“5 Temmuz Ürümçi Olayları”nın yaşandığı 2009 yılından bu yana gerçekleştirilen ikili görüşmelerin tamamında, Çinlilere göre ayrılıkçılığı, bölücülüğü hatırlatan olan diasporadaki “Doğu Türkistan örgütleri ve bunların faaliyetlerinin müzakere masasında konuşulduğu biiinmektedir. Bu tespitimiz, Türk-Çin ilişkilerinde Uygurların önemini ve rolünü ortaya çıkarmıştır. Bilhassa demirden İpek Yolu Projesinin devreye girmesiyle Uygurların ve Doğu Türkistan’ın Çin açısından vazgeçilmez olduğu gerçeğini teyit etmiştir.
05/09.01.2021
İSMAİL CENGİZ, Avrasya Türk Dernekleri Federasyonu & Doğu Türkistan Milli Merkezi Bşk.
Vatan Partisi’nin Çin temsilcisi Adnan Akfırat’ın 02.01.2021 tarihli Aydınlık Gazetesi’nde yayınlanan “Suçluların İadesi Anlaşması, Uygurların Yararına” başlıklı yazısının her satırında, alışageldiğimiz Amerika karşıtlığını ve Çin propagandasını görmek mümkün.
Yazının içeriğindeki en büyük sıkıntının, Çin tarzı sosyalim ideolojisine körü körüne (aslında menfaat ilişkisine dayalı) bağlılık olduğu görülüyor. Bu nedenledir ki, yazının bütününde tarafsız bir yaklaşımın sergilenmediğini rahatlıkla görebiliyorsunuz.
Sayın Akfırat’ın yazısının ilk satırında kullandığı “Yeni yıl, mazlumlar için müjdelerle geliyor. Kutlu olsun!” ifadesindeki “mazlumlar”dan kast ettiği umarım “Uygurlar”dır. Çünkü Çin Halk Cumhuriyeti’nde kamplardan uzak mutlu, huzurlu yaşamı arzulayan Uygurlar, Tibetliler, Kazaklar, Kırgızlar, Özbekler, Tatarlar, Şibolar, Mançular ve Moğollardan başka mazlum halklar yoktur.
Sayın Akfırat’ın dediği gibi, “artık bu terazi, bu sıkleti çekmez!”…
Çünkü 2017’den bu yana milyonlarca masum ve mazlum insan; sırf dini ve milli kimliklerinden, inançlarından dolayı etnik ayrımcılığa uğruyor ve sözde eğitim kamplarında çile çekiyor…
Akjfıtar’ın, kurulacağını ifade ettiği “yeni dünya düzeni”nde Han soyuna mensup olmayan masum ve mazlum halkların anayasadaki haklar çerçevesinde eşit ve adil bir hayat sürmelerine imkan tanınacağını ümit ediyorum.
TÜRK – ÇİN İLİŞKİLERİ 50 YILINI DOLDURDU
Çin Halk Cumhuriyeti ile Türkiye arasında 4 Ağustos 1971’de kurulan diplomatik ilişki bu yıl 50. yılını dolduruyor. Türkiye, kuruluşundan 22 yıl sonra BM’e üye kabul edilmesiyle birlikte Çin’i resmen tanıyan sekizinci NATO ülkesi olmuştu.
Çin ile Türkiye arasında imzalanan protokolde şöyle deniyordu: ''Bağımsızlık, egemenlik, iç işlerine karışmama, hak eşitliği, toprak bütünlüğünü ve karşılıklı çıkarları koruma prensibi çerçevesinde, bugünden itibaren diplomatik ilişkinin kurulmasına karar verilmiştir.''
