Sene 2010...

Liseyi bitirip Ankara Üniversitesine yerleşmişim...

Çeşitli sol ve marjinal gurupların ağırlıkta olduğu Dil ve Tarih-Coğrafya fakültesinin öğrencisiyim.

Coğrafya okuyup öğretmen olmaktı hayalim!

Zorlu bir okul serüveni beni bekliyor gibi. Ben ise Malatya diyarından kopmak, sevdiklerimden ayrılmak istemiyorum.

Yine de aldım bavulu elime, ver elini başkente...

Ankara'nın yüzü çok soğuk, çok resmi gelmişti bana. 4 sene boyunca bir türlü sevememiştim...

Haliyle öğrencilik vaktimin çoğu Malatya'da geçmişti.

Hemen her kesimden insanla güzel diyalog kurabilen biri olarak, bir anda ruhsuzlaşmış, içime kapanmış, kendimi duaya ve Allah'a adamış, adeta bir derviş edasıyla takılır, yaşar olmuştum.

Bu ruh hali de çok uzun sürmemiş, bazı şeylere zamanla alışmış, normalleşme sürecine girmiştim.

Ankara beni iyiden iyiye zayıf düşürmüş, beynim bedenime ağır gelir olmuştu.

O yılın arefesinde tek hayali kutlu bir dava uğruna şehadet olan ben bocalıyordum işte...

Bu hayat, bu insanlar, bulunduğum ortam ne kadar bana göreydi?

Allah beni okul sıralarında sürüneyim diye mi yaratmıştı?

Defalarca bunu kendime sormuş, uzun uzadıya muhasebe yapmıştım.

Bilmiyordum...

Kime, neye, hangi oranda inanacağımı da şaşırmıştım.

Herkes bir yol tutturmuş ve kendi yolunu kutsamıştı.

Kendinden olanı din kardeşi sayıyor, ötekini ise hemen cehenneme atıyordu!

Herkes birilerine cehennem bileti kesiyordu!

Tam da bu ortamda ortaöğretim kpss sınavında güzel bir puan almıştım. Zaten hem çalışıyor hem de okumaya çabalıyordum.

Aileme yük olamazdım.

İyisi mi "şimdilik, bir gardiyan olayım" demiştim.

Böylece okulda da iş hayatında da rahat etmeyi planlıyordum.

Bir taraftan okuyacak bir taraftan memur olarak çalışacaktım.

Tabi o yıllarda "Fetö" diyenin ocağı söner, defteri dürülürdü!

Ben o zamanlarda da şimdikinden farklı düşünmüyordum. Tavrım da, tarzım da, düşüncem de toplumdan farklıydı.

Derken mülakat tarihi yaklaştı!

Cemaatten bir kişi (okulda aynı sınıftan, sadece cemaat evinde kalan sade bir vatandaş) beni bölge talebe mesulü diye tanımlanan kişiyle buluşturmuştu. Güya "gardiyan olmak isteyenleri bulun, yardımcı olalım" demişti. Muhtemelen "müstear" denilen takma bir isim kullanıyordu.

O da Ferhat'tı!

Bana, mülakatta yardımcı olmak istediğini söylediğinde reddetmiştim!

Hakkımla olursa girerim demiştim. Ki zaten 5000 kişilik alımda puan olarak ilk 120'deydim!

Bana bir soru sormuştu şahıs.

"Sence bizim en az adamımız nerede?" demişti.

Ben o an için "mit olabilir" diye karşılık verince o şahıs bana "bilemedin kardeşim diyanet" demişti.

Doğrusu kısmen inanıyor, kısmen de abarttığını düşünüyordum.

Belki de memleketin o kadar kirlenmiş, pisliğe bulaşmış olmasını yakıştıramıyordum!

Derken o şahsın teklifini tepmiş, Çağlayan adliyesinde mülakata girmek için taa İstanbul'a gitmiştim.

Üstelik takım elbise ile!

Saatlerce adliye önünde bekledim.

Akşam üzeri sıram geldi, içeri girdim.

Jüri yüzüme baktıysa namerdim!

Sadece biri şöyle burnunun ucuyla bakıp bir soru sordu ve ben anında, en güzel üslupla cevap verdim!

Ama olmayacağını o an hissetmiştim!

Hakkım yenmiş, liyakatsiz birileri kadroları doldurmuştu!

Hatta bu adamlara devlet tarumar edilsin diye emanet edilmişti desem abartmış olmam!

Elbette vardır bir hayır...

Hiç unutmam...

Ankara'ya adım atar atmaz, hayatım boyunca hiçbir bağım olmamasına rağmen, hiç dershaneye gitmediğim halde beni ilk olarak onlar karşılamış, ismimle çağırmış, Ankara otogarında çeşitli standlar açmışlardı!

Kimdi bunlar, ismimi kim vermişti, beni nereden tanıyorlardı, nasıl bulmuşlardı, vallahi bilmiyordum!

Tekliflerini reddetmiş, üniversiteye kayıt yaptırıp dönmüştüm. Zaten ilk iki yılımda çoğu zaman sadece sınavlara gitmiş, gittiğim vakit sağda solda idare etmiştim!

Aklıma geliyor da...

O zamanlar malum papaz yüzünden en yakınlarımla dahi tartışır, damgalanır çıkardım!

Hocam demeyen adam afaroz edilirdi!

O zamanlar "fanatik olmayın" dediklerimiz şimdi yüzümüze bakamıyor olsalar keşke! Ama yüz nerede?

Hatta başkalarını fanatik olmakla itham ediyorlar.

Yurdum insanı adeta komedi!

Son olarak!

"Abicim sence bizim en az adamımız nerede?"

"Mit veya askeriye" dedim ama diyanette demişti!