“Bildiğimizi zannetmek, Öğrenmenin en büyük Düşmanı olmuştur.” IV. Cumadır devam ettirdiğim seri yazımın bugün beşinci ve sonuncusunu yazarken, yukarıda kayda geçtiğim vecizeyi son bölüme esas aldım. Zira, bütünü ile konuya açıklık getiren mesajlarla donanmış durumdadır ki, okudukça sizler de hak vereceksiniz!... Meselâ: Türk-Ermeni münasebetlerinin başlangıcı en az bin yıla dayanır ve hatta geçer de. Hâl böyle iken, Türk Devleti Ermeniler hakkında herhangi bir bilgi için yabancı devletlerin tarihçilerine müracaat etmekte ve onların fikir yapısı ve görüşlerine göre değerlendirme yapmaktadır!.. Yânî, aslında esas düşmanlarından kendi lehine bilgi edinmeye çalışmaktadır?!... Yanî, o karanlık yıllarda, Ermenileri ve daha başka kavimleri, Türkiye’ye karşı kışkırtan ülkelerin fikir yapısından istifade etmeye kalkışmak kadar yanlış ne olabilir?... Malazgirt Meydan Muharebesi’nin Selçuklu Türkleri lehine neticelenmesinden sonra, Ermenileri kesin “Hıristiyanlığın düşmanı” ilân ve tasdik eden Batı Devletleri, günümüzde de kalkmış onların hamisi kesilmekte ve sözde Ermenilerin haklarını (!) aramaktadırlar?!... Bizim siyasilerimizin basiretsiz davranmalarının başlıca sebebi: Irki harsları her daim ve her meselede ön plânda tutmaları: (Azeri soydaş, Ermeni düşman) fikir yapısına göre hareket etmelerindendir. Günümüz siyasîlerinden bazılarının, “Hıristiyanlığı ve özellikle Ermeni Kilisesi”ni hor görmeleriyle nasıl büyük çapta tenakusa düştüklerini bilmemelerinin başlıca sebebi yeterli derecede bilgi sahibi olamadıklarından kaynaklanmaktadır. Sorarım şimdi aşağıdaki satırlara aktaracağım tarihi belgeden acaba; kaç İslâm Türk ve kaç Hıristiyan Ermeni haberdardır?... Hemen arz edeyim; çoğunluğunun kısmi dahi bilgisi yoktur! Çünkü, külliyen gizlenir. Çünkü, her iki taraf arasında yakınlaşma olur diye korkulur ki, korkmalarında yerden göğe kadar hakları var denebilir!.. Zira, onların meydana getirdikleri sözde millî duygular(!) tamamen iflas edecektir de ondan. İşte gözlerden uzak tutulanlardan başta geleni. Sahife: 19. Eser: (Biz Ermenileri adamdan saymayanlar, düşman kabul edenler vs. arasın bulsun.) Ne demişler: (Büyük lokma ye, büyük konuşma!..) HAZRETİ MUHAMMED’İN ERMENİLER’LE ALÂKALI FERMANI (M.S. 632) Üç semavi din açısından mukaddes kabul edilen Aziz Kudüs Beldesi’nde, Hz. Muhammed (SAV) Efendimiz, Ermeni Kavmine; mukaddes Belde’nin kutsal mahallerinde, kanuni haklar sağlayan resmi belge mahiyetindeki bir ferman bahsetmişlerdir: (M.S. 632). Peygamber Efendimiz Hazretleri: (571-632) yılları arası dünyamızı şereflendirdiklerine göre; Hakk’ın rahmet-i rahmanına kavuşmalarından bir müddet evvel, Ermeni Kavmine bu değerli hakları bahşettikleri şüphesizdir. Hz. Muhammed (SAV) Efendimize vekâleten İslâm’ı temsil eden Halifelerin hemen hepsi, mevzubahis fermanı yenilemelerinin yanı sıra; Hz Peygamber’in vefatlarından altı yıl sonra; Kudüs Ermeni Patrikliği’ni tesis ederek; diğer Gayr-ı İslâm tebaanın da Ermeni Patriği’nin dirayetine tabi kılmış ve Patriği de Devlet nezdinde; mezkûr kavimlerden sorumlu kılmıştır: (M.S.638) Mevzubahis Halifeler şu muhterem şahsiyetlerdir: (Hz. Ömer, Hz. Ali, Sultan Selâhattin Eyyûbi, Yavuz Sultan Selim Hân ve diğer hâlifeler.) Sayfa: 56-57 Eski Ermenistan’ın Baş-Kenti (Ani Beldesi) Sultan Alp-Arslan tarafından fethedildiği tarihte, (16 Ağustos 1064) Ermenistan çoktan Bizans hâkimiyeti altına girmiş ve Bizanslılar, şehri ele geçirdikten sonra şehri terk etmeye yanaşmayan 10.000’lerce Ermeni’yi hiç mi hiç acımadan kılıçtan geçirmişlerdi: (10 Mart 1044-45) 29 Mayıs 1453 Salı sabahı Konstantiniyye’yi fetheden yüce ve eşsiz Türk Hâkanı Sultan II. Mehmed Hân Fatih, Bursa’nın zaptından kısa bir müddet evvel Osman Gazi’nin vasiyetini yerine getirebilmek gayesiyle, (1326) Bursa’nın Fethi’nden sonra, Osmanlı hâkimiyetine geçen Ermenilerin Ruhani Reislik Merkezi’ni de Pay-ı Taht Bursa’ya naklettirmiştir. Yukarıda kayda geçilen tarihte Konstantiniyye’nin de fethini gerçekleştiren eşsiz Hâkan, fethinden sekiz yıl sonra, Pay-ı Taht İstanbul’da, Ermeni kulları için bir Patriklik tesis etmiş ve Ortodokslar hariç diğer Gayr-ı İslâm unsurları Ermeni Patriği kontrolüne bırakmış ve Ermeni Patriğini onlardan da sorumlu tutmuştur. Gerçi sonradan bazı unsurlar Ermeni Patriği hâkimiyetinden ayrılmışlardır ancak, başlangıç böyle olmuştur. Gelelim, (Fethiye Camiî) mevzuuna. Mevzubahis cami, kayıtlarda da geçtiği gibi bir Ermeni Kilisesidir ve Ani Surları içinde, şehrin merkezinde inşa edilmiş, Ermenilerin, dini mimari açısından en gelişmiş örneklerinden, paha biçilmez özellikler taşıyan eşsiz bir ibadethânedir. Aya-Sofya Camiî kubbesini restore etmiş bulunan ünlü Ermeni Mimarı Dırtad’ın bir yapı şaheseri konumundaki bu ibadethâne’nin asıl adı, (SURP-ASDVADZADZİN KİLİSESİ)dir. Kral Sımpat II. Devrinde (MS.988) inşasına başlanmış, Kral’ın vefatından sonra, Kraliçe Gadarine tarafından aynı mimara tamamlatılmıştır: (MS. 1001) Günümüzde ise bilindiği gibi varlığını sürdürmektedir. Şimdi soruyorum: Kilise olmuş, cami olmuş. Hıristiyanlık veya İslâmi adetlere göre dua edilmiş. Ne değişir?!... Allah aynı Allah değil mi!... Değil diyen ya cahildir veya maksatlı!... Ne Hıristiyanlık ve ne de İslâm. Yekdiğeri ile hâşa çatışır durumda değildir. Çatışan biz sözde insanlarız, sözde inananlarız... Ömer Hayyam ne güzel buyurmuş: “Bir elde kadeh, bir elde Kuran, Bir helaldir işimiz, bir haram Şu yarım yamalak dünyada, Ne tam kâfiriz, ne Müslüman.” Yeni bir makalede buluşmak üzere hepinize mutlu tatiller dilerim efendim. Not: Bu makale: (1 Kasım 2010 Pazartesi günü tamamlanmıştır.)