tecrit, zehirlenme, idam sehpaları ve daha akıl ve hayale gelmiyen 

     Nice bin zulüm ve işkencelerle dolu da olsa” arkasına dönüp bakmayacak yiğitlere ihtiyaç var.

     Bu yolda manevî önderlere muhtacız.

     Varlığı; inanmayanları kahreden, inananları ise şâd, mesrur 

     Ve sevince garkeden / sevince boğan insanlara ne kadar çok ihtiyacımız var.

     Bir sır gibi nuru, kalbden kalbe -karşı konması imkânsız bir suretle- yayılıp dağılan, 

     Manevî büyüklere şiddetle ihtiyaç var.

     Böyle bir zaman ve zeminde, o mukaddes cihad için bütün ömrü boyunca 

     Bu çetin yollarda yürüyecek. Karşısına çıkan engelleri sür’atle aşacak vatanseverlere 

     Ne çok gereksinim var.

     Bu manen helâket, helâk oluş ve maddeten felâket asrında 

     Bizleri manevî şemsiyesi altına alacak şahsiyetler olmalı. Onlar dağlar gibi imana sahip.

     Denizlerden derin inanca mâlik. Göklerden yüksek kutsal bir dâvâyı omuzlayan zâtlar olmalı.

     Onların büyük imanı, tükenmez sabrı, çelikten iradesi, eğilmez başı, boğulmaz sesi bulunmalı.

     Dâvâ adamını yukarıdaki sözlerle vasfeden merhûm şâir Ali Ulvi Kurucu, 

     Feragate ait şöyle bir söz nakleder:

     “İslâm, bugün öyle mücahitler ister ki, dünyasını değil, ahiretini dahi feda etmeye hazır olacak.”

     İşte Türkiye, İslâm Âlemi ve Dünya bu “Helâket ve Felâket Asrı”nda 

     Böyle feragat sahibi insanları bekliyor, onları intizar ediyor. 

     Eller alında gözler ufukta onları gözlüyor.

     Gece dalgalarını andıran korkunç kâbusların Türkiyemizi, İslâm Âlemini 

     Ve Dünyayı kasıp kavurduğu ve kapladığı şu hengâmede, şu kaos ve karışıklık döneminde;

     Arslanlar gibi yerinden fırlayacak, yanardağlar gibi kükreyerek meydana atılacak, 

     Maddî-manevî yiğitlere çok susadık be dostlar.

 Kaht-ı rical; yeter dostlar bitsin artık!

                                                   Böyle kader için acep ne yaptık?

     Yine de şairin dediği gibi, biz de diyoruz ki:

                                                   “Ey yolcu! Şafaklar sökecek durma, ilerle.

                                                     Zulmetlere kan ağlatacak meş’alelerle.”