Geçen Temmuz’da “PKK sizi tükürüğüyle boğar”  diyebilecek kadar küstahlaşan terör destekçileri bugün yabancı ülkelerin kapılarında yardım dilenirken, örgüt yönetiminden  “silahları bırakabiliriz, görüşebiliriz, konuşalım” haberleri gelmekte ve teröristler gruplar halinde teslim olmakta veya kaçmaktadır.
Türkiye’de 32 yıldır süren terörle mücadele yöntemi zamana ve şartlara bağlı olarak  değişiklik göstermekteyse de 2002’de neredeyse sıfıra düşürülmüş olan terör o günden bu yana giderek tırmanmıştır.
“Kürt açılımı” diye başlayıp, “demokratik açılım”, “milli birlik ve kardeşlik”,  ve nihayetinde “çözüm süreci” diye adlandırılan dönemlerde süreç zarar görmesin diye pkk terör örgütünün faaliyetlerine göz yumulmasına ve  birçok tavizler veren “Dolmabahçe mutabakatına” rağmen 7 Haziran seçimlerinde sonra kendilerince “özyönetim” ilan ettikleri  bazı ilçe merkezleri tünellerle, hendek ve barikatlarla donatılarak, bomba ve silah yığılarak savaş alanına çevirilmiştir.
Soner Yalçın’ın Sözcü gazetesinde yazdığına göre, çatışmasızlık süreci boyunca devletin resmi rakamlarına göre, 6 bin 593 kişi PKK'ya katıldı. Bu süreç boyunca; bugüne kadar hep kırsalda savaşan PKK, (ABD'lilerden) şehir savaşı eğitimi aldı. Bu süreç boyunca; PKK 3 bin 800 silahlı militanını Kuzey Suriye'ye gönderdi; Cizire, Ayn El Arap (Kobane), Afrin kantonlarını kurdu.Bu süreç boyunca; PKK şehir ayaklanması yapacağı Türkiye'deki ilçelere mühimmat depoladı.
Üzücü olan ülkemizin yaşadığı çok önemli iç ve dış sorunlarına rağmen, teröre karşı birlik ve beraberlik içinde topyekun mücadele etmek yerine siyasilerimiz tarafından hala çatışmacı bir zihniyetin sürdürülmesidir. Malesef hoşgörü ve uzlaşma yerine tercih edilen ötekileştirici ve kavgacı dil, diyoloğu ve güveni yok etmekte, toplumsal huzurun inşasına engel olmaktadır.
Böylece durumdan vazife çıkaran veya bilinçli provakatör olabileceği değerlendirilen bazı kendini bilmezler, birçok devlet büyüğünün, valin, emniyet müdürü ve onlarca polisin gözü önünde acılarımızın ortak paydası olan şehit cenazelerini istismar ederek toplumsal ayrışma/kutuplaşma değirmenine su taşımaktadırlar. Osmanlı’dan beri  sosyo-kültürel birlik ve beraberliğini oluşturmaya çalışan yapımız çok kırılgan olduğundan bu tür eylemler uçurumların derinleşmesine yol açmakta ve malesef toplumu ayrıştırmaktadır.
Gelelim esas konuya; Hendeklerde beli kırılan ve “Halkların Birleşik Devrim Hareketi” adı altında sol örgütlerle işbirliğine giden PKK, İstanbul-Ankara gibi metropolleri hedef almış durumda. Örgüt, büyük şehirlerde kendisi için risksiz, ama getirdiği sesle büyük yankılar uyandıran eylemler yapmaya başladı.
12 ana bölge, 30 ilçe’de başlatacağını ddia ettiği, fakat 9 ilçede teşebbüs edebildiği özyönetim zırvasıyla Suriye’deki gibi kantonlar oluşturmayı amaçlayan pkk ağır bir yenilgi alarak kazdığı hendeklere gömüldü. Şimdi kırsal alanda toparlanmasına fırsat vermemek için 90’larda çok iyi sonuç alınan “alan hakimiyeti” konseptiyle mücadeleye devam edilerek teröristlere göz açtırılmayacak.
Bunca iyi niyete, hoşgörüye ve hatta tavize rağmen istismar edilen “çözüm sürecine” uzun bir süre dönülmeyecek.
PKK’la mücadelede yeni bir dönem başlatılarak, “önleyici vuruş” stratejisine geçildiği basında yer aldı. Bu amaçla örgütün kampları sürekli vurularak göz açtırılmayacak.
Samimiyetsizliği ve iki yüzlü Batılı müttefiklerimiz ve bazı dış güçler, terör örgütüne  örtülü olarak verdikleri desteğin yanında siyasi alanda da Türkiye’yi bir takım uyarı ve yaptırımlarla  kösteklemeye çalışabilirler. Birlşk ve beraberlik içinde teröre karşı topyekün mücadele edersek başarılı olabiliriz. Bu nedenle siyasetin zirvelerinde birbirimize karşı hoşgörülü olup, kucaklayıcı bir dil kullanılmasını bekliyoruz.