Hatay Türk’ün öz yurdudur. Kendini bilmez birkaç küstahın yanlış senaryoları Hatay’ın anavatana katılması gerçeğini asla doğru olarak yansıtamaz.  Hatay milletlerarası hukuk çerçevesinde hiçbir hile, yalan ve dolan olmadan Türkiye Cumhuriyeti’ne katılmıştır. Bu tarihi olayın nasıl gerçekleştiğini kısaca anlatalım.

“Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından 3-5 gün sonra çiğnenmeye başlandı. Bu arada anlaşma esnasında elimizde bulunan “İskenderun Sancağı” (Hatay ve çevresi) da Suriye'den Adana’ya doğru ilerleyen Fransızlar tarafından işgal edilmeye başlandı. O zaman, Anadolu’da olduğu gibi, Hatay’da da Fransızlar’a karşı, buradaki Türkler savunmaya geçmişler, bir Millî Mücadele cephesi kurmuşlardı. Milis kuvvetlerinin bir kısmı Fransızlar önünde Anadolu’ya çekildi ise de, bir kısmı Hatay ve çevresinde kaldı. Bunlar Anadolu ile temas ederek 1918’den 1921’e kadar mücadelelerine devam ettiler.

1921’de Ankara Antlaşması’nın imzalanacağı esnada, Hatay’dan, sonraları Hatay Cumhurbaşkanı seçilecek olan Tayfur Sökmen Bey’in başkanlığında bir Hatay Heyeti Ankara’ya geldi. Mustafa Kemal Paşa ile görüştü. Hatay’ın Misâk-ı Millî sınırları içine alınmasını istedi. Fransızlar ile işi uzatmadan anlaşmak ve Güney sınırını şimdilik emniyete almak isteyen ve bunda zorunluluk gören Mustafa Kemal, ismi geçen Heyete; “Hatay’daki mücadelelerin gaye ve hedefini biliyorum. İlk günden beri de bu mücadeleleri takip ediyor, imkânlarımızın müsaadesi nispetinde de buna destek oluyoruz. Hatay zaten Misâk-ı Millî sınırlarımız içindedir. Ancak gerek “Bekir Sâmi-Brian Antlaşması’nda- ki biz bunu tanımadık-(Bekir Sami TBMM Hükümeti kararı olmadan antlaşmayı kabul ederek; İtalya ve Fransızlara kabul edemeyeceğimiz ekonomik ve kültürel haklar verilmesini onayladığı için Mustafa Kemal kabul etmedi). gerek şimdi Fransızlar Hatay meselesi üzerinde ısrarla duruyorlar, siyasî ilişkilerimizi tamamen bir çıkmaza sokmamak için Hatay’ı şimdilik onlara terk etsek bile “Hatay için bazı esaslar kabul ettirmeden de terletmeyeceğiz. Bakalım sonra ne olur?” Demişti.

Antlaşmanın reddedilmesine İtalya gibi, Fransa'da gücenmemiştir. Antlaşmanın reddedilmesine rağmen, İtalya'nın “İstikbalde menfaatler temin ederiz. Hele şimdi çekilelim” diyerek kuvvetlerini Anadolu'dan çektikleri gibi, Fransızlar da kuvvetlerini çekmeye hazırlanmışlardır. Fransızlar kuvvetlerini çekmeye hazırlanırken bir antlaşma imzalanmış, sonra da Fransız Komiseri Döke Ankara'ya gelmiştir. Fransa bu hareketi ile Anadolu'da mücadele eden, fakat Avrupa'da Ren meselesinde Almanlar’ı tutan İngiltere’ye karşı siyasî bir entrika çevirmekte idi. Onun için bu temastan askerî bir netice elde edilemedi. Ama Millî Mücadele süresince ve dünya siyaseti karşısında bunun hukukî ve siyasî ve manası vardı. Zira, İstanbul hükümetini bir yana bırakarak, Ankara Hükümeti ile anlaşmaya kalkması demek, Millî Hükümeti tanıması temekti.

Bir müddet sonra Döke'yi onun yerine geçen Franklen Buyyon takipetti. Franklen Buyyon île 9 Haziran 1921 de “Ankara Antlaşması” imzalandı. “Ankara Antlaşması’nın” esaslarına hemen hemen 4 ay kadar önce imzalanmış olan “Londra Antlaşması’nda” kabul edilen ekonomik ve kültürel imtiyazlar çıkarılmış, “Süleyman Paşa Türbesi”nde” askerlerimiz tarafından saygı nöbeti bekleme esası ilâve edilmiştir.

Bundan sonra “Ankara Antlaşması” imza edildi. Hatay için, bilinen esaslar kabul edildi. Fakat Mustafa Kemal, Tayfur Sökmen Bey’e verdiği sözü unutmamıştı. Önce onu, Antalya'dan bağımsız milletvekili seçtirdi. “Niçin Adana veya Antep’ten değil de, Antalya’dan seçtirdiniz?” Diyenlere de; “Sonra (L) yerine (K) koyacağız. Böylece Antalya, Antakya olacak da ondan” dedi. .

