TESETTÜRÜ ŞER’Î: 

“(Resûlüm!) Mü’min erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz, Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.” (Nûr 24/30) 

“Mü’mine kadınlara da söyle; gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar, nâmus ve iffetlerini esirgesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (diğer mü’mine kadınlar) ellerinin altında bulunanlar (köleleri) erkeklerden ailenin kadınlarına şehvet duymayan hizmetçi ve tâbî kimseler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık husûsiyetlerinin farkında olmayan çocuklar’dan başkasına ziynetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın, diye ayaklarını yere vurmasınlar (dikkatleri kendi üzerilerine çekecek tarz’da yürümesinler). Ey Mü’minler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz.” (Nûr 24/31) 

“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve Mü’minlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini (üst elbiselerini) üstlerine almalarını söyle. Onların tanınmaları ve incitilmemeleri için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” (Ahzâb 33/59) 

Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizin, nübüvvet ve risâlet döneminin ilk 13 yılı, Mekke Dönemi, Şirk’ten, Tâgût’dan arınma, Tevhîd, iman dönemiydi. Mekke Döneminde, imandan sonra, İslâm’ın en önemli şart ve rüknü olan namaz, takribî olarak Hicret-i Nebeviyye’den bir-birbuçuk yıl önce Mekke’de farz kılınmıştı. 

İslâm’ın diğer önemli şartlarından olan, oruç, zekât, hac gibi ibadetler Hicretten sonra Medine-i Münevvere’de farz kılınmışlardır. 

Evlenme, boşanma, aile hayatı, miras hukuku, medenî hayat, alış-veriş, sosyal ve içtimâî hayat, kamu düzeni, Mekârim-i Ahlâk, helâl, haram, diğer mü’minlerle münasebetler, şahsî ahval ile alakalı hükümler, kisve-kılık-kıyâfet gibi hususlarda, hükme mebnî, nas’lar deliller Medine-i Münevvere’de indirilmiştir. Mekke döneminde günlük hayat tam bir karmaşa içerisindeydi. Tipik Cahiliyye döneminin bütün renk’lerini içinde barındırıyordu. Bankerler, zenginler, eşrâf, Esânîd-i Kureyş, fakirler, köleler, câriyeler, miras’tan pay alamayan, diri diri toprağa gömülen, ırzına, iffet ve namusuna hürmet edilmeyen, sadece şehevî arzularını tatmîn için, âlet edilen kadınlar... 

Sevgili Peygamber’imiz beraberindeki ashabı, Müslümanlar, Medine-i Münevvere’ye hicret ettiklerinde, Medine’de bambaşka bir günlük hayat tarzı ve Medine halkı arasında, Mekke’de mevcûd olmayan farklı münasebetler ve hareketler müşâhade ettiler, şaşkınlık içerisinde, sık sık, Resûlullah’a müracaat edip nasıl davranmaları gerektiği hususunda, kendilerine yol gösterilmesini istediler.
Medine’de, “Seylü’l-Arîm” (Arim Seli), Sebe’ kavmini cezalandırmak üzere Allah tarafından meydana getirilen şiddetli yağmurların sebep olduğu ve büyük göçlere yol açan bir felâkettir. 

İşte bu Arim Sel’inden sonra Yemen-Sebe’ şehrinden göç eden aslında, Haz.İbrahim’in Hanîf Dininden, “Millet-i İbrâhim”den olanlar, muhtelif Yahûdî grupları, az sayıda mecûsî (güneşe tapan), az sayıda da müşrik kavimler vardı. 

Her grubun kendi aralarında konuştukları lehçeleri, karşılaştıklarında selâmlaşmaları, kisveleri, kılık-kıyâfetleri farklıydı. 

Mekke’den hicret eden Müslümanlar, bilhassa, Müslüman kadınlar, bu hususta hükümler henüz indirilmediği için, her biri, yakınlarında bulunan komşularını taklîd ediyor, karşılaştıklarında onlar gibi selâmlaşıyor, onlar gibi süsleniyor, kılık-kıyâfetlerini, kisve’lerini onlara benzetiyorlardı. 

Cahiliyye dönemi kadınlarından, hür kadınlar, başlarına türban takıyorlar, vücud’larının diğer bölümlerini uzun elbiselerle örtüyorlardı. Türban, kulakları, enseyi, boğazını, gerdanı’nı, omuzlarından aşağı südye’lerine kadar iki yanlarını açıkta bırakan, bir tepelik örtüydü. Cariyeler ise, sırt’larını kuyruk sokumlarına kadar açıkta bırakan, yakası, boğazı, gerdanı açık elbiseler giyerdiler. 

Müslüman kadınlardan ba’zıları, Yahûdî kadınları gibi, ba’zıları da câriye kadınlar gibi giyinip-kuşanmaya başladılar. Devrin mesken’leri, günümüzde olduğu gibi, banyo-tuvaleti evin içinde, mahfûz meskenler değildi. İnsanlar, ihtiyaçlarını, gece-gündüz evlerinden uzak, belli bir mesafeye kadar gitmek mecburiyetindeydiler. 