NATO gölgesi ve Amerikan yaptırımları nedeniyle ciddi ilerleme kaydetmeyen Türk-Çin ilişkilerinin 2010 yılında imzalanan “stratejik ortaklık” anlaşması ile her alanda hızlı şekilde iş birliklerinin artış kaydettiği görülmüştür. Son beş yıl içinde dört kez bir araya gelen iki ülke liderlerinin 2019 yılı Temmuz ayında Pekin’de gerçekleşen resmi ziyaret esnasında yeni bir sayfa açılmıştır. Güvenlik ve ekonomik alanlarında yakın iş birliği kurulması ve her alanda stratejik ortaklılar geliştirilmesi konusunda anlaşmaya varılması, Türkiye ile Çin arasında yeni bir dönemin başlamasına neden olmuştur.
TÜRK-ÇİN İLİŞKİLERİ ÜST DÜZEYDE SÜRÜYOR
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan kendisinin başdanışmanı olan şahsı Pekin Büyükelçisi olarak atarken, Çin tarafı da, en üst düzey kıdemli diplomatlarını Ankara Büyükelçisi olarak görevlendirmek suretiyle her iki ülke birbirlerine verdikleri önemi kamuoyuna deklere etmiş oldu.
Daha da önemlisi Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın, Doğu Türkistan İslami Hareketi'ni terörist olarak nitelemesi ve Uygurların Çin'in bütünlüğü içinde mutlu ve müreffeh yaşamasını dilemiş olması Çin açısından önemli bir gelişme olarak değerlendirilmiştir. Ancak bu söylemler, Türkiye’ye ümit bağlayan Uygurları da şüphesiz üzmüş ve endişeye sevk etmiştir.
Vatan Partisi Çin Temsilcisi Akfırat’ın dediği gibi; Çin yönetimi, ilişkileri geliştirmenin ilk şartı olarak karşılıklı toprak bütünlüğünün korunması konusunda kararlı tutum alınmasını sürekli Türkiye’den talep etmektedir. O’nun ifadesine göre; “Nasıl Türkiye, PKK'ya terör ve ayrılıkçı faaliyet için imkan tanıyan ABD ve Batılı ülkelere karşı bu konuyu ''ilke kararı'' diye tanımlıyor ve ısrarlı tutum alıyorsa, Çin de Doğu Türkistan ayrılıkçı örgütleri konusunda aynı tutumu aldığını ve bu konunun müzakere dışı kalmasında ısrar” etmektedir.
Ancak özellikle “5 Temmuz Urümçi Olayları”nın yaşandığı 2009 yılından bu yana gerçekleştirilen ikili görüşmelerin tamamında, Çinlilere göre ayrılıkçılığı, bölücülüğü hatırlatan olan diasporadaki “Doğu Türkistan örgütleri ve bunların faaliyetlerinin müzakere masasında konuşulduğu tarafımızdan bilinmektedir.
Bu tespitimiz, Türk-Çin ilişkilerinde Uygurların önemini ve rolünü ortaya çıkarmıştır. Bilhassa demirden İpek Yolu Projesinin devreye girmesiyle Uygurların ve Doğu Türkistan’ın Çin açısından vazgeçilmez olduğu gerçeğini teyit etmiştir.
AYDINLIKÇILAR, DOĞU TÜRKİSTAN GERÇEĞİNDEN KAÇIYOR
Üzücü olan; Çin bile Doğu Türkistan’ın stratejik ve jeopolitik öneminin farkında iken, Aydınlıkçı dostların Doğu Türkistan gerçeğinden uzak durmalarıdır.
Başta Doğu Perinçek olmak üzere, Aydınlık ekolinin önemli temsilcilerinden olan Adnan Akfırat dostumuz hala Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlallerini görmezden, duymazdan gelmeye devam ediyorlar. İnsanların rızası alınmaksızın sevk edildikleri “Toplama ve Ceza Kampları”ndan, “…teröre ve köktendinciliğe karşı aydınlatma merkezi olarak işlev gören eğitim merkezleri…” olarak söz edebiliyorlar. Bu sözde eğitim merkezleri üzerinden ''irşad faaliyeti''ne son verildiğini ve bölgede terörün bitildiğini belirtiyor. Terörle mücadelenin getirdiği olağanüstü dönemden çıkan Uygurların işinde gücünde olduklarından bahsediliyor. Akfırat ve Perinçek’e göre Doğu Türkistan’daki şehirler “çarşılar şen, halk huzur içinde ve yobaz terörden özgürleşmiş” durumda. Hatta sözde “Uygur Özerk Bölgesi, kalkınmada rekorlar kırıyor”muş.
