Nitekim Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının haklarını aramak için AİHM’ye başvurmaları; kimi resmî zevat tarafından istenmesi doğru değildir. Ancak aczin ifadesidir. Bu durumda niyet ne olursa olsun; akıbet ve sonuç -Allah göstermesin- çok kötü olur. Çünkü AB konusunda hassas fakat aklî muhakeme bakımından noksan kimi politikacıların AB konusuna ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne vereceği zararı kimse, hattâ akıllı düşman bile veremez! Türkiye’de dışardan güç alarak içeriyi idare etmeye kalkışanlar var! Bu şekilde hak dâva etmeye yeltenenler mevcut!

Böyle hareket edenler, bir gün yerlerinden kalkamıyacak hâle düşeceklerini düşünmüyorlar mı?

Böyle hareket edenler, el atına binenin çabuk ineceğini bilmiyorlar mı?

Böyle hareket edenler, kendi bindikleri dalı kesmiş olmuyorlar mı?

Böyle hareket edenler, kendi halkına, kendi ordusuna dayanmıyan iktidarlar ve hükümetler; halkın karşısına ne yüzle çıkacaklarını hiç mi hiç akıl etmiyorlar? Böylelikle, haksızlığı hak iddia eden ‘Beyaz, Batılı ve Hristiyan’ emperyalizmden hak talep edenler; hakka haksızlık etmiş olmuyorlar mı? Özellikle İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’nin KKTC’deki seçimlere ilişkin, Kuzey Kıbrıs Türk halkını dolaylı tehditleri karşısında suskun kalmak veya yeteri kadar sesini yükseltmemek; onlardan hak talep etmenin bir başka görüntüsüdür ki; hakka hukuka tam bir haksızlıktır.

“Türkiye’de iç barış sağlansın!” diye, az da olsa bir kısım vatandaşlarımızın ABD ve Avrupa’ya gönderdikleri mektuplarla Türkiye’yi dışarıya şikayet etmeleri! Dış ülkelerden medet ve yardım istemeleri! Bir bakıma dış devletleri Türkiye’ye müdahale etmeye ve Türkiye’ye karışmaya çağırmaları, onlara âdeta dâvetiye çıkarmaları; nasıl bir kaos ve karışıklığa çekilmek istendiğimizin, acı acı düşündürücü somut örnekleridir.

Aynı zamanda, haksızlığı hak iddia edenlerden hak talep ederek; hakka hürmetsizlik yapmanın da daniskasıdır.

Amerika Birleşik Devletleri ‘Beyaz, Batılı ve Hristiyan’ oluşunun gereğini her zaman tatbik eder ve uygular olmuştur. Son olarak İslâm ülkelerine ve hattâ Türkiye Cumhuriyeti’ne gönderdiği siyasî mektuplar; âdeta bardağı taşıran son damlalar hükmündedir! Sam Amca bir çeşit direktif mahiyetinde olan bu mektuplarında, KKTC’nin tanınmamasını -maalesef- istemek cür’et ve haksızlığını dile getirmiştir. Yani ABD, KKTC’ye yapılan haksızlığı, hak olarak iddia etmektedir.

İşte böyle ‘Beyaz, Batılı ve Hristiyan’ olan emperyalist bir devletten; hak dâva etmek, hakka saygısızlık değildir de ya nedir? Nitekim aynı ABD, KKTC’nin tanınmaması yolunda Birleşmiş Milletler’e de telkinde, söz aşılamasında bulunmakta; âdeta BM üstünde baskı uygulamaktadır.

İşte Avrupa ve ABD ‘Beyaz, Batılı ve Hristiyan’ vasıf ve nitelikli devletlerdir.

İşte böyle devletlere karşı, meşru olmayan bir muhabbet beslemek yanlıştır.

İşte böyle devletlere karşı lâyık olmadıkları sevgi gösterisinde bulunmak doğru değildir.

Şayet böyle devletlere lâyık olmadıkları sevgi gösterisinde bulunulursa; bunun netice ve sonucu, merhametsiz bir düşmanlıkla karşılaşmaktır. Üstelik İlahî kader, âdildir. Adâletlidir. Lâyık olmayanlara meyil ve yöneliş içinde bulunanları; zalimlerin eliyle cezalandırır. Özlü şekilde ifade edersek:

“Gayr-ı meşru (meşru olmayan) bir muhabbet (ve sevginin) neticesi (ve sonucu) merhametsiz bir adâvet (ve düşmanlıktır).” Bu kaide ve kural gereği âdil ve adâletli olan kader-i İlahî / İlahî kader; lâyık olmadıkları hâlde kendilerine meyledilen ehl-i dünyanın zâlim eliyle; lâyık olmayanlara sevgi gösterenleri tâzip eder azaplandırır.

Kaldı ki “Aç olan canavara karşı tahabbüb etsen (sevgi beslesen), onun merhamet (ve acımasını) değil, iştihasını açar(sın). Sonra döner, gelir. Tırnağının hem dişinin kirasını senden ister.”

Öyleyse “İzzetle (şerefli bir şekilde olacak) mevt (ve ölümü), zilletle (aşağılık içinde geçecek bir) hayata tercih edenler (seçenler)den” olmalıyız be dostlar!

Öyleyse “Hakkın hatırı(nı) âlî (ve yüksek bilmeli ve) o hatır, hiçbir hatıra feda edilemez.” demeliyiz be dostlar!