İmece’dir arkadaşım Sosyal Güvenlik… 

İş işten geçmeden, mahsülün zamanı dolmadan, çürümeden, ürüne kurt, böcek düşmeden elbirliği ile toplamaktır. Tek başına zamanında toparlayamama, mahsüle zarar verecek gecikmenin çözümüdür İmece…

Yardımlaşmaktır, destek olmaktır… Musibet gelmeden, zamanı geçmeden önce müdahil olmaktır… Bir nev’i sigortadır… Sosyal güvencedir…

Bugünkü sosyal güvenliğin kapsamı da aslında imece kurallarıdır…

Sosyal Güvenlik; Başına kötü bir şey gelmeden, gelebileceklere önlemdir…

Mesela; İşsiz kalmadan önce, işin varken işsizlik primi ödemektir… 

Vücud fonksiyonların yavaşlamadan önce, emekliliğe katkıda bulunmak ve yaş ilerlediğinde geçim kaygına çare bulmaktır…

Haftalık çalışma saatlerini belirlemek ve dışına çıkılmamasını önem ile ve üzerine basa basa sağlamaktır…

Mesai saatleri dışında; Çalışan ile herhangi bir iletişim aracı ile haberleşmemektir. Dinlenme saatinde kafasına bir şey takmamasına özen göstermektir. Ertesi günkü mesaiye dinç ve sağlıklı gelmesini sağlayabilmektir…

Yıllık izinlerini mutlaka ve aksatmadan kullanmaktır ki! Yasada bunu açık olarak ifade eder “İzin devredilemez”… Böylece stresten uzaklaşmak, kendine vakit ayırabilmek, dinlenmek, hücrelerin yenilenmesini sağlamak, aile ile neşeli vakit geçirebilmektir.

Hatta bir adım ötesinde, ihtiyacı olduğunu düşündüğünüz çalışana yine sosyal devlet olgusu içerisinde “ek tatil” fırsatı verebilmektir… 

Böylece sosyal güvence, çalışanları eğlence ve iş dengesini kurarak sizi minimum maliyet ile güvence altına almış olur…

Evet, özü itibarıyla bu güvence sistemindeki gerçek amaç “minimum maliyet” tir… 

Nasıl mı?.. Basit…

Bir çalışanın, ruhen veya fiziken sorunları olduğu uzmanlarca hızla tespit edilebildiğini düşünelim… Hemen ailesiyle birlikte, rahatlayabileceği tatile, köye, yaylaya, kaplıcaya gönderelim… Bu çalışanın 10 günlük maliyeti taş çatlasın 5 bin TL… Ki bu tutar devletin kendi imkânları, pazarlık gücü veya kurgusu ile çok daha aşağıya inecektir… Ve tabii ki ultra lüks  hizmet kalitesi olacak...

Evet en fazla 5 bin TL…

Peki bu kişinin rahatsızlık başlangıcının tespit edilememesi ve rahatsızlığının büyümesi ile oluşabilecek psikolojik veya fiziksel rahatsızlıkların tedavi maliyeti sizce nedir?..

Mesela kanser maliyeti?.. Peki ya şizofren?..

Elbette 5 bin TL’den çok ama çok daha pahalı… Ve çok daha üzücü bir süreç…

Bu sebeple sistemin ana teması; Enerjisini kullandığı insanları eğlendirerek çalıştırabilmenin yolunu bulmak olmalı… Böylece daha uzun bir süre o insanların enerjisinden ve tecrübelerinden faydalanılabilinir…

Bu sayede gereksiz, üzücü, pahalı tüketimde son bulur. Sisteme, topluma, devlete en üst seviyede fayda sağlanır…

Türkiye’de maalesef sistem tam olarak böyle yürümüyor… Bu sebeple de kafamızı dış borçtan, maliyetten, ithalden kaldıramıyoruz…

Bakıyoruz ki çalışanımız iyi değil “Hadi bakalım, büyüksün, kralsın sana bir şey olmaz. Atlatırsın merak etme” cümleleri ile motivasyon sağlama gayreti… İnanın ki hem sisteme, şirketlere yani kamuya maliyeti çok yüksek…

Tıpkı Merkez Bankasının enflasyonu düşürebilmek için “Hadi bakalım faizi düşürüyorum, sende düş… Düşersin, sana güveniyorum…” Demesi gibi birşey… 

Halbuki faiz; Sadece enflasyonu etkileyen maliyetlerden bir tanesi… 

Ayrıca, özel ve kamu bankalarımızın verdiği kredilerin %10’unun batık olduğu bir dönemdeyiz… Merkez Bankası faizini düşürse bile, piyasa faiz düşüremez… 

Haliyle bu söylemler enflasyonu motive etmez ve dolar yükselir… 

Dolar ile birlikte; üretim ve tüketimi ithale bağımlı piyasamızın benzini, elektriği, doğalgazı, gıdası kısaca maliyetleri yükselir… 

“Yok böyle olmaz... Çünkü o dış güç olan Amerikan Merkez Bankası da faiz düşürecek… Ve bu bize yarayacak…” Diyenler olabilir.

Amerika’nın yıllık faiz oranı %2,5… Hadi diyelim ki düşürdü… İyi ihtimalle %2,25 yaptı… Ve buna ABD yatırımcıları çok kızdı… Tepki için yatırımlarını, bireysel emeklilik fonlarını, dolarlarını başka ülkeye gönderme kararı aldı…

Bu durumda kızgın yatırımcı nereden referans alacak?.. 

Evet, bunlar “tu kaka” dediğimiz uluslararası yatırım şirketlerinin kredi notlarına, yatırım derecelerine bakacaklar…

Türkiye’nin kredi notu Ba3’ten B1’e daha yeni düştü…

Yani (Ba3) spekülatiftir, belirsizlik taşır  seviyesinden, (B1) Yatırım niteliği taşımaz seviyesine düştü… 

Uluslararası alanda “Yatırım niteliği taşımaz” derecesine sahip bir ülkeye gelse gelse çok fazla risk seven, maceraperestler gelir… O da 100 birimden 1 birim bile olmaz… Yani dolar kurunu rahatlatacak bir dolar akışı olmaz…  

Bu ortamda Merkez Bankası faiz düşürür, olan yine maliyetlerimize, halkımıza olur…

Ve özet ile; 

Daha büyük maliyetlere katlanmamak için çalışanları ailesi ile sıkça vakit geçirmesini sağlayalım… Mesai dışı saatlerde rahat bırakalım…

Yine, daha büyük maliyetlere katlanmamak için para piyasalarını da kendi iç dinamiklerine göre yönetelim… Faize siyasi ayar vermeyelim… Faizi rahat bırakalım…