“(Ey Muhammed!) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz. İşte şimdi, senin memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir, (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, ehl-i Kitap, onun Rab’lerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.” (Bakara 2/144)

Namaz’dan Maksad, kalbin, ruhun, huzura kavuşmasıdır. Huzur ise ancak, hareketle sağa-sola iltifat ile hasıl olmaz. Ancak namazın tamamında, bütün rükûnlarında daha önceden ta’yin edilmiş bir cihete dönmekle huzur te’min edilir. Hele tevcih edilen makam, çok şerefli bir makam ise elbette o istikamete dönmek daha evlâdır. Cenab-ı Hak, “Allah’ın size olan ni’metini hatırlayın; hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de, O gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun ni’meti sâyesinde kardeş kimseler olmuştunuz.” (Âl-i İmran 3/103) 

(Allah, mü’minler arasında ülfet ve muhabbeti sever. Mü’minler namaz kılarken ayrı ayrı yerlere teveccüh ederlerse muhabette ve ülfet hasıl olmaz. Onun için kıble’nin vahdetinin hikmetleri arasında, mü’minler beynindeki ülfet ve muhabbetin zuhuru da vardır.) 

“(Resûlüm!) Musa’ya emrimizi vahyettiğimiz sırada, sen batı yönünde bulunmuyordun ve (o hâdiseyi) görenlerden de değildin.” (Kasas 28/44) 

(Hz.Musâ’nın Tûr dağında İlâhî kelâma mazhar olduğu ana işâret edilmekte ve Haz.Peygamber’in o esnada Tûr’da bizzat hazır bulunmadığı ve Batı tarafından Hz.Mûsa’yı bekleyenler arasında olmadığı hatırlatılmakta; bütün bunların kendisine vahiy yoluyla öğretildiği ifade edilmiş olmaktadır). 

Hazreti Mûsa Tûr dağına, garbî’den (mağrib tarafından) geldiği için, Mağribi kıble ittihaz ettiler. 

“(Resûlüm!) Kitap’ta Meryem’i de an. Hani o, ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti.” (Meryem 19/16) 

(Buradaki “doğu tarafı”, müfessirlerce Mescid-i Aksâ’nın doğu yanı, yahud Meryem’in evinin doğu tarafı şeklinde tefsir edilmiştir). 

Hıristiyanlar, Cebrail Meryem’e şark’tan (doğu tarafından) geldiği için, Meşrık’ı (doğuyu) kıble ittihaz etmişlerdi. Mü’minler ise, Halîlu’llâh, Hanîf, İbrahim aleyhisselâm’ın kıblesini, Habîbullâh Haz.Muhammed-Mustafa salla’llâhu aleyhi ve sellem’in doğduğu yeri ve Allah’ın haram ilân ettiği, Ka’be’yi, kıble olarak ittihaz ettiler. 

Nasarâ, Güneşin doğduğu (nurun yayıldığı) yeri kıble ittihaz ettiklerini söylediler. Mü’minler, ise nurların Efendisi, kâinatın, kendi nurundan yaratıldığı, Muhammed Mustafa’nın doğdu yer olan Mekke’yi-Ka’be-i Mükerreme’yi kıble ittihaz etmişlerdir. Zirâ, Ka’be Kürre-i Arz’ın merkezi, zübdesi, sema’daki “Beytü’L-Ma’mûr’un” izdüşümüdür. 

Arş, Hamele-i Arş’ın kıblesi, Kürsî, Berere meleklerinin, Beytü’L-Ma’mûr, Sefere meleklerinin, Ka’be, mü’minlerin, Hak, Cenab-ı Hak, mü’minlerden hayret mertebesine ulaşanların kıblesidir. Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Allahım! Zât’ın ve sıfatın hakkında tahayyürümü ziyâdeleştir,” diye dua ederdi. 

