1915 Tehciri esnasında mağdurların, hastalıkla değil, katliamla yoklara karıştıkları bahsine geçmeden, İttihatçıların, daha doğrusu “Talat ve Enver Paşaların tam bir inançla bel bağladıkları “Alman Müttefikliği” acaba nasıl bir yapıya sahipti?...” Bir de ona bakalım!... 
Alman İmparatoru, Kaiser II. Wilhelm (1859-1941) Osmanlı-Alman Müttefikliği’nin asıl çehresini şu görüş çerçevesinde dile getirmiştir ki; “hem tarihi bir belge ve hem de ibret alınacak bir vesika olarak okunması elzemdir!...” 
(Almanya dünya siyaset pazarına geç girdi. Sömürgeler tamamıyla paylaşıldı. Almanya için Afrika’da yer kalmadı. Bizim bundan sonra sömürgeleştirebileceğimiz yerler; ancak çökmekte olan İslâm ülkeleridir. Almanya buraları “ekonomik sömürgeler” haline getirecektir. Bu maksada ulaşabilmek için “Fes giymek” gerekirse onu da giyeceğim.) 
Bu değerli belgeyi eserine geçmiş bulunan Tarihçi Asker, Altınay devamla şu tarihi tespitini kaydetmiştir ki, günümüzde dahi geçerlidir: “Ağustos 2012” 
(Durum bu merkezde olunca Enver’e telgraf çekmek, Talat’ı Osmanlı Diplomatı sıfatıyla selamlamak; gözetilen çıkarlar bakımından zûl sayılmazdı! 
III. Selim devrinde, Napolyon’un Elçisi “Sebastiyani” de “Kabakçı Mustafa”yı aynı emellerle alkışlamamış mıydı!...) 
1915 TEHCİRİ VE ÇERKEZ AHMET VAK’ASI!... 
(Bir akşam Eskişehir’e, Cemal Paşa’dan bir telgraf geldi: “Çerkez Ahmed’in trenden iner inmez, derhal tutuklanması emrediliyordu.” Hayret? Bunun herhalde çok önemli bir sebebi olması gerekiyordu. 
Gerçi Cemal Paşa’nın Ermenileri himaye ettiği, kendi bölgesine giren çaresiz insanları koruduğu biliniyordu. Fakat, Çerkez Ahmed’in tutuklanması daha önemli bir sebebe bağlı olması gerekti? 
Çünkü o, İttihatçı hükûmetin gözbebeği idi. Cavit Bey’in şerefine, Zeki Bey’i öldürenler arasında bulunan bu İttihatçı fedai, şimdi neden tutuklanıyordu?... 
İttihat ve Terakki Fırkası’nın iktidardan düşüşü üzerine, cinayetle suçlanarak hüküm giyen bu adam; 10 Ocak tarihindeki Bab-ı Âli Baskını’ndan hemen sonra affedilen bu vatan mücahidi; İttihat iktidarının selâmeti için her türlü fedakârlığı göze almış bir kişi idi. Hatta cihat arkadaşı Nazım’la beraber son Cihan Savaşı’nda, “İttihat-ı İslâm” adına Kafkas Cephesine gitmemiş miydi? Çerkez Ahmet gerçek bir mücahitti. Millî Eğitim Bakanı Şükrü Bey, yakında onun adına bir ilk veya orta-mektep açacaktı. 
Sonunda bu iş anlaşıldı Çerkez Ahmed, arkadaşları Nazım ve Halil ile birlikte, Ermenilere karşı birçok fecaat meydana getirdikten sonra, Cemal Paşa’nın bölgesine girmiş, orada çok sayıda Ermeni görünce de hayretler içinde kalmıştı. Bunun üzerine Cemal Paşa’ya askerce bir selâm çakıp: (Emir buyurun Paşam! Bir teşkilât kurayım bunları da temizleyelim!) demiş. Fakat Cemal Paşa buna razı olmamıştı. O sırada İstanbul Milletvekili Zohrap, Vartkes ve diğer arkadaşları da İstanbul’dan sürülmüşler, Halep’e gelmişlerdi. 
Ateşin zekâsı, çalışan kafası, duygulu ruhu ile Ermenilerin mutluluğunu şahsi heveslerine feda eden Zohrap, Cemal Paşa’nın huzuruna çıkarak kendilerinin Diyarbakır Divan-ı Harp Mahkemesi’ne gönderileceklerini, yana yakıla ağlayarak anlatmıştı. O kadar gözyaşı dökmüş ki, Cemal Paşa’nın kalbi yumuşamış, onları koruyacağını vaat etmişti. 
