Doçent Dr. Nuh Aydın, Amerika bir üniversitede öğretim üyesi (Adresi: Associate Professor Nuh Aydın, Department of Mathematics Kenyon College, Gambier Ohio 43022  US e-mail: HYPERLINK "http://us.mc659.mail.yahoo.com/mc/[email protected]" \t "_blank" [email protected], http://www2.kenyon.edu/Depts/Math/Aydin). Nuh Aydın matematik doçenti olarak 17 yıldan beri Amerika’da yaşıyor ve üniversitede öğretim üyesi olarak çalışıyor. Nuh Bey, Amerika’dan Türkiye’ye bakınca neden Türkiye’de özellikle eğitim alanında bazı şeylerin eksik, aksak ve yanlış gittiğine dikkat çekiyor. Bununla ilgili yetkililere açık bir mektup yazmış. Bu yazımı sizlere bu mektubu paylaşmak istiyorum. İşte o mektubunun tamamınız siz aziz okurlara sunuyor. Gerisini yetkililere bırakıyorum. “Sayın Başbakanım, Sayın Milli Eğitim Bakanım ve Sayın YÖK Başkanım, Ben 17 yıldır ABD’de bulunan bir akademisyenim. Şu an Ohio eyaletinde bir üniversitede Matematik alanında doçent olarak vazife yapıyorum.  Ülkemizde YÖK kanunu ve üniversitelerimizde yapılması düşünülen köklü reformların gündemde olduğu şu günlerde eğitim sistemimiz adına ciddi bir problem olarak gördüğüm çok önemli bir konuya dikkatlerinizi çekmek istiyorum: Genel olarak üniversitelerimizde verilen eğitim kalitesi. Konuya girmeden önce özgeçmişim  hakkında kısaca bilgi vermek istiyorum. 1989 yılında Bakırköy Endüstri Meslek Lisesinden mezun olup ODTÜ Matematik Öğretmenliği bölümünü kazandım. 1994 Şubat döneminde mezun olup ODTÜ Matematik bölümünde master ve asistanlığa başladım. Aralık 1994 tarihinde master ve doktora çalışmalarıma devam etmek üzere MEB bursu ile Ohio Devlet Üniversitesine gittim. O tarihten beri ABD’deyim. 2002 yılında Matematik alanında doktora aldım. Ayrıca Matematik Eğitimi ve Bilgisayar Bilimleri alanlarında da master dereceleri aldım. 2002 yılından beri Kenyon College’ta çalışmaktayım. 2008 yılında doçent oldum. 2009–2010 akademik yılında  misafir öğretim görevlisi olarak Bakü’deki özel Qafqaz Üniversitesi’nde bulundum. Bu yaz TÜBİTAK’ın konuk bilim adamı programı çerçevesinde İstanbul’daki Fatih Üniversitesi’nde ziyaretçi araştırmacı olarak ortak çalışmalarda bulundum. Birkaç gün önce ABD’ye geri döndüm. Bu yazıda dile getirmeye çalıştığım hususlar hayatım boyunca yaşadığım tecrübeler, aldığım eğitim ve ülkemde ve ABD’deki uzun yılların müşahedelerine binaen ortaya çıkmış fikir ve mülahazalardır. Şunu bütün samimiyetimle ifade etmek isterim ki bu yazıyı kaleme almamın yegane sebebi ülkemizin eğitim sisteminin özellikle de üniversitelerimizde verilen  eğitim kalitesinin iyileştirilmesi ve  olumlu yönde değişime katkıda bulunabilme çabasıdır.  Tarihi bir süreçten geçen ülkemizin dünya standartlarında hak ettiği yeri alabilmesi için eğitim alanında da gerekli reformların hayata geçirmesinin bir zaruret olduğu kanaatindeyim. Eğitim sistemi içerisinde üniversite eğitimi önemli bir yere sahiptir. Genel olarak ele alırsak maalesef ülkemizde üniversitelerde verilen eğitimin kalitesine hak ettiği önemin verilmediği  görülür.  