Havada uçuşan haritalar
Körfez savaşını izleyen 10 yıl süresince, 36. Paralel boyunca pasta dilimi gibi kesilip ayrılan Irak’ın kuzey parselinde, Çekiç Güç’ün kanatları altında, Türkiye’ye göstere göstere tam teşekküllü bir devlet kurma çalışmaları başarıyla sürdürüldü. Bugün Irak’ın kuzeyinde bağımsızlığının ilanı için uygun bir zaman kollanmakta olan nur topu gibi bir Kürt devleti var. Batı basınında yayınlanan haritalarda da görüldüğü gibi, Irak’ın kuzey parselindeki bu oluşum, Büyük Kürdistan’ın çekirdeği konumunda. İran’dan, Suriye’den ve Türkiye’den koparılması planlanan topraklarla, Kırım Savaşı sonrasında planlanan “Büyük Kürdistan” hayata geçirilecek.
Olabilir mi; Batı basınında artık sıkça yer almaya başlayan Ortadoğu siyasi haritalarında da görüldüğü gibi, bölgemizde bir “Büyük Kürdistan” kurulabilir mi?
Batı basınında havada uçuşan Ortadoğu siyasi haritaları üzerinden Türkiye’ye bir mesaj mı veriliyor; Anadolu insanı bir oldubittiye mi ısındırılmak isteniyor?
Ulus'taki alternatif 29 Ekim kutlamaları sırasında yaşanan gerginlik görüntüleri, ABD’nin en etkili gazetelerinden biri olan Musevi lobisi kontrolündeki New York Times'ta, " Cumhuriyet Bayramı'nda bir geçmişten kopuş sahnelendi. İslami, laik, sivil ve askeri liderler arasındaki güç mücadelesi, Türkiye'nin örnek gösterildiği Ortadoğu'yu da şekillendirebilir" şeklinde yorumlandı. Üzerinde çok düşünmemiz gereken bir değerlendirme.
Bu yorumun birkaç gün öncesinde, Türkiye’nin bir bölümünü Kürdistan olarak gösteren haritalı yorum yayınlayan New York Times’ın Türkiye’nin geleceği konusunda kaygılandığı söylenemez. Ne Musevi lobisinin ne de ABD’nin Ortadoğu’da güçlü bir devlet istemedikleri artık sır değil. Sovyetlerin dağılması sonrasında Kuzey Afrika’da, Balkanlarda, Akdeniz havzasında ve Ortadoğu’da küresel krizle, renkli devrimlerle, işgallerle, “Arap Baharı” ile yaşanmakta olan hareketliliğin nedenleri de artık sır değil; yüzyıl öncesinde tasarlanmış Ortadoğu’yu, daha doğrusu Osmanlı mirasını paylaşma planı, yeni aktörlerinde katılımıyla, kaldığı yerden sürdürülmektedir. Bu yöndeki yorumları, “Sevr paranoyası” olarak değerlendirmenin kendimizi kandırmanın dışında bir anlamı yoktur; her adımımızı gerçekleri bilerek ve görerek atmak durumundayız.
Türkiye’nin büyük bir bölümünü Kürdistan olarak gösteren haritaların Batı basınında dikkat çekici bir sıklıkla yayınlanması, hayrımıza sayılabilecek gelişmeler değildir. Bu haritaların, dönem dönem, Batı medyasının askeri ve sivil yayın organlarında çarpıcı yorumlar eşliğinde yer almasının arkasındaki dinamikleri çözebilirsek, önümüzdeki tuzakları çok daha net görebiliriz; görmeliyiz. Geçtiğimiz hafta içinde, Washington Report on Middle East Affair’de Patrick Seale imzasıyla (Kürtler Bölgesel Kazanı Karıştırdılar) ve The American Interest’te O. Bengio imzasıyla yayınlanan yorumlarda da (Kürtler İstediklerini Gerçekleştirebilecekler mi?) aynı haritalar kullanılmıştı.