İNSANLAR MUTLU İSE, KAMPLAR NEDEN VAR?
Diyelim ki, Aydınlıkçılar’ın dedikleri gibi, Doğu Türkistan’da Uygurlar şen-şakrak içinde yaşıyor olsunlar… Diyelim ki, “toplama kampları”, “meslek edindirme merkezleri” olsun… Diyelim ki, 2017 yılından bu yana bölgede terör faaliyeti olmamış olsun… O zaman şu soruları sormamız gerekiyor:
Neden Doğu Türkistan’ın kapıları herkese açık değil?
Eğitim Merkezleri’nde 3 milyondan fazla insanın ne işi var?
Kamplara sevk edilen 3 milyon insanın hepsi terörist mi?
Binlerce kişiye eğitim veren öğretmenlerin, akademisyenlerin, ses ve saz sanatçılarının, ressamların, futbolcuların yani yeterli eğitim almış olan binlerce aydın insanın eğitim merkezlerinde işleri ne?
Terörist saldırı olmasın diyerek, 5 milyon insanı terörist suçlaması ile kamplara sevk etmek, gözetim altında tutmak demokratik ve hukuki bir önlem midir?
2017 yılından bu yana kendilerinden haber alınamayan T.C. vatandaşı 70’in üzerindeki Uygurların suçu nedir, neden bunlardan haber alınamıyor?
Diyelim ki, herkes şen-şakrak içinde, mutlu bir hayat sürüyorlar. O zaman neden özgürce ve istedikleri zaman yurt dışındaki yakınları ile telefonda da olsa hasret gideremiyorlar?
Neden insanların pasaportları toplandı? Neden insanların yurt dışına çıkmalarına izin verilmiyor?
Madem bölgede bir sorun yok ise, bizzat Şi Ji Ping’in 2019’da davet ettiği Türk heyetinin Doğu Türkistan’ı ziyaret etmesine izin verilmiyor?
Neden basın mensuplarının insanları terörizmden uzak tutan eğitim merkezlerini ziyaret etmelerine, bölgeyi gezmelerine, halk ile sohbet etmelerine izin verilmiyor?
Ve neden sayın Perinçek, sayın Akfırat İsmail Cengiz ile birlikte basın mensuplarını alarak karış karış Doğu Türkistan’ı dolaşmıyoruz?
VATAN PARTİSİ, UYGURLARIN FERYADINA KULAK VERMELİDİR
Eğer sayın Perinçek olsun, sayın Akfırat olsun, Uygurları soydaşları olarak kabul ediyorlarsa (ki öyle biliyorum) o zaman ;
Kardeşlerinin dini ve milli kimliklerini koruyarak yaşamaları; kendi dillerinde eğitim görmeleri için gerekli ortamın oluşmasını sağlayıcı önlemler alınması hususunda Çin Devleti nezdinde girişimde bulunmalıdırlar.
Parçalanmış aileleri özellikle eş ve çocukların kavuşmalarına vesile olmalıdırlar.
İnsanların yakınları ile telefonda iletişim kurmaları için girişimde bulunmalıdırlar.
On gündür İstanbul’da Çin Konsolosluğu önünde akrabalarının durumunu sorgulayan Uygurların dilekçelerinin alınması ve bu şahısların aileleri ile iletişim kurmaları için aracı olmalıdırlar.
