Bir inatlaşma sonu 1 Mayıs İstanbul’u tabir caiz ise salladı. Yasaklanmasına rağmen Taksim’e gitmek isteyenlere mani olmak üzere geniş tedbirler alan polisin müdahalesi ile Beşiktaş, Mecidiyeköy ve Şişli’deki arbedeyi üzüntü ile izledik.
Sendikaların 1 Mayıs’ı, Taksim’de kutlama isteklerine geçen yıl müsaade edilmişti. Geçmişte kana bulanan bu kutlama geçen yıl olaysız geçmiş, ama İstanbullu korkudan 1 Mayıs’ı evinde geçirmeyi yeğlemişti.
Bu yıl mevcut inşaat faaliyetleri nedeni ile müsaade edilmeyen Taksim’e girişi engellemek için alınan tedbirler yanında koca İstanbul’un bütün tren, vapur, metro, metrobüs seferleri de iptal edildi.
Göstericilerle polisler arasındaki mücadelede; sıkılan tazyikli su ve biber gazı, atılan taşlar ve molotof kokteyleri, kurulan barikatlar, yangınlar, yaralananlar, tahrip olan iş yerleri adeta savaşı andırıyordu.
Tabii çalıştıkları yere ulaşamayanların, hastaların, yolcuların ve daha pek çok mağdurun çaresizliği de ayrı.
Oysa İstanbul dışında bütün Türkiye’de ve dünyada 1 Mayıs neşe ve huzur içinde olaysız geçmiş.
Çarşamba günü İstanbul’de hava da ne kadar güzeldi. Bir yaz günü gibi güneşli ve sıcaktı. Bizim gençliğimizde Bahar Bayramı olarak kutlanılan 1 Mayıs’ta kırlarda piknikler, eğlenceler düzenlenir, spor müsabakaları yapılır, oyunlar oynanır, hoşça vakit geçirilirdi. Daha sonraki yıllarda iş ve çalışma hayatındaki gelişmelerle birlikte 1 Mayıs kutlamalarında toplumsal içerikli eylem ve söylemler öne çıkmaya başlayınca, bölücü illegal teşkillerin, anarşist ve teröristlerin emekçi gruplar arasına sızmaları da gecikmedi.
Çok geçmedi. 1 Mayıs 1977’yi, 34 yurttaşımızın hayatını kaybettiği yüzlerce kişinin yaralandığı “Kanlı Pazar”ı yaşadık.
Tabii bu “Kanlı Pazar”ı hiç unutmadığımızdan her 1 Mayıs’ta diken üstünde gibiyiz.
Geçtiğimiz 1 Mayıs’ta bu korku, bu kabus yine İstanbul’u teslim aldı.
Dünyanın her yerinde yasalar, kurallar uygulanmak için yapılır ve alınır.
Herkes her istediğini yapabileceğini sanıyor.
Biz bunun çaresini bulamayacak mıyız?
Bu hazin olaylar, görüntüler 21’inci yüzyıla, İstanbul’a yakışıyor mu?