...dünden devam Bir tesbitini de şöyle dile getiriyor: Türkiyede, Türkiyeye hizmet edenlerin önüne, ilk engeli çikaranlar, içteki Türkler oluyor. Yani kendi insanımız...Kendi vatandaşimız...Gayri dışta düşman aramaya ne hacet? Önce içimizdeki, kendimizden olan karşitlarımızın hakkından gelmeliyiz.Zaten tarihte de, Türklerin ilk engelleyicileri, kendilerine ilk zorluk çikaranlar, kendi içindeki kimi yurttaşlar olmuştur. Bunda şahsi emeller, özel çikar peşinde koşmalar, mevki makam düşkünü olmalar baş rolü oynamış. Böylece dış düşmanın işini de kolaylaştırmışlardır. Bugün bizim asıl düşmanımızı, içimizdeki beyinsizler teşkil ediyor / meydana getiriyor maalesef...Dün olduğu gibi, bugün de... Yine Sn. Kamran İnan, kendisine yabancı birinin şöyle söylediğini naklediyor: Sizin kadar Türkiyeyi savunan birini görmedim! Adam o kadar çok Türkiyenin aleyhinde Türk diplomatla karşilaşmış olacak ki, Sn. Kamran İnanın vatanseverliği, anlaşilan onu çok şaşirtmış. Hissiyatını, bu şekilde dile getirmekten kendini alamamış. Evet Türkiyenin asıl şanssızlığı, işte buradadır. Kendi insanına ters düşen kimselere kendini temsil ettirmek talihsizliğine düşmesidir. Ve asıl ve çok önemli tesbitlerinden biri de şudur: Güvenlik şuurunda noksanlık...Güvenliğin, devlet güvenliğinin ehemmiyet ve önemini kavrayamamak! Bunu demokrasinin gerektirdikleriyle karıştırmak...Devlet güvenliği için yapılması gerekenleri, Hürriyet ve Demokrasiye aykırı zannetmek... Oysa Hürriyet ve Demokrasi; Hürriyet ve Demokrasiyi sağlayan, var olmasını temin eden, görünüşteki sözde Demokrasiye aykırı gibi görülen uygulamaların tatbikiyle varlığını sürdürür ve sürdürebilir. Hürriyet ve Demokrasi; kendisini ortadan kaldıracak tatbikat ve uygulamalara göz yuman bir Hürriyet ve Demokrasi anlayışı şeklinde anlaşilmamalıdır asla...Kısaca devletin güvenliği demokrasi uğruna feda edilemez! Zehir altın kupayla sunulduğu gibi, Türkiyeyi bölüp parçalamak isteyenler; Hürriyet ve Demokrasi zırhına bürünüyorlar. O görüntüyle, bizleri uyutup devletin, milletin altını oyuyorlar. Tabii bu arada insan hakları havarisi geçinmeyi de kimseye bırakmıyorlar. O nasıl hak hukuk anlayışı ki, o nasıl insan haklarını savunmak girişimi ki; önüne çikani tahrip ediyor, yakıp yıkıyor, devlete kafa tutuyor. Polisi hedef seçiyor. Askere tuzak kuruyor. Bayrak indiriyor. Bu millete karşi kin ve nefreti, o derece büyük ve derin ki, zavallı köpeklerin gözlerine kızgın naylon akıtıyor. Güvercinleri canlı canlı duvara çiviliyor. İstemiyerek yapılan bazı yanlış resmi davranışları bahane ederek, asıl tıynet ve niyetlerini ortaya çikariyor. Yapılan yanlışlıklara sebep olanlar unutulup hesaba katılmıyor. Asıl suçlular asıl hainler gözardı ediliyor. Kamuoyuna masumane bir görüntü sunuluyor. Böylece resmiyet de buna alet edilmiş oluyor. Oysa asıl basiret; olayların arkasını görmek, varılmak istenen sonuçları iyi tayin etmek, olayların zahiri / dış görünüşünde boğulmamaktır. Nitekim ayet diyor: Fe'tebiru ya uli'l ebsar (Haşir 59 / 2 ) : Ey akıl sahipleri! İbret alın. Yani kabukta kalmayın. İçe geçin. Özü görün. Öze ulaşin. İşin zahirine takılmayın. Batınına yol bulun. Basarla yetinmeyin. Basiret sahibi de olun. İşin sonunu görün. Onu hesaba katın. Gerekeni buna göre yapın. İnsanlararası münasebet ve ilişkilerde olduğu gibi, devlet adamları arasında da şu hüküm; düstur, prensip ve ilke olmalı: Hüsnü zan, ademi itimat. Yani bir kimse hakkında güzel düşünecek, iyi zan ve sanıda bulunacak; fakat itimat edip güvenmiyecek, yani tedbiri elden bırakmıyacaksın. Nitekim askeri binaların duvarlarında yer yer şu hükme rastlanır: İtimat, denetlemeye mani ve engel değil. Biraz önceki hükmün, başka türlü ifadesidir bu. Allah da kulunun üstünde daima gözetleyici değil mi? Hiç onu başiboş bırakıyor mu? Demoklesin kılıcı gibi; ey kulum gözüm kulağım sende. Göreyim seni sakın ha yanlışa sapma, eğriye yönelme. Yapma dediğimi, sakın ola ki yapmaya kalkışma. Bak her şeyini kayda alıyorum. Gördüğünü de görüyor, duyduğunu da duyuyor. Sesini de, suretini de, kara kutularda hıfzediyor, koruyorum. Çünkü seni bunlarla hesaba çekecegim, diyor. devamı yarın...