Aydınlıkçıların dediği gibi madem, “…Türkiye'de, ABD hesabına yürütülen yaygaranın Uygurlara büyük zararı oluyor. Çin'in daha sıkı önlemler almasına ve şüphe duymasına neden oluyor”. O zaman Aydınlıkçılar, Uygurların feryatlarına kulak vermeli, soydaşlarının sorunlarına çözüm bulunması konusunda aracı olmalıdır. Unutulmasın ki, “Türkiye ile Çin, önümüzdeki yüzyıla damgasını vuracak ittifakın” sağlıklı şekilde gerçekleşmesi, Uygurların durumuna bağlıdır. Doğu Türkistan’da huzur ve istikrar sağlanmadan, Uygurların (Kazaklar ve diğer unsurların) dini ve milli kimliklerine bağlı şekilde yaşamalarına uygun ortam sağlanmadan Çin’in küresel güç olma yolunda ilerlemesi mümkün değildir…
TRUMP’LI AMERİKA’NIN ÇİN’E KARŞI SAVAŞI
Çin ile Türkiye arasında 13 Mayıs 2017’de Pekin’de imzalanan, 12 Nisan 2019’da T.C. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uygun görerek onaylanmak üzere TBMM’ne sevk ettiği ''Suçluların İadesi Anlaşması''nın 22 Aralık 2020’de ise Çin Ulusal Halk Meclisi’nde onaylanması, bunun öncesinde “Bir Kuşak – Bir Yol” adı verilen demirden İpek Yolu projesinin sorunsuz işlemesi ve akabinde Covit-19 salgını ile birlikte sağlık ve aşı alanındaki yakınlaşmalar Türkiye ile Çin arasındaki ilişkileri adeta doruk noktasına çıkarmıştır.
İşte bu gelişmeler üzerine Vatan Partisi’nin bence sayın Perinçek’ten sonra ikinci önemli adamı olan Adnan Akfırat’ın objektif olması gerekirken Amerika’nın Çin düşmanlığı bahanesine sığınan değerlendirmesinden hoşnut olmadığımı belirtmek isterim.
Kendisinin de dediği gibi, Çin ile Türkiye arasındaki olumlu ilişkilerden rahatsız olacak şüphesiz tek ülke var, o da Amerika.
Dolayısıyla Amerika’nın; Avrasya coğrafyasını, İslam dünyasını yakından ilgilendiren ve etkileyen Türk-Çin ilişkilerini baltalamak için girişimde bulunuyor olmasını, (Akfırat’ın ifadesiyle kampanya başlatmasını) çıkarları gereği gayet normal bir gelişme olarak yorumluyorum.
AMERİKA “UYGUR KARTI”NI KULLANIYOR
Akfırat’ın ise, Amerika’nın girişimlerini daha keskin, daha sert ifadelerle yorumladığı görülüyor:
--“Türkiye’nin Asya’ya yönelmesinin ardından yoğunlaşan yakınlaşmadan rahatsız olan Amerika’nın dünya dengelerini değiştirecek bu ittifakı önlemek için “Uygur Kartı”nı oynadığını…” söylüyor.
“Uygurların Türkiye’yi Müslüman dünyasının lideri olduğunu” belirterek, ''Uygurlar Çin'in mezalimine karşı bir tek Türkiye'den medet umuyor, Türkiye'yi kendilerini kurtaracak güç olarak görüyor'' temasıyla Amerika’nın uluslararası psikolojik bir kampanya yürüttüğünü…” belirtiyor. Bu söylemlerle Amerika’nın Çin karşıtı eylemlerin merkezini Türkiye’ye taşımayı amaçlandığı vurgulanmak isteniyor.
Pantürkizmin, Panislamizmin merkezinin Türkiye olduğunu kendi iç platformunda sürekli dile getiren Çinli yöneticilerin bu endişesini gören Amerika derin güçlerinin 2017 yılından bu yana Uygur sorununu sürekli kaşıdıkları görülmektedir.