HAVADA UÇUŞAN KÜRDİSTAN HARİTALARI
Türkiye’nin geleceğini yakından ilgilendiren ve yüzyıl öncesinde tasarlanmış olan haritaların uçuştuğu bir dönemde, Türkiye’nin, geleceğine ilişkin olumsuz yorumlara ortam hazırlayabilecek görüntülere sahne olması büyük talihsizliktir. Kuzey Afrika’dan Afganistan’a uzanan GBOP (Genişletilmiş Büyük Ortadoğo Projesi) coğrafyasındaki ülkeler işgaller, renkli devrimler ve estirilen “Arap Baharı” rüzgarları eşliğinde parça parça edilirken, Türkiye’nin uluslararası toplum mühendislerinin iştahlarını kabartacak görüntüler sergilemesi kaygı vericidir; küresel ekonomik krizi, AB ülkelerinin iflasa sürüklenmelerini, bölgemizde yaşanmakta olan enerji merkezli III. Dünya Savaşı’nı pek ciddiye almadığının göstergesidir ve süratle terkedilmesi gereken bir gaflet uykusudur.
‘Cumhuriyet gibi bir ortak kavramın çerçevesinde birleşme, bütünleşme engelleniyor’ izlenimi verebilecek yaklaşımların sonu nereye varacağı kestirilemeyen kamplaşmalara neden olabileceği kaygısıyla kaleme aldığımız "Milletleri Millet Yapan" başlıklı yazımız henüz yayınlanmadan, küresel finans çevrelerinde "Sıfırcı Hoca" olarak ünlenen uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody's, Ulus’ta 29 Ekim’de yaşanan olayları değerlendirirken, "seküler-dindar gerilimi ve uzun zamandır devam eden bölgesel ve etnik çatışmalardan kaynaklı politik risk var" uyarısında bulundu. Son değerlendirmesinde Türkiye'nin notunu "yatırım yapılabilir" seviyenin bir altında, BA 1olarak belirleyen Moody's'ten Kasım ayında bir not artışı beklentisinde olan piyasalar, bu açıklamadan pek etkilenmedi, ama açıklamanın içeriği bir yerlere not edildi. Çünkü, Moody's'in "dış kırılganlıklaıkların azaltılması yönündeki gelişmelerin tersine dönmesi halinde, kredi notu görünümünün pozitiften durağana çekilebileceği" şeklindeki vurgulamaları, hem yatırımcılar hem de Türkiye açısında çok önemli bir uyarıydı.
Bu arada, yine uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarından biri olan Fitch'ten gelecek not artışı artışı beklentisiyle İMKB grafiği, bankacılık hisseleri önderliğinde tarihi bir zirve gerçekleştirdi. Bu şahlanışı değerlendiren ekonomi yazarları, "Yabancılar, ucuz kaldı gerekçesiyle, yerli yatırımcıların elindeki hisseleri kapıştılar" müjdesini veriyorlardı, ama bu operasyonla, yüzde 72'si yabancı sermayenin kontrolünde olan borsamızın ve giderek yabancılaşan bankalarımızın yüzde kaç oranında bizim kaldığı konusunda herhangi bir açıklama yapmıyorlardı. Bunlar, Türkiye’nin yeri geldiğinde ekonomi sopasıyla tehdit edilip edilemeyeceğinin göstergeleridir.