İstanbul’a İç-İşleri Bakanı Talat’a bir telgraf çekerek: “Bu mesele kapanıncaya kadar Zohrap ve arkadaşlarını gizleyeceğini, durum düzeldikten sonra meydana çıkaracağını söylemiş; Talat razı olmamış, Diyarbakır’a gönderilmelerinde ısrar etmiş. 
Cemal Paşa isteğinin yerine getirilmediğini görünce, Talat’tan gelen telgrafı Subaylarından birine bırakarak: “Bunu ben hareket ettikten sonra Ermeni Milletvekillerine gösterin!” demiş ve ayrılmış. 
Zohrap ve arkadaşları çok üzülmüşler. Kalpleri kırık. Bir araba ile Diyarbakır’a doğru yola çıkmışlar. Yolda Çerkez Ahmed’in çetesine rast gelmişler; Çerkez Ahmed bu zavallı sürgünleri bir hamlede perişan etmiş. Cemal Paşa bu haberi alınca fena halde kızmış, Çerkez Ahmed’in tutuklanmasını emretmiş. Mesele bundan ibaretmiş. 
Çerkez Ahmed’i getiren tren göründüğü zaman her yer inzibatlarca kontrol altına alınmıştı. Ahmed aslında Afyonkarahisar’da tutuklanmış, sonra da Eskişehir’e getirilmişti. 
Ermenilere yapılanlar için Çerkez Ahmed çok önemli bir belge niteliğinde idi. Bu kanlı olayın nasıl cereyan ettiğini bizzat onu yapanlardan dinlemek istedim. Çerkez Ahmed’e Doğu illerinde neler yaptığını sordum?... 
(-: Bey birader! Şu harp namusuma dokunuyor. Ben bu vatana hizmet ettim. Gidin görün! Van ve havalisini Kabe toprağına çevirdim. Bugün orada tek bir Ermeni’ye rastlayamazsınız. Vatana bu kadar hizmet ettikten sonra; Talat denen hergeleler İstanbul’da buzlu bira içerken, ben burada gözetim altında tutulayım! Yok bu durum haysiyetime dokunuyor!) 
Ben Çerkez Ahmed’ten daha fazla bilgi almak istiyordum: 
(Peki bu Zohrap filan ne oldu?) 
(A! Duymadınız mı? Hepsini geberttim! Halep’ten çıkmışlardı. Yolda onlara rastladık. Derhal arabalarını kuşattım. Gebereceklerini anladılar. Vartges dedi ki: “Peki Ahmed Bey bize bunu yapıyorsunuz. Acaba Araplara ne yapacaksınız? Sizlerden onlar da memnun değildirler!” O senin bileceğin iş değil kerata! dedim ve bir mavzer kurşunu ile beynini patlattım. Sonra Zohrap’ı yakaladım, ayağımın altına aldım. Bir taş alarak kafasına vurdum ve onu öldürdüm.) dedi. 
Birkaç hafta sonra haber alındı ki, Çerkez Ahmed Şam’a gönderilmiş ve Cemal Paşa tarafından hesabı görülmüştür.) 
Görülüyor ki, 1915 Tehciri’nde sürülen hemen hiçbir Ermeni hastalıktan ölmemiş! Her ne ise geçelim ve İttihat ve Terakki Fırkası’nın üçlü liderinden birisi konumundaki Cemal Paşa’nın değerli hatıratında bu konuya temas ederken düşmüş oldukları ve önemli olduğu kadar tarihi bir belge niteliğindeki notlarına bakalım!... “CEMAL PAŞA HATIRALAR” Sahife: 439-440-441-443-444. 
1915 TEHCİRİ VE CEMAL PAŞA’NIN NOTLARI!... 
(-: Nihayet umumi harbe biz de girdik. Girişimizden birkaç gün sonra yapılan teklif üzerine, Dördüncü Ordu Kumandanlığında tayin olunarak, İstanbul’dan Suriye’ye gittim. 
Bundan sonra Doğu Anadolu vilayetlerinde ne gibi haller geçtiği, Devletin neden dolayı Ermenilerin umumi olarak tehcirine karar verdiğini bilemiyorum?...
Tehcir olunan Ermenilerin Pozantı’ya gelmekte olduklarını ve oradan Tarsus ve Adana yoluyla Halep’e doğru yürüyeceklerini haber aldığım zaman son derece hiddetlenmiştim. 
