“Bu şehr-i Stanbul ki bî misl ü behadır

Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır.”

x

1975 - 2000 tarihleri arasında; dile kolay, tam yirmibeş yıl, yâni bir çeyrek asır; İstanbul’dan uzakta geçti ömrüm. Ara sıra İstanbul’a gelmiş olsam da geçici ve sayılı günlerden ibaretti. Bir yel gibi geçip gider. Hiç gelmemişe dönerdim. İstanbul’a hasretim ise biraz daha artardı. Tadı damağımda kalırdı.

Nihayet emekli olmuş, İstanbul’a bu sefer temelli olarak gelmek nasîb ve müyesser olmuştu.

İstanbul’a duyulan o hasret

Bitiverdi çok şükür nihayet

Gerçi İstanbul’da doğup büyümüştüm. Çocukluğum Beyazıt’ın alt taraflarında, Kumkapı’ya inen Gedikpaşa yokuşunda, biraz da Rum çocukları arasında geçmişti. Nitekim Gedikpaşa’da ilkokula başlamıştım. Babamın mahalle papazıyla yaptığı sohbetleri iyi hatırlıyorum.

En güzel çocukluk hatıralarım Beyazıt, Sultanahmet, Sarayburnu ve nadiren götürüldüğüm Rumelihisarı’nda geçmişti. Kulaklarım ise çocukluğu işgal İstanbul’unda Mehmet Muhsin Paşa’nın yanında geçen rahmetli babamın acı işgal hatıralarıyla dolup taşıyordu. Hele ceberut İngiliz işgal subay ve askerlerini bir anlatışı vardı ki sormayın gitsin.

x

Son olarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden mezun olmuştum. Üniversite yıllarım Cağaloğlu’nda, gazetelerde ve kitabevlerinde çalışarak geçmişti.

x

Cağaloğlu deyince, lise edebiyat hocamın naklettiği bir fıkrayı anlatmadan geçemiyeceğim.

Cağaloğlu’nda iki kişi konuşmaktadır:

-Hangi okulu bitirdin?

-İlkokulu.

-Nerede çalışıyorsun?

-Cağaloğlu’nda.

-Desene sen iki fakülte mezunusun!

-Hayır. Dedim ya ben ilkokul mezunuyum.

-Kardeşim, Cağaloğlu’nda çalışan biri, iki fakülte bitirmiş gibidir. Bir daha ilkokul mezunuyum deme sakın!

x

Gerçekten, Cağaloğlu’nda garsonluk ve hademelik vb. işlerde çalışıp da, zamanla nâşir / yayıncı, iş sahibi ve patron olmuş nicelerini gördüm.

Cağaloğlu bir mektep vazifesi görüyordu çok zaman. Cağaloğlu’nun böyle bir yetiştiricilik vasıf ve meziyeti vardı gerçekten.

Nitekim büyük bir edîb / iyi bir yazar olan Eşref Edib Fergan’ı Cağaloğlu’nda tanımıştım. O Eşref Edip ki, sırasıyla “Sırat-ı Müstakim” ve “Sebilürreşad” adlı dergileri yayımlamıştı. Özellikle “İstiklâl Marşı”mızın ilk ve son şairi Mehmed Âkif Ersoy’un Nasrullah Camisi’nden verdiği vaazları neşrederek Millî Mücadele’ye büyük destek olmuştu.

Merhum Eşref Bey’in Cağaloğlu’nda, Yeşilay Derneği’nin olduğu binada bürosu vardı. Son Osmanlı aydınlarının sık sık toplandıkları bir yerdi aynı zamanda. Âkif ve çok sevip saydığı asrın âlimi, son Osmanlı aydınları: Hamdi Yazır, Ahmed Hamdi Aksekiler vd. burada hararetli hararetli memleket mes’elelerini konuşurlar, milleti ayağa kaldıracak maddî- manevî çareler ararlardı.

İşte bu büro, bütün geçmişini hatırlatacak şekilde eski hâlini ve havasını bütün canlılığıyla, muhafaza edip koruyor, o havayı insana teneffüs ettiriyordu.

O yaşlı hâlinde bile heybet, cevvaliyet ve hareketliliğinden bir şey kaybetmeyen eski zamanların son yadigârı Eşref Bey; “Bugün” gazetesine yazısını getirir neşrettirirdi.