TÜRKİYE’Yİ EKONOMİ SOPASIYLA TEHDİT EDİYORLAR
29 Ekim'de Ulus'taki alternatif bayram kutlamalarını değerlendirirken, kaçınılmaz olarak ekonomi konusuna savruluverdik. Ulus'taki arzulanmayan görüntüler ekranlara düşer düşmez, bir taraftan Musevi lobisinin kontrolündeki New York Times, diğer taraftan "Sıfırcı Hoca" Moody's anlamlı bir telaş sergilediler. Her ikisinin yorumları da Türkiye açısından hoşa gidecek şeyler değildi. İkisi de, ‘tarafsız değerlendirme’ kamuflajı altında aba altından sopa gösteriyor, Türkiye'nin ekonomik ve sosyolojik kırılganlıklarını üstüne basa basa vurguluyorlardı. New York Times'ta Tim Arango imzalı yorumda şöyle deniliyordu:
"Türkiye, demokratik ve İslami değerleri harmanlaması nedeniyle, karmaşa halindeki Arap dünyası için bir model olarak görülüyor. Böyle bir dönemde Türkiye'nin İslamcıları, laikleri, sivil ve askeri liderleri arasında bir güç mücadelesi yaşanıyor. Bu mücadelenin sonucu yalnızca Türkiye'nin değil, Ortadoğu'nun da geleceğini belirleyebilir." Bu cümleler, Türkiye'nin küresel güçler tarafından çok yakından izlenmekte olduğunun en belirgin göstergesi değil midir? New York Times’ın ve Moody’s’in söylemleri ciddiye alınması gereken yorumlar değil midir? Batı basınında havada uçuşan Ortadoğu siyasi haritaları üzerinden Türkiye’ye bir mesaj mı veriliyor; Anadolu insanı bir oldubittiye mi ısındırılmak isteniyor?
BÖLGEMİZDE YAŞANMAKTA OLANLAR ORTADOĞU ASKERİ OLİMPİYATLARI DEĞİLDİR
Kuzey Afrika'dan Afganistan'a, hatta Pakistan'a uzanan coğrafyada yer alan ve çoğu Müslüman olan ülkelerin, küresel krizin narkoz etkisi altında etnik, dini, mezhepsel eksende kargaşaya sürüklenerek yeniden dizayn edildiği bir süreçte Türkiye, Ortadoğu'da kendi çıkarlarını koruma açısından çok dikkatli bir denge politikası izlemek durumundadır. Bir kez daha vurgulayalım; bölgemizde yaşanmakta olan gelişmeler ‘Ortadoğu Askeri Olimpiyatları’ değil, enerji kaynaklarını ve dağıtım yollarını kontrol altına almayı hedefleyen bir dünya savaşıdır. Gelişmiş ülkelerin de gelişmekte olan ülkelerin de küresel krizin olumsuz etkilerinden kurtulabilmeleri, yeniden kriz öncesi büyüme tempolarını yakalayabilmeleri, kısacası varlıklarını sürdürebilmeleri ucuz ve bol enerji sağlayabilmelerine bağlıdır. Dünya enerji kaynaklarının önemli bir bölümünü barındıran coğrafyalarda izlemekte olduğumuz mücadeleyi III. Dünya Savaşı olarak nitelememizin nedeni budur. Türkiye de bu savaşta taraftır. Ortaklık anlaşmaları ve son dönemde izlediği dış politika nedeniyle Türkiye’nin, II. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi, “Ben oynamıyorum” deme şansı yoktur.
Küresel ekonomik krizin narkoz etkisi altında bir dünya savaşı yaşamakta olduğumuzu anlayabilmek için, tepemizde çatapatların dolaşmasını beklemeyelim. Günümüzde savaşların konvansiyonel silahlarla yapılmadığını ilkokul çocukları bile biliyor artık..
Batı dünyası, özellikle yeni dünya düzeninin mimarlığına soyunan küresel güçler ya da çokuluslu şirketler, İslam coğrafyasına örnek gösterdikleri laik bir ülkenin yaşamakta olduğu değişim süreci sonrasında nereye varacağını merakla izlemekteler. "Arap Baharı"nı yaşamış İslam ülkeleri de, İslam’ı demokrasi ile harmanlayabilmiş tek ülke olarak, Türkiye'nin deneyimlerinden bir yol haritası çıkarabilmek amacıyla yakından izlemekteler. "Arap Baharı"nı yaşamamış ülkeler de, uzun bie dönem siyasi çekişmeler yaşamış olan Türkiye'nin deneyimlerinden dersler çıkarma çabasındalar. "Arap Baharı" yaşamış olan Tunus, Mısır, Libya, Irak ve hatta Suriye gibi İslam ülkeleri, yakın bir gelecekte, bugün Türkiye'de yaşanan tablolara sahne olacaktır. Türkiye şu dönemde çeşitli amaçlar taşıyanlar açısından ilginç bir laboratuvar olarak izlenmektedir.