Bu sırada Başkumandanlık vekâletiyle yapılan muhaberelerim, Ordu’nun harp ceridelerinde mahfuz olduğu için, sonradan neşrolunduğu zaman anlaşılacaktır ki; ben Ermenilerin Mezopotamya’ya gönderilmesindense, “Konya-Ankara ve Kastamonu” gibi iç vilâyetlerde yerleştirilmelerini münasip görüyordum. Fakat, Devletçe hususi kanuna dayanarak teşebbüs edilmiş olan muameleye itiraz olamayacağından Ermeni muhacir kafilelerinin, Adana ve Halep üzerinden Mezopotamya’ya nakillerine mani olunmamasına dair kati emir aldığımdan çaresiz olarak razı oldum. 
O sırada Elâzığ ve Diyarbakır vilayetlerinde Ermeni muhacir kafileleri aleyhine tecavüzler yapıldığına dair uzaktan uzağa haberler alıyordum. Tehcir muamelesi yalnız mülki memurlar tarafından idare olunuyor ve orduların bu işle hiç ilgisi bulunmuyordu. Fakat başka ordular mıntıkasında muhacirlere karşı yapılan tecavüzlerin, benim ordu mıntıkamda da yapılmasına tahammül edemeyeceğimden, bu hususta gayet şiddetli emirler vermeyi, kendim için bir mecburiyet telâkki ettim. 
Yine o sırada Pozantı’dan Halep’e kadar olan yol üzerinde muhacirlerin iaşesi için mülki memurlarca kafi derecede iaşe vasıtaları tedarik olunamadığını ve Ermenilerin cidden acınacak bir sefaletle bütün yol boylarına yayılmış olduğunu haber aldığımdan vaziyeti bizzat teftiş etmek üzere Halep’ten Pozantı’ya kadar bir seyahat yaptım. Ordu’ya mahsus olan menzil ambarlarından, Ermeni muhacirlerine ekmek verilmesini emrettiğim gibi, menzil doktorlarının Ermeni hastaları tedavi etmelerini tembih ettim. 
Hulâsa bu tehcir esnasında Ermenilere yapılacak yardımların en fazlasını yapmaktan geri kalmadım ki, bu icraatım ecnebi ve Ermeni, bütün haksever insanların itiraf ettiği şeylerdir. 
Şu kadar var ki, bütün Ermeni muhacirlerinin Mezopotamya’ya gönderilmesi orada sefalete duçar olacaklarına emin olduğum için bunlardan bir çoklarının Suriye ve Beyrut vilayetleri içine yerleştirilmelerini münasip gördüm. Buna müsaade edilmesini ısrarla İstanbul’a yazarak muvafakatlarını aldım. İşte bu sayede bu vilayetlerde hemen (150,000 kadar Ermeni’yi) yerleştirmeye muvaffak oldum. 
Nakil ve Tehcir sırasında meydana gelen vak’aların sebebine gelince: “Bunu yukarıda da açıkladığım “Kürt ve Türk” unsurları ile Ermeni unsuru arasında 60-70 seneden beri devam edegelen düşmanlık hissine atfetmek zaruridir. 
Asırlardan beri bir arada yaşayan bu üç milleti tek diğerine can düşmanı yapan “Moskof siyasetinin” Allah belasını versin!...) 
Evet, Prof.Dr. Yusuf Halaçoğlu ve Mehmed Şefket Eygi Beyler! Bendeniz daha fazla yazmak istemiyorum. Arif olan anlar misâli!.. Ve lâkin, sizler bu konuda daha söz bitmedi diyorsanız: Hodri meydan: Herkes kucağındaki taşları döksün!... 
Merhum ve şehit Cemal Paşa’nın katli vak’asına gelince: Paşa’yı ve iki yaverini Tiflis’de katledenler; Ermeni asıllı olmayıp, Rus-Bolşeviklerdi. Rusların isteğiyle “Ermeni-Taşnak Fırkası” bu menhus cinayeti üstlenmek alçaklığını göstermiştir. Bu konuda daha detaylı bilgi için, naçiz eserlerime müracaat edilmesi yeterlidir. Kaldı ki, merhum Şevket Süreyya Aydemir: (SUYU ARAYAN ADAM) adlı meşhur eserinde bu konuya temas etmiştir. 
Saygıdeğer okuyucularım, inşallah yeni bir yazımda buluşabilmek dileğiyle, hemen hepinize mutlu ve başarılı yarınlar diyorum efendim.