Tahran Zirvesi öncesinde Rus uçaklarının İdlib’i vurmaları, canlı yayınlanan zirvede, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, sonuç bildirgesinin 3. maddesine “ateşkes” eklenmesi teklifine Putin’in sıcak bakmaması, Türkiye’nin dikkat çekmesine rağmen, Fırat’ın doğusunda ABD’nin “kontrolü altındaki” bölgelerde yuvalanmış olan ve BM’nin terör örgütü saydığı PKK uzantısı YPG’nin terör örgütü olarak anılmaması, Türkiye’nin ve BM’nin “göç tehlikesi” uyarısına rağmen, Tahran Zirvesi sonrasında da İdlib’teki terör odaklarına yönelik hava saldırılarının devam etmesi, Doğu Akdeniz’de ilk defa askeri bir tatbikat gerçekleştiren  Rusya’nın Suriye politikasına ilişkin soru işaretlerinin oluşmasına neden olmuştur.
Tahran Zirvesi’nde yapılan konuşmalarda sürekli Suriye’nin toprak bütünlüğünden söz edildi. Suriye’nin Fırat’ın doğusundan Irak sınırına uzanan bölgesi ABD’nin “kontrolü altındayken”, Suriye’nin toprak bütünlüğünden söz etmek ne derece gerçekçi olacaktır?
Astana Süreci’ni sürdürmek, Astana Mutabakatı’nı canlı tutmak, bazı görüş ayrılıklarına rağmen, Astana garantörü ülkelerinin oluşturdukları cepheyi güçlü tutmak açısından da çok önemlidir. Astana garantörlerinin oluşturdukları cephenin yara alması, bölgeyi kontrollü bir kaos üzerinden kontrol altına almayı hedefleyen ABD’nin Suriye’de, dolayısıyla Ortadoğu’da yeniden orkestra şefi olmasını sağlayacak bir sonuç üretecektir. Bu durum, ABD’nin Suriye politikalarına baştan beri karşı duran Rusya ve İran’ın olduğu gibi, bu ikiliye sonradan katılan Türkiye’nin de yararına olmayacaktır.

M. KEMAL SALLI

“Rejimin çıkarları uğruna onbinlerce masum insanın öldürülmesine göz yumulması durumunda, böyle bir oyunun ortağı da, seyircisi de olamayız.”
Canlı yayınlanmasından dolayı, tarihe bir ilk olarak geçen Tahran Zirvesi’nden çıkacak sonuçlar önemliydi. Sonuç bildirgesinin içeriği, yalnız Türkiye tarafından değil, bütün dünya tarafından merak ediliyordu. Çünkü, Suriye’deki gelişmelerin oluşturacağı girdabın bütün bölge ülkelerini siyasi ya da ruhani boyutuyla karanlık bir sürece sürükleme olasılığı vardı. İdlib’te düğümlenen Suriye sorunun bölgesel ve küresel barış açısından çok önemli sonuçlar üreme olasılığı vardı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Tahran Zirvesi’nde, İdlib konusunun Türkiye açısında önemini vurgularken, “İdlib yalnızca Suriye’nin siyasi geleceği için değil, bizim milli güvenliğimiz ile bölgenin barış ve istikrarı bakımından hayati öneme sahiptir” diyordu.
Türkiye, İdlib sorunu konusunda, Tahran Zirvesi’nden Astana Mutabakatı’nın ruhuna ve lafzına uygun bir metin çıkması için çaba harcarken, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Tahran Zirvesi’nde, İdlib kadar önemli olan bir başka bölgesel soruna, Fırat’ın doğusuna, Suriye krizinin asıl kaynağına dikkat çekiyordu: “Bizler İdlib’e odaklanırken, Fırat’ın doğusunda arzu etmediğimiz gelişmeler yaşanıyor. ABD’nin bölgede bir diğer terör örgütünü güçlendirmeye devam etmesinden rahatsızız.”

PUTİN “ATEŞKES”E NEDEN RAZI OLMADI?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Fırat’ın doğusu konusundaki mesajı şuydu: “İdlib’de ateşkes ilan edelim, sonuç bildirgesinin 3. maddesine ‘ateşkes’i de ekleyelim ve Fırat’ın doğusuna yoğunlaşalım.”  
Rusya Devlet Başkanı Putin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu teklifine sıcak bakmadı, “teröristler adına ateşkes kararı alamayacaklarını” söyledi. Putin bunu söylerken, “Suriye’nin yüzde 95’inin rejimin kontrolü altında olduğunu, kalan teröristlerin de İdlib’te bulunduklarını ve provokasyonlar yaptıklarını” savunuyordu. Fakat, Fırat’ın doğusundan Irak sınırına uzanan bölgedeki ABD üslerini ve bu üslerde eğitilip donatılan, ordulaştıran terörist yapılanmayı, BM’nin terörist örgüt saydığı YPG’yi görmezden gelmek gerçekçi bir değerlendirme sayılabilir mi?
Tahran Zirvesi’nde yapılan konuşmalarda sürekli Suriye’nin toprak bütünlüğünden söz edildi. Suriye’nin Fırat’ın doğusundan Irak sınırına uzanan bölgesi ABD’nin “kontrolü altındayken”, Suriye’nin toprak bütünlüğünden söz etmek ne derece gerçekçi olacaktır?
Canlı yayınlanan Tahran Zirvesi’nde, Rusya ve İran’ın, İdlib sorununa, Suriye’nin toprak bütünlüğünden çok, buradaki kazanımlarını korumaya yönelik bir çerçeveden baktıkları gözleniyordu.