Şunu bilelim, Ortadoğu'da III. Dünya Savaşı görünümlü enerji merkezli bir paylaşım çatışması yaşanmaktadır. CIA'nın, MOSSAD'ın, M-16'nın... sivil toplum kuruluşu kamuflajı altında çalışan bazı kuruluşların da müdahil oldukları bu savaş düzeninde ve küresel krizin narkoz etkisi altında yeni bir dünya düzeni hayata geçirilmek istenmektedir. Türkiye de bu savaşın dışında değildir. Dışişleri Davutoğlu'nun cümleleriyle, "Türkiye Ortadoğu'da değişim dalgasını yönetmeye talip olmuştur. Bu değişim dalgasının öncüsü olmayı kabul etmiştir."
Genişletilmiş BOP coğrafyasında son yıllarda yaşanan "Arap Baharı"nın bir toplum mühendisliği mi, yoksa spontane gelişmiş bir halk hareketi mi olduğu konusunda çok kuşkucu değerlendirmeler yapmak gerekir. Kırım Savaşı (1853-56) sonrasında oluşturulması planlanan güvenlik kuşağı (siz bunu Kürdistan olarak okuyun), I. Dünya Savaşı sonrasındaki gelişmeler nedeniyle rafa kaldırılmıştı. I. Körfez Savaşı (1990) sırasında ABD ordusunun resmi yayın organında yayınlanan Kürdistanlı Ortadoğu haritaları, günümüzde, hayata geçirilmekte olan bir büyük planın yorumlarını daha ayrıntılı anlatabilmenin aracı olarak sayfaları süslemektedir.
GÜNERİ CIVAOĞLU HENÜZ HAYATTA
1 Körfez Savaşı sonrasında, İsrail’de ABD ordusu yetkililerinin uluslararası basına verdikleri brifingte, Amerikalı general Güneydoğu Anadolu’yu avuçlayarak, “Burada bir Kürt devleti kurulacak” demişti. Yıl 1990; Irak henüz işgal edilmemişti. ABD’li generalin bu açıklamasını ayrıntılarıyla anlatan Güneri Cıvaoğlu (Allah uzun ömür versin) henüz hayatta. Civaoğlu, ABD’li generalin vurgulamasını çok önemsemiş olmalı ki, bu yazısında anlattıklarını, daha sonra çeşitli vesilelerle 3 kez tekrar etmişti.
Körfez savaşını izleyen 10 yıl süresince, 36. Paralel boyunca pasta dilimi gibi kesilip ayrılan Irak’ın kuzey parselinde, Çekiç Güç’ün kanatları altında, Türkiye’ye göstere göstere tam teşekküllü bir devlet kurma çalışmaları başarıyla sürdürüldü. Bugün Irak’ın kuzeyinde bağımsızlığının ilanı için uygun bir zaman kollanmakta olan nur topu gibi bir Kürt devleti var. Batı basınında yayınlanan haritalarda da görüldüğü gibi, Irak’ın kuzey parselindeki bu oluşum, Büyük Kürdistan’ın çekirdeği konumunda. İran’dan, Suriye’den ve Türkiye’den koparılması planlanan topraklarla, Kırım Savaşı sonrasında planlanan “Büyük Kürdistan” hayata geçirilecek.
Olabilir mi; Batı basınında artık sıkça yer almaya başlayan Ortadoğu siyasi haritalarında da görüldüğü gibi, bölgemizde bir “Büyük Kürdistan” kurulabilir mi?
Güneri Civaoğlu, I. Körfez Savaşı sonrasında İsrail’in bir büyük otelinde düzenlenen brifingte, ABD’li generalin Anadolu’nun güneydoğu topraklarını avuçlayarak söylediklerini altını çize çize anlattığında, dudak büken çok olmuştu. Bugün Irak’ın kuzey parselinde, “Büyük Kürdistan”ın çekirdeğini oluşturacak tam teşekküllü bir devlet var. Bundan sonra olacakları, küresel aktörlerin güçleri kadar, bölge ülkelerinin tutumları belirleyecek.