“Doğu da Allah’ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (Zâtı) oradadır. Şüphesiz Allah’(ın rahmeti ve ni’meti) geniştir. O her şeyi bilendir.” (Bakara 2/115) 

Arş, nur’dan, Kürsî, inci’den, Beytü’L-Ma’mûr, Yakuttan, Ka’be-i Muazzama ise, Sinâ, Zeytin, Cûdî, Lübnan ve Hıra dağlarından getirilen taşlarla yapılmıştır. 

Ka’be-i Muazzama’nın, Cibril-ü Emîn’in mi’marlığında, vahiy ile dünya’daki beş büyük dağdan taşınan taşlar’la yapılmasındaki İlâhî hikmet, Cenab-ı Hak, Teâlâ Hazretleri “Ey Kulum! Üzerinde, bu dağlar kadar günahın da olsa, Hac ve Umre maksadıyla Ka’be’ye geldiğinde, ya da her namazda Ka’be’ye döndüğünde dağlar misâli büyüklüğünde günahını siler, seni bağışlarım,” buyurmuştur. 

Peygamberimiz ve Sahabe Mekke’de bulunuyorken, Ka’be putlarla doldurulmuş, müşrik’lerin işgali altındaydı. Burada, müşriklerden ayrılmaları için, Kudüs’e, Beytü’L-Makdis’e, teveccüh etmeleri, Medine’ye hicret ettiklerinde ise, Yahûdî’lerden ayrılmaları için, Ka’be’ye teveccühleri emrolunmuştur. 

Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, Hicretten önce, Mekke’de bulunduğu yıllarda, takriben, Hicretten bir-birbuçuk yıl önce namaz farz kılındığında, Ka’be’yi kendisiyle Beytü’L-Makdis arasına alır öyle namaz kılardı. Ka’be’ye müteveccihen mi, yoksa Beytü’L-Makdis’e müteveccihen mi kıldığına dâir, kat’î bir rivâyet yoktur. Ashab’ın umûmî kanaati, Mekke’de iken, Ka’be’ye müteveccihen kıldığı, Medine’ye hicret buyurduktan sonra, Beytü’L-Makdis’e teveccüh etmesi emrolunmuştur. 

Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizin ve Ashabı’nın Beytü’L-Makdis’e müteveccihen namaz kılmaya başlamaları üzerine, Yahûdî’ler: “Hem bize ve dinimize muhâlefet ediyorlar, hem de, bizim Kıblemize dönüp ibâdet ediyorlar. Biz olmasaydık, nereye dönerek ibâdet edeceklerini bilmiyorlardı,” dediler. 

Müslümanlar da kendi aralarında, “Ka’be, Hanîf, Ceddü’L-Enbiyâ ve oğlu İsmail aleyhime’s-Selâm’ın kıblesidir. 

Ka’be’yi, kıble ittihaz edersek, Arap Kabile’lerinin İslâm’a meyilleri artar ve daha çok kimse İslâm ile şerefyap olur. 

Ka’be’nin, kıble ittihaz olunması, doğup-büyüdüğü, kendi beldesindeki bir mescid’e bu şerefin verilmesi elbette Peygamber’i daha çok hoşnud eder, onu sevindirir. 

Hazreti Ömer radiya’llâhu anh Efendimiz: 

- “Ey Allah’ın Resûlü! “Biliyorum ki, Kıble hususunda kalp huzurumuz yok. Rabbimize du’â buyur da Kalplerimize huzur ve sükûnet verecek kat’î bir İlâhî ferman gelsin de bizler de huzur içinde Kıblemize teveccüh edelim!” dedi. 

Peygamber’ler, Maslahata uygun olmayabilir, diye ve kabûle vâbeste bulunmayan şeyleri Allah’tan istemezler. Du’âsının kabûl edilmemesi, Peygamberlik şanına hakaret sayılır. Onun için, Allah’tan bir şey istiyecekler ise, du’â için, önce izin alırlar. İsteklerine icâbet buyrulacağı vahyedilirse, du’â ederler. Sevgili Peygamber’imiz, Kıble’nin Beytü’L-Makdis’ten, Ka’be’ye tahvili için du’â izni istedi. Cibrîl-ü Emîn, Kıble’nin Ka’be’ye tahvili hakkında du’â etmesine izin verildiğini, Allah’ın bu du’â’sını kabûl edeceğini vahiy ile Peygamber’imize bildirdi. Allah du’â’sını kabûl buyurdu. Medine’de, 17 ay Beytü’L-Makdis’e müteveccihen namaz kılan Peygamberimiz, bir öğle namazının iki rek’atini Beytü’L-Makdise müteveccihen kılmış iken, “İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıble’ye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir,” (Bakara 2/144) âyeti nâzil oldu da, son iki rek’ati Ka’be’ye müteveccihen kılmıştı. 

Kuba Mescidi ehli, Sabah namazını, Medine’de, Kuba Mescidinde, Ka’be’yi arkalarına alarak Beytü’L-Makdis’e müteveccihen kıldılar. Bilindiği üzere, Medine, Mekke ile-Ka’be ile, Beytü’L-Makdis arasında bulunduğundan, Kudüs’e dönünce Mekke-Ka’be, arkada kalmaktadır. Sabah Namazının birinci rek’atini kılmışlar, ikinci rek’at için kıyâm ettiklerinde, bir münâdî, “Ey İnsanlar! Kıble Ka’be’ye tahvil edildi. Cemaat, hiçbir delîl ve şâhid aramadan, hemen, tam arkalarına döndüler, ikinci rek’ati, Ka’be’ye müteveccihen kıldılar ve namazı tamamladılar. 

Durumu, Resûlullah’a arz’ettiklerinde, Resûlullah Efendimiz, inkâr etmedi, “güzel hareket etmişsiniz,” buyurdu ve bu Mescide bundan sonra, “Mescidü’L-Kıbleteyn,” unvanı verilmişti. 

Asırlar içinde, “Mescidü’L-Kıbleteyn,”in bu vasfı, Mi’mârî olarak da, korunmuş, yakın bir zamana kadar, bir mihrab, Ka’be’ye müteveccih, bir mihrab da, Beytü’L-Makdis’e (Kudüs’e) Müteveccih, Mi’mârî doku muhafaza edilmişken, Medine’ye uğrayıp Mescid-i Kıbleteyn’i de, ziyâret edenlerden ba’zılarının, Kudüs Mihrabında, Beytü’l-Makdis’e müteveccih namaz kılmaları karşısında bu mihrab kapatılmıştır. Ama, Bu Mescid’in adı, Tarihî Hâtırata uygun olarak hâlâ, “Mescidü’L-Kıbleteyn,”’dir...

“(Ey Muhammed!) onlar için ister isti’ğfar et (afv dile) ister dileme; onlar için yetmiş kerre afv dilesen de Allah onları aslâ afvetmeyecektir. Bu, onların Allah ve Resûlü’nü inkâr etmelerinden ötürüdür. Allah fasıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.” (Tevbe 9/80) 

“Onlardan ölmüş olan birisine aslâ (cenaze) namazı kılma; onun kabri başında da durma! Çünkü onlar, Allah’ı ve Resûlünü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler.” (Tevbe 9/84) 

“(Kâfir olarak ölüp) cehennem ehli oldukları onlara açıkça beyan edildikten sonra, akraba’dan dahî olsalar, (Allah’a) şirk ittihaz edenler (ortak koşanlar) için afv dilemek, ne Peygamber’e ne de mü’minlere yaraşır.” (Tevbe 9/113) 

Kâfirlere, münafık ve müşriklere, isti’ğfâr (afv dilemek) yasaklanmadan evvel isti’ğfar edilmesinin, haram olan şeylerin yasak emir gelmeden işlenmesinin sorumluluk ihtiva etmeyeceği şu âyeti Kerime ile beyân buyrulmuştur. 

“Allah bir topluluğu hidâyete (doğru yola) ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar onları (dalâlete düşürecek) saptıracak değildir. Allah her şeyi çok iyi bilendir.”