AMERİKANCI UYGURLARIN AMAÇLARI
Akfırat’a göre, “Washington’da kurulan, Türkiye’yi Çin ile karşı karşıya getirme tezgahında Ruşen Abbas, Ablekim İdris, Rabia Kadir, Mehmet Tohti, Dilnur Reyhan ve Kuzet Altay gibi (Türkiye karşıtı gruplarla diyalog içinde olan) Uygurlara görev verilmiştir.
Amerikan karşıtı bu iddialara göre güya Türkiye’de yaşayan Erkin Ekrem, Erkin Emet gibi şahıslar da bu Uygurlara yardımcı olarak Amerika çıkarlarına hizmet etmektedirler.
Aydınlık grubuna göre yukarıda ismi geçen Amerikancı Uygurların ortak amacı;
Türkiye ile Çin arasındaki iş birliğini baltalamak
Türkiye’yi Çin Karşıtı Eylemlerin Merkezi yapmak
Demir İpek Yolu Projesi’ni durdurmak
Çin’in Türkiye üzerinden İslam Dünyasına, Avrupa’ya açılımını engellemektir.
UYGUR AKTİVİST RUŞEN ABBAS’IN ROLÜ
Yazıda bahsi geçen “suçluları iade anlaşması”nı önlemeyi hedef alan bir aktivizm ile bunun ilk adımının atıldığı, Ruşen Abbas’ın da Amerika adına bu aktivizmin öncüsü olduğu belirtilmektedir. ''ABD İç Güvenlik Bakanlığı da dâhil olmak üzere hükümet ajansları, Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve İstihbarat örgütleri kapsamlı çalışma deneyimi var.'' olduğu söylenen Ruşen Abbas’ın FETÖ’nün meşruiyet kaynağı olduğu bilinen, internet üzerinden yayınlanan Türkiye düşmanı “Ahwal News” tarafından desteklendiği ve hatta sözcülüğünü yaptığı söyleniyor.
Ancak aynı kişiler; Uygur aktivist Ruşen Abbas’ın bütün yakınlarının tutuklandığından veya akrabaları ile bütün iletişimin kesildiğinden nedense söz etmiyorlar.
AYDINLIKÇILAR UYGURLARA YÖNELİK BASKILAR KARŞISINDA NEDEN KAYITSIZ?
Amerika, Kanada, Avrupa ülkelerinde faaliyet gösteren Uygur aktivistlerini “Amerikancı”, “Fetöcü” veya “Türkiye düşmanı” olarak suçlayan Vatan Partisi yöneticilerinin, Doğu Türkistan’da uygulanan baskı ve zulümleri ısrarla görmezden, duymazdan gelmelerini ise anlamakta zorluk çektiğimizi kamuoyu ile paylaşmak istiyoruz.
Zorunlu kürtajı, İslam dinine ve inançlara, kültürel ritüellere yönelik yasak ve kısıtlamaları, bölgeye gönderilen planlı Çinli göçmen politikasını, yargısız infazları, eşitsizlik ve adaletsizlikleri görmezden gelen anlayış karşısında sergilenen vurdumduymazlığı tanımlamakta zorlandığımı ifade etmek istiyorum.
Sözde eğitim merkezleri olarak adlandırılan Nazi kamplarını andıran “çalışma ve toplama kampları”ndaki gerçekleri, sergilenen insan hakkı ihlallerini görmezden duymazdan gelen anlayış karşısında şaşkın olduğumu belirtmek istiyorum.
Türk tarih ve medeniyetinde Uygur Türklerinin, Karahanlıların rolünü; Uygurların dünya medeniyetine katkılarını, Uygurların Türk ırkına mensup halk olduklarını bildikleri halde, Çinli yöneticilerin bir kısmının “Uygurların Türklerle alakası yoktur”, “Doğu Türkistan ezelden Çin’in toprak parçasıdır” söylemine cevaben Aydınlıkçı aydınlar tarafından sergilenen sessizlik karşısında üzüldüğümü de itiraf etmek istiyorum.
UYGURLAR, SUÇLULARIN İADESