Türkler, hiç bir günahları olmadığı halde yüzyıllardır yaşadıkları topraklarından kimlikleri ve dini inançları nedeniyle zulüm, katliam, sürgün ve asimilasyonla etnik temizliğe tabi tutuldular. Komşuları dahi bir yandan SOYKIRIM’a ortak olurken, öte yandan Türk ve Müslümanların mal ve mülklerini yağmalamaktan da geri durmadılar... Amaç, Müslümanların sayısını azaltmak, onları göçe zorlamak ve nihayette bölgenin etnik haritasını değiştirmekti.  Olaylara önderlik edenler ve katliamı yapanlar için Türklerin varlığı, gelecek için kuşku yaratıyor, Osmanlı Devletinin tekrar geri gelmesine bahane yaratacağını düşünüyorlardı. Bu nedenle Türkleri katletmekte hiç tereddüt etmediler.

15 Mayıs 1919 sabahı, gün ağarırken  Egenin incisi güzel İzmir’imize karanlık çöküyordu... Malesef başta İngiltere olmak üzere, dönemin galiplerinin kararı ve desteği ile Yunan askerleri sabah saatlerinden itibaren aziz vatanımızın topraklarını işgal etmeye başlıyorlardı.

Onbinlerce yerli Rum ellerindeki Yunan bayrakları ve çiçekler ile Kordonboyu'nu kaplamışlardı. Kalabalık inen Yunan askerlerine alkış tutuyordu. Gelen askeri tabur, İzmir Metropoliti Hristostomos tarafından takdis edildi. Metropolit Yunan bayrağını öptü ve bu esnada ağladığı görülüyordu. İlk Yunan taburu daha sonra buradan yaya olarak Hükumet konağı, kışla, kokaryalı istikametinden Karantina'ya doğru yürüyüşe geçti.  Yürüyüş kolunun baş tarafı, kışla hizasını geçip yola saptıktan sonra, Hasan Tahsin kalabalığın arasından sıyrılarak öne geçti. Tahsin'in sesli bir şekilde "Olamaz, olamaz, böyle ellerini sallaya sallaya giremezler" diye söylendiği duyulmuştur. Tahsin daha sonra yanında bulunan revolver ile düşmana ilk ateşi açtı. Tahsin ilk anda isimleri Basile Delaris ve Jorj Papakostos olan iki Efzon askerini öldürmüştü...[1]

Bunun üzerine Yunanlılar Orduevini bastı. Esir aldıkları, Miralay SÜLEYMAN FETHİ Bey’den, halkın önünde Zito (Yaşa) Venizelos diye bağırması istendi, son sözü KATO (KAHROL) VENİZELOS oldu.  Defalarca süngülenerek şehit edildi.

Hakaretler, tecavüz ve cinayetler başladı, Türk subaylar, tüfek dipçikleri ve süngülerle hırpalandılar. Kalabalık bağırmak ve vurmaktan yorulunca, küfürler başladı. Türk subaylar iki sıra saldırgan arasında, yavaş yavaş yürümeye zorlandılar. Perişan kafile, sonunda liman önünde durdu. Ölü ve ağır yaralılar yola bırakılmıştı. Hayatta kalarak oraya kadar gelebilmiş olanlara; Petris kruvazöründen, destroyerlerden, İzmir’deki Yunan Bankası ve çevresinden ve civardaki Rum evlerinden ateş açıldı. Yunan denizciler birbirleriyle gülüşerek Türk subaylara nişan alıyorlardı. Otuzdan fazla subay vurularak, binecekleri geminin önünde rıhtıma düştü. Geri kalanlar, türlü hakaretlerle bindikleri geminin ambarına, hayvanların yanına tıkıldılar.”[2]

Hasan Tahsin'in işgal askerlerine sıktığı ilk kurşun, Türk Kurtuluş mücadelesinde diğer yerlere de örnek teşkil etti. Aydın ve Balıkesir'de işgale karşı direniş baş gösterdi. Demirci Mehmet Efe; "Bir genç düşmana ilk kurşunu sıkmış, bundan sonrası bize düşer!" diyerek savaşa aktif olarak katıldı.