Hür kadınlardan ba’zıları da, sırtlarını kuyruk sokumuna kadar açık, elbiseler giymeye başlamışlardı. Mazanna, ayak takımı, erâzilünâs, hür kadınları da, cariye zannıyla rahatsız etmeye, söz ve hareketleriyle onlara eziyet etmeye, cinsî taarruzda (saldırıda) bulunmaya başlamışlardı. 

Bu vaziyet, başta, Hazreti Ömer bin Hattab radiya’llhahu anh, Efendimiz olmak üzere, Ashabın ileri gelenlerini çok ciddî rahatsız etmeye başladı. 

Hazreti Ömer el-Faruk Hazret’leri Huzur-u Resulullah’a varıp: 

- Yâ Resule’llah! Rabbimize yalvar! Müslüman kadınların nasıl giyinecekleri, kisve, kılık-kıyâfetleri hakkında, sadra şifa, rahatsızlıklarımızı izâle eden kat’î beyanlar gelsin, vahyedilsin, indirilsin! diye yalvardı da, Hazreti Ömer bin Hattab radiya’llâhu anh, Efendimizin içtihadına uygun olarak yukarıda meâllerini verdiğimiz âyeti Kerimeler nâzil oldu. 

“Zîynetlerinden açıkta olanlar hariç, ziynetlerini teşhîr etmesinler.” Kadınların “Zîynetlerinden” maksad, kadınlara has, Allah’ın yarattığı güzellikler, ya da kadınların, ipek elbiseler, kıymetli kumaşlardan yaptıkları elbiseler, veya muhtelif takılarla kendilerini süslemeleridir. Yüzleri, yüz hadlarıyla sınırlı olmak üzere, elleri bileklerine kadar ve ayakları ayak bileklerine kadar avret mahalli olmadığı için, burada, istisna buyrulan ziynetler buralardır. 

Kadınların çoğu, sun’î ziynetlerle sürme, kına boyama ve bir kısım takılarla kendilerini süslemeseler bile, yaratılış i’tibâriyle tabi’î güzelliklere sahiptirler. Zikredilen, yüz, el ve ayakları hariç, bu güzelliklerini teşhir etmeleri haramdır. 

Boyama (allık), sürme, kaşlarına dövme, yanaklarına gamze, ellerine ve ayaklarına kına yaktıklarında bunları teşhir etmeleri haramdır. 

Yüzük, (nişan-düğün alyansı hariç), kıymetli taşlardan kaşlı yüzükler, bilezikler, halhal (ayak bilezikleri, pazuband, gerdanlık, taç, hamaylı şeridi ve küpe gibi süs takılarının teşhiri de haramdır. Vücud hatlarını belli eden parlak, frapan, dikkatleri üzerine çeken elbise’lerin de teşhiri haramdır. 

“Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler.” 

Câhiliyye kadınları, baş örtülerini arkadan bağladıkları için, yakaları önde kaldığından, boğazları, gerdanlıkları, omuzları açıkta kalıyordu. Bu ayeti Kerime’de baş örtülerini yakalarına salıvermeleri, boyunlarının, boğazlarının, saç’larının boğazlarında ve kulaklarındaki ziynet takılan yerlerle, takılan ziynetlerin kapatılması ve örtülmesi emr’edilmiştir. 

Ümmülmü’minîn Ve’l-Mü’minât, Hazreti Aişe-i Sıddîka-i Mutahhare, radiyalla’hu anhâ Vâlide’mizin Ensar Kadınlarıyla alakalı müthiş bir tespiti vardır. 

Âişe Annemizden rivâyet olunduğuna göre: 

- “Ben, Ensar kadınlarından daha hayırlı hiçbir kadın görmedim. Tesettür ile alakalı, Nûr Sûresi’nin 31.âyeti Kerimesi nazil olunca, her biri, ayağa kalktılar, eteklerine davrandılar. Eteklerinden büyükçe birer parçayı yırttılar-kestiler, başlarına baş örtüsü yapıp bu parçalarla başlarını örttüler. Sabahleyin, her biri, siyah baş örtüleriyle, siyah karga’ları andırıyordular.” 

Ensâr kadınlarının, Allah’ın emrini, Resûlü, kendilerine teblîğ ettiğinde, vakit geçirmeden o emir ve nehiyleri ne sür’atle ve ne dikkatle yerine getirdiklerini gösteren emsâlsiz bir misâldir. 

Tesettür’ün ma’na’sı titizlikle kadın ve erkeğin avret mahallerini abartısız bir şekilde örtmek ise de, Kadınlar için tesettür, kadınlık husûsiyyetlerini, hilkatinden gelen veya sonradan edinilen ziynetlerini açığa çıkarmadan toplum içinde kendisini örtmesi ve kaybolmasıdır...