İstanbul gibi mahza / sırf tarihle içiçe ve tarihle yoğrulmuş bir beldede insana daha çok sorumluluk düşmekte, nerde nasıl bir kentte yaşadığının bilincinde olması gerekmektedir.

Çünkü insanın, özellikle görevi şehadettir. Yani gördükleri eser ve yapıtların birer nişan, işaret ve alâmet olduklarını bilmek. Eserden ustaya, fiilden faile yol bulmak. Yapılanda yapanı görmek. Eserde ustayı keşfetmektir. Ki asıl görüş budur. Madde ve Mânaya bu açıdan bakmaktır.

Çünkü insanın, özellikle görevi müşahadedir. Görüp seyrettiklerinden bir mana, bir anlam çıkarmak ve ibret almaktır. Seyrettiklerinde mânevî bir seyir takip ederek asıl maksada ulaşmaktır. Demek ki İstanbulda yaşamak beraberinde bir de sorumluluk getirmektedir insana.

İşte bu sorumluluğu duymayanlar, İstanbulda yaşamakta fakat İstanbulu yaşayamamaktadırlar.

Sonuç olarak deriz ki ey kaari!

İstanbulu hakkıyla yaşamak tam bir anafor

Kolay mı sanırsın ey arkadaş zor üstüne zor

İstanbulda yaşamak hakikaten güzel ama nasıl

İstanbulu yaşamak ise işte istenen bu asıl

Bununla beraber yine de sen:

İstanbulda ara tara İstanbulu bul

İstanbulda İstanbulu yaşa be oğul

Çünkü:

İstanbulda İstanbul saklı bir hazîne

İstanbulda İstanbul yol verir mazîne

Çünkü:

İstanbulda manevî İstanbul gerçekten tam bir okul

İstanbulda asıl İstanbulu bulan ne bahtiyar kul

Ancak bundan sonra bir köşeye keyfince kurul

Gök kubbenin altında inan başka yok İstanbul

Velhasıl:

İstanbulda yaşıyor olmak gerçekten de çok güzel

İstanbulu mânaca yaşamak ise çok daha özel

Yine de Bülbül; gül dalında, dudağı güle buseler kondururken, güle karşı firkat ve ayrılık acısını dile getirmesi gibi, insanın İstanbuldayken bile İstanbula hasret ve hayret içinde kalmaması mümkün mü? Nitekim “Ben sana daha senin yanındayken bile hasretim!” demiyor mu şarkılar?

Olmasa katında değeri hiç

Söz ettirir miydi O Habîbe

Kur’an der miydi İstanbul için

Güzel şehir “Belde-i Tayyibe”