Genel manzaraya bakarsak üniversite sınavı adeta bir at yarışı haline gelmiş durumda ve gençlerimizde üniversiteyi kazandıktan sonra adeta herşey bitmiş havası hâkim olmaktadır. “Ha gayret biraz daha dişini sık, üniversite sınavını kazan” anlayışı ile motive edilen --ki bu motivasyonun arkasında  bazen açık bazen dolaylı olarak  “üniversiteyi kazandıktan sonra pek ders çalışmak zorunda kalmayacaksın” iması var --gençler maalesef üniversiteye başladıklarında hakikaten öyle bir ortam buluyorlar ki derslere devam etmek, düzenli ders çalışmak, düzenli ödev, proje ve araştırma yapmak gibi gerekliliklerle karşılaşmıyorlar. Tabii ki bunun istisnaları var ama genele bakarsak durum böyle. Eğitim sisteminin üniversite öğrencilerini düzenli olarak çalışmaya mecbur etmemesi neticesinde üniversite gençliğimizin önemli bir kısmı potansiyel olarak alabilecekleri  kalite ve nitelikte bir eğitimin çok gerisinde  eğitim alarak mezun oluyorlar. Bundan en fazla zarar gören ise ülkemiz oluyor. Üniversite sınavı adeta nihai bir hedef haline gelmiş durumda. Bunun sonucu olarak çok sayıda kabiliyetli ve donanımlı gencimiz ulaşmaları mümkün olan noktaya ulaşamadan üniversitelerden mezun oluyor. Günümüz dünyasında üniversite eğitimi sadece bir diploma elde etmek için girilen bir süreç değildir. Özgür ve eleştirisel düşünme, araştırma yöntemlerini öğrenme, çalışma disiplini ve akademik kültür kazanma, bir konu hakkında derinlemesine düşünme ve araştırma kabiliyeti geliştirme, düşüncelerini başkaları ile yazılı ve sözlü olarak paylaşabilme gibi vasıfları öğrencilere kazandırmak üniversite eğitiminin temel hedefleri arasında olmalıdır. Sadece sınavlardan önce ders çalışarak “ders notları kimde var”, “sınavda neler çıkacak” gibi kaygılarla geçirilen bir üniversite eğitiminin talebeleri bu hedeflere ulaştıramayacağı açıktır. Üniversitelerimizden mezun olmuş öğrencilerin yüzde kaçı bir konuda ciddi araştırma yapmış ve bunları yazılı veya sözlü olarak sunmuş diye bir araştırma yapsak pek iyi sonuçlarla karşılaşmayacağız. Üniversite hazırlık dershanesindeki dersleri kaçırmayan öğrencilerin üniversitedeki profesörün dersine gitmediği ve bunun ciddi bir sonucunun olmadığı sistemde bir çarpıklık olduğu açıktır. Üniversite eğitim kalitesinin bu durumda olmasının önemli bir sebebi mevcut sistemin üniversite hocalarından beklentileriyle direk ilgilidir. Doçentlik ve profesörlük için belli yayın kriterleri bulunmaktadır. Bu olması gereken kriter üniversite hocalarının görevlerinden biri olan araştırma (research) konusu ile alakalıdır. Fakat pek çok hocanın en çok vaktini harcadığı ders verme (İngilizce tabiri ile teaching) konusu ile ilgili olarak sistemimizde herhangi bir kriter bulunmamaktadır. Mevcut sistem hocaların hangi kalitede ders anlattığı konusunda en ufak bir kaygı taşımıyorç Dünyanın en iyi üniversitelerine sahip ABD’de --ki orada tek tip bir üniversite modeli ve merkezi bir sistem yok-- nereye giderseniz gidin bütün hocalar 3 kriter üzerinden değerlendirilir ve promosyonları hatta maaş artışları bu kriterler üzerindeki performanslarına göre belirlenir. Bu kirterler de research quality (araştırma  kalitesi),  teaching excellence (ders verme ve pedagoji konusundaki başarı) ve service (bölüme, üniversiteye, mesleğe ve topluma katkılar) olmak üzere 3 maddedir. Her üniversite kendi misyon ve önceliklerine göre bu kriterlerin ağırlıklarını kendisi belirler. Mesela teaching ağırlıklı üniveristelerde teaching excelence birinci kriter iken araştırma üniversitelerinde research birinci kriterdir. Fakat heryerde bu 3 kriter vardır ve hiçbiri sıfır seviyesine düşmez. Ülkemizdeki üniversite eğitim kalitesinin yükseltilmesi için en gerekli  değişiklilklerden bir tanesi teaching excellence maddesinin promosyon kriterleri arasına girmesidir. Tabii bunun nasıl olacağının detayları ayrıca ele alınması  gereken bir konudur. Son yıllarda ülkemizden pekçok akademisyen arkadaşla bu düşüncelerimi paylaştım. Hemen herkes bu kaygılara hak verdi fakat bazen şöyle itirazlar da yükseldi: Üniversitelerimizde öğretim görevlisi sayısı yetersiz, hocalar çok sayıda derse girmek zorunda kalıyorlar bu da kaliteyi düşürüyor.  Üstelik bunlar üniversite öğrencisi olmuş yetişkin insanlar. Sorumlu davranıp içlerinden gelerek ciddiyetle ders çalışmalılar. Ben de bu arkadaşlara şöyle cevaplar verdim. Olması gereken seviyenin çok uzağında bulunan bu sistem değişmek zorunda. Yapacak birşey yok deyip “böyle gelmiş böyle gider” anlayışı ile hareket edemeyiz, edersek zararı ülkemiz çekecek. Bir şeyleri değiştirmek ve bir yerden başlamak zorundayız. Nasıl ki doçentlik ve profesörlük için daha önce olmayan yayın kriterleri geldikten sonra insanlar bu konuda gayret içerisine girdi ve yayın sayıları artmaya başladı. Aynen öyle de “teaching excellenc” da bir kriter haline gelirse üniversitelerde anlatılan derslerin kalitesi kesin olacak artacak, hocalar pedagojik kavram ve gelişmeleri daha yakından takip edecektir. Gelelim üniversite öğrencilerine ortaokul talebesi gibi davranmamak gerektiği argümanına. Düzenli ve sistemli çalışmanın mesela ödev yapmanın, araştırma yapmanın, akademik yazılar yazmanın ve sunumlar hazırlamanın beklenmediği bir sistemde öğrencilere akademik kültür nasıl verilecek? Öğrencilerden bunları kendi kendilerine mi elde etmeleri beklenecek? Çok sayıda üniversitenin açıldığı ülkemizde kalifiye akademisyen açığı ciddi bir sorun. Gençlerimize akademik kültürü üniversite yıllarında vermezsek ne zaman vereceğiz? Sporda altyapının önemi ne ise akademisyen yetiştirmede de üniversite eğitiminin rolü odur. Daha fazla sayıda gencimiz kaliteli bir üniversite eğitimi alırsa dünyanın seçkin üniversitelerinde daha fazla Türk genci doktora yapma imkânına kavuşabilir. Kaldı ki kaliteli bir üniversite eğitimi sadece geleceğin akademisyenleri için değil her kesim için önemli bir meseledir. Çalışma disiplini, bir probleme değişik açılardan bakabilme alışkanlığı, öz eleştiri, analiz ve sentez gibi kabiliyetler her alanda gerekli ve kıymetli hasletlerdir. Bunlar üniversite eğitimi sırasında düzenli ve sistemli bir şekilde verilmezse öğrencilerin kendi kendilerine elde etmesi beklenemez. İnsanların kendi içlerinden gelerek çalışmasını beklersek sadece istisna kabilinden küçük bir yüzdenin bunu başardığını görürüz. Çoktan seçmeli test tekniğine odaklanmış öğrencilerin modern üniversite eğitiminden beklenen donanımları kazanması üniversite hocalarının özel gayretini gerektirmektedir. (Burada üniversite yerleştirme sisteminin mutlaka kötü olduğunu söylemek istemiyorum. Herkesin üniversiteye gidemeyeceği bir sistemde şu veya bu şekilde bir seçme olmak zorunda. Şahsen üniversiteye girdiğim yıllarda mevcut olan ÖSS-ÖYS sistemini bilgiyi ölçmede ve seçicilikte son derece kuvvetli bulduğumu ifade etmek istiyorum.) ABD üniversite anlayışında  liseden vasat bir donanım ve hazırlıkla gelen öğrenciler bile  sistem tarafında devamlı ve düzenli çalışmaya teşvik ve mecbur edilerek potansiyellerinin el verdiği en yüksek seviyelere çıkmaları   hedeflenir. Bazı lisans öğrencilerine ileri derecede araştırma projeleri yapma ve bunları yayınlama imkânı sağlanır. Hatta bazen lisans öğrencileri tarafından yapılan araştırmalar birinci derecede dergilerde yayınlanır.  Hocalardan derslerini iyi anlatmaları ve pedagojik konuları takip etmeleri beklenir. Bu bazı üniversitelerde promosyon için birinci dereceden kriterdir. Araştırma ağırlıklı üniversitelerde bile bu kriter göz ardı edilmez.  Hemen her üniversitede hocalara pedagojik konularda yardımcı olan eğitim merkezleri vardır. Hâlbuki kendi ülkemizde liseden daha hazırlıklı gelen nice öğrenciler sistem içerisinde körelmektedir. Kendi öğrencilik yıllarımda ODTÜ gibi ülkemizin en seçkin üniversitelerinden birinde fen lisesi gibi çok iyi liselerden yüksek puanlarla gelen   nice arkadaşlarımın bu yazıda dile getirmeye çalıştığım sebeplerden dolayı okuldan atılma noktasına geldiklerine şahit oldum. Bunca yıllık tecrübeden sonra geriye dönüp baktığımda nice parlak beyinleri heba eden bu sistemin değişmesi gerektiğine kesin kanaat getirmiş bulunuyorum. Tabii ki bu değişiklikler bir anda olmayacak ve olması beklenmez. Önemli olan bu vizyonun eğitim sistemimizin hedefleri arasına girmesi ve bu hedeflerin nasıl hayata geçirilebileceği konusunda kafa yorulmaya ve istişarelere başlanmasıdır.  Meselenin finansal yönünün de olduğu açıktır. Kalitenin artırılması için hocaların ders yüklerinin azaltılması gerekir. Bu da daha fazla öğretim elemanı ihtiyacı ve daha yüksek maliyet demektir. Fakat uzun vadede ülkemiz kazanacaktır. Maliyeti azaltabilecek bir husus ise müfredatta ders sayısından çok kaliteye önem verilmesi ve bazı derslerin müfredattan çıkarılması veya seçmeli hale getirilmesi olabilir. Esasen birçok program için müfredatların yeni hedefler ışığında yeniden gözden geçirilmesi gerekebilir. Tekrar ifade edeyim ki bu meseleler sihirli bir değnekle bir anda çözülebilecek meseleler değil. Uzunca bir süreç gerekmektedir. Bazı şeylerin nasıl hayata geçirilebileceği konuları  üzerinde kafa yorulması gerekmektedir. Fakat herhangi bir ilerleme kaydedebilmek için ülke çapında kaliteli bir üniversite eğitimi  vizyon ve hedefi gündemimize girmek zorunda. Bu konularla alakalı olarak herhangi bir hususta görüş alışverişinde bulunmak isterseniz memnuniyetle  konuşmaya hazırım. Kontak bilgilerim aşağıdadır. Saygılarımla, Nuh Aydın.”