Nitekim 1936'da önce İstanbul’daki “İskenderun ve Antakya Muâvenet-i İçtimâî'ye Cemiyeti’nin ismini bir emirle değiştirdi. “Hatay Hâkimiyeti Cemiyeti” koydurdu. Cemiyetin bir şubesini Dörtyol'da açtırdı. Tayfur Bey’e, Dörtyol'daki bu şubede “Hatay’ın Fransa’dan isteklerini öne süren” bir konuşma yaptırdı. Fransızlar Tayfur Sökmen Bey’i Atatürk’e:

“Hududumuzda bir milletvekiliniz halkı aleyhimize kışkırtacak şekilde bir konuşma yapmıştır. Bu dostluğa aykırıdır” diye şikâyette bulundular. Atatürk:

“O milletvekilimiz bağımsızdır. Anayasamız, bağımsız milletvekilleri istediği yerde istediği şekilde konuşma hakkı vermektedir. Bu itibarla o milletvekiline müdahale edemeyiz” diye cevap verdi. Kendisi de o yıl TBMM’ni açış nutkunda; “Fransızlarla aramızda muallakta duran Hatay meselesini halletmek zamanı gelmiştir.” Dedi. Zira 1936'da Leon Blum hükümeti Suriye’ye İstiklâl vadetmeye başlamıştı. Suriye'ye İstiklâl verilirse Antakya Suriye idaresine mi verilecekti?  “Kırk asırlık Türk Yurdu yabancılar elinde kalamayacağına” göre; o sıralarda Suriye, Fransa mandasına verilirken; “Ankara Antlaşması” yapılırken “Antakya icabında Suriye’ye terkedilir," şeklinde bir kayıt konulmadığına, aksine “muhtar kalması” esasları tespit edildiğine göre, bu işin lehimize sonuçlanması icap ediyordu.

Önce Antakya'da bir başkonsolosluk açıldı. Sonra eski antlaşmalarda kabul edilen esaslar dâhilinde Fransa ile müştereken Hatay meselesi “Milletler Cemiyeti’ne” havale edildi. Hatay’a bağımsızlık verilmesini istedik. Milletler Cemiyeti önce bir seçim yaparak, nüfus çoğunluğunun kimde olduğunu tespit etmeye karar verdi. Fakat “Milletler Cemiyeti’nin” gönderdiği komisyon tarafsız olarak hareket etmedi. Burada nüfusun çoğunluğu Türk olduğu halde, Türkleri mezhep bakımından, eskiden ve sonra buraya gelip yerleşmeleri bakımından kısımlara ayırmaya, çoğunluğu Arap olarak Fransa tarafını tutar göstermeye kalktı. Buna yalnız itiraz etmekle kalmadık. Manevra maksadıyla bir kısım birliklerimizi güneye gönderdik. Mustafa Kemal de çok hasta olmasına rağmen 1938'de Mersin’e geldi. Bir taraftan “Milletler Cemiyeti” nezdinde bir yandan Fransa nezdinde giriştiğimiz tüm girişimler ve nihayet Hatay’daki “Milletler Cemiyeti’nden çekilmemiz üzerine, Fransa uzlaşmacı olmazsa silâh kuvvetiyle Hatay’ı alacağımızı anladı. Bizimle anlaşmayı menfaatine daha uygun buldu. Önce bir askeri antlaşma imza edildi. 

Sonra Paris Elçimiz Suat Davaz ile Fransa Dışişleri Bakanı Bonn arasında bir antlaşma imza edildi. Hatay’da plebisit ve tarafsız bir seçim yapmak için (!) bir kısım askerî kuvvetlerimizin Hatay'a girmesi kabul edildi. 5 Temmuz 1938’de kendilerine verilen seçimi emniyete (!) almak görevini yapmak üzere Payas ve Hassa'dan Hatay’a girdiler. 15 Temmuz'da Hatay’a giren birliklerimizin kumandanı Albay Şükrü Kanatlı seçimlere bırakıldığı yerden başlamak üzere Hatay’a geldi. 13 Ağustos 1938'de seçimler yapıldı. Sonuçta 40 Milletvekilinin 22’sini Türkler kazandı. Meclis'te büyük bir çoğunluğu Türkler kazanmıştı. Meclis, hazırladığı Anayasa ile “Cumhuriyet rejimini;” İç işlerinde tamamen serbest olduğunu, Dış işlerinde Fransa’ya tabii olduğunu beyan etti. Meclis Başkanlığı’na Abdülgani Türkmen, Devlet Başkanlığına da Tayfur Sökmen Bey seçildiler. Tayfur Sökmen de Hükümet Başkanlığı’na Dr. Abdurrahman Melek’i getirdi. Büyük çoğunluğa Türkler hâkim olduğundan, TBMM’nin kanunları ve inkılâpları aynen kabul edildi. Sonunda bir taraftan Hatay Meclisi’nin anavatanla birleşmek istemesi, bir taraftan da Türk-Fransız Antlaşması ile Hatay'ın anavatana topraklarına katılması 30 Haziran 1939'da kabul edildi.

Özet olarak, 1936’da Fransa, Suriye ile Lübnan’a bağımsızlık verirken biz de Hatay’ın bağımsızlığı için resmî müracaatlarla harekete geçtik. Meselenin çözümü için başvurduğumuz Milletler Cemiyeti taraf tuttu. Bunun üzerine kendi davamızı kendimiz halletmek için Fransa ile görüşmelere başladık. 

Sonuçta: Türkiye, Hatay'da toprak isteği olmadığını, Fransa da Hatay’a bağımsızlık vereceğini kabul etti. Bağımsız bir “Hatay Cumhuriyeti” (12 Eylül 1938’de) kuruldu. Fakat bu devlet 30 Haziran 1939’da Türkiye’ye iltihak ettiğini ilân etti. (Ünal, Tahsin; Türk siyasi Tarihi, İstanbul-1998)

Şunu herkes -bilhassa Rusya- bilsin ki: 

 Edirne’den Van’a kadar. 

Benim güzel bir yurdum var.

 İster savaş ister barış. 

Vermem ondan ben bir karış.