19 Mayıs 1919’dan itibaren Mustafa Kemal Paşa önderliğinde sürdürülen Kurtuluş Savaşımız, 26 Ağustos 1922 sabahı  başlayan Büyük Taarruz ve 30 Ağustosta Başkomutanlık Meydan Savaşıyla DUMLUPINAR’ın kuzeyinde düşman ordusunun yok edilmesiyle kesin bir zafere dönüşmüş, canını kurtarabilen Yunanlılar panik halinde İzmir’e doğru kaçıyorlardı. Ordu on günde 350 kilometre yol almış, artık yolun sonuna gelmişti.

İzmir tam 1213 gün, yani 3 yıl 4 aydır hasretle kahraman Mehmetçiklerini bekliyordu. Nihayet 9 Eylülde İzmir düşman işgalinden kurtarıldı. Fakat şehir yanıyordu. Yunanlılar Batı Anadolu’da bir çok köy ve kasabayı yaktığı gibi kaçarken İzmir’i de yakmışlardı.

Yunanlıların “KÜÇÜK ASYA FELÂKETİ” olarak nitelediği hezimet sonucu, İzmir’de Ege Denizi’ne gömülürken,  “MEGALİ İDEA” da büyük bir hayal kırıklığına uğruyordu.

Yıllardır hastalıkla, yoklukla, cehaletle ve bitip tükenmeyen savaşlarla yaşayan Türk milleti için “KURTULUŞ SAVAŞI” bir umut olmuştur. Kadın, erkek, yaşlı, genç demeden verilen mücadele sonunda zafer elde edilmiştir.

11 Ekim 1922'de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile fiilen biten savaş, 13 Ekim 1921'de imzalanan Kars Antlaşması ile Doğu Cephesiyle sınırlı olmak üzere, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması ile ise topyekûn sona ermiştir. Bu mücadele Yunan millî belleğine “Küçük Asya Felaketi” (Mikraaziyatiki Katastrofi) adıyla kazınmıştır.

1830’dan itibaren sürekli, Osmanlı Devleti aleyhine topraklarını genişleten bu komşumuzun yayılma teşebbüsü ilk defa ATATÜRK’ün önderliğinde yaptığımız Kurtuluş Savaşıyla durdurulmuştur

EY TÜRK İSTİKBALİNİN EVLADI !!!

Bugün de TÜRK KANI İÇMEK için KİN ve NEFRETLE fırsat bekleyenlerin olabileceğini unutma...

Türk Devrimi’ne karşı konuşlanan Emperyalizm’in hizmetindeki Ermenici-Megalo İdea’cı, Avrupacı, bölücü, etnikçi, anti Atatürkçü kozmopolit bir liberal (!) tarih anlayışının, tüm ulusal değerlerimize saldırdığı gibi Hasan Tahsin’e karşı da, “Bolşevik, Yahudi dönmesi, ilk kurşunu sıkmadı” diyerek, küçümsemeye çalışanları, “Keşke Yunan kazansaydı” diyen alçakları,  kendi tarihine ve Atasına husumet besleyen din bezirganlarını  görmekteyiz.                                                                               

Sarayın ve yabancıların maşası işbirlikçilerin her türlü olumsuz teşebbüsüne rağmen, ilahi adalet tecelli etmiş, Türk Milleti tarih sahnesinde hak ettiği yeri almış,  özgür, bağımsız, demokratik ve laik modern Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur. Bu eserin Kahramanı ve Önderi ATATÜRK’ün söylediği gibi, “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar olacaktır.”

[1] "İzmir'in İşgali ve Aydın'daki Yankıları". turkoloji.cu.edu.tr

[2] “Kurtuluş Savaşı Sırasında Türk Milliyetçiliği” Berthe Georges-Gaulis, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul-1999, sf.56-58