RUSYA’NIN MESAJLARI

Tahran Zirvesi öncesinde Rus uçaklarının İdlib’i vurmaları, canlı yayınlanan zirvede, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, sonuç bildirgesinin 3. maddesine “ateşkes” eklenmesi teklifine Putin’in sıcak bakmaması, Türkiye’nin dikkat çekmesine rağmen, Fırat’ın doğusunda ABD’nin “kontrolü altındaki” bölgelerde yuvalanmış olan ve BM’nin terör örgütü saydığı PKK uzantısı YPG’nin terör örgütü olarak anılmaması, Türkiye’nin ve BM’nin “göç tehlikesi” uyarısına rağmen, Tahran Zirvesi sonrasında da İdlib’teki terör odaklarına yönelik hava saldırılarının devam etmesi, Doğu Akdeniz’de ilk defa askeri bir tatbikat gerçekleştiren  Rusya’nın Suriye politikasına ilişkin soru işaretlerinin oluşmasına neden olmuştur.
Doğu Akdeniz’de ilk kez bir askeri tatbikat gerçekleştiren ve yakında Çin ile birlikte 300 bin askerin katılacağı bir tatbikata hazırlanan Rusya, Suriye’nin Fırat’ın doğusundaki kuzey bölgelerinde konuşlanan PKK/YPG terör örgütünü görmezden gelerek, yalnızca İdlib’teki terör odaklarını hedef alan operasyonlarıyla kimlere nasıl bir mesaj vermektedir.

“ASTANA SÜRECİ”Nİ CANLU TUTMAK ZORUNDAYIZ

Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından sınır güvenliğinin sağlanması ve güney sınırları ötesinden kaynaklanan terör saldırılarını önlemesi ve terör örgütleriyle yurtiçinde değil, kaynağında mücadele etmesi hayati önemde konulardır. Ulusal güvenlik politikası ve stratejilerinin bu parametreler çerçevesinde belirlenmesi, varlığımız, birliğimiz ve gelecekteki güvenliğimiz açısından çok önemlidir.
Suriye’de alanda bayrak gösteren bütün bölgesel ve aktörler Suriye’nin toprak bütünlüğünden söz ediyorlardı, ama bu konuya bakış açıları çok farklıydı. Astana Mutabakatı ortaklarından Türkiye, Suriye’nin bölünmesinin bölgede oluşturacağı bumerang etkisinden kaygı duyarken, Rusya ve İran bunu, ülkedeki varlıklarının ve kazanımlarının bir garantisi olarak savunuyorlardı; çünkü onlar, Suriye’de, Esad’ın davetlisi olarak bulunuyorlardı. Bu bakış açısı, ilerde, “Türkiye’nin Suriye’de bir işgalci olduğu” yorumunu da getirebilirdi. Türkiye’nin zirvede, Astana Süreci’nden ve Astana Mutabakatı’ndan ısrarla söz etmesinin bir nedeni de bu olasılık olablir.
Astana Mutabakatı, Türkiye’nin Suriye’deki varlığını, uluslararası hukuk çerçevesinde meşrulaştıran bir belgeydi. O nedenle, Astana Süreci’nin canlı tutmak, herkesten önce Türkiye’nin göreviydi.
Astana Süreci, Türkiye’nin Suriye’deki varlığına ve etkinliğine uluslararası hukuk çerçevesinde haklılık kazandıran bir platformdur. Astana Süreci’ni sürdürmek, Astana Mutabakatı’nı canlı tutmak, bazı görüş ayrılıklarına rağmen, Astana garantörü ülkelerinin oluşturdukları cepheyi güçlü tutmak açısından da çok önemlidir.

“ASTANA SÜRECİ”Nİ YAŞATMAK HEPİMİZİN GÖREVİDİR

Astana garantörlerinin oluşturdukları cephenin yara alması, bölgeyi kontrollü bir kaos üzerinden kontrol altına almayı hedefleyen ABD’nin Suriye’de, dolayısıyla Ortadoğu’da yeniden orkestra şefi olmasını sağlayacak bir sonuç üretecektir. Bu durum, ABD’nin Suriye politikalarına baştan beri karşı duran Rusya ve İran’ın olduğu gibi, bu ikiliye sonradan katılan Türkiye’nin de yararına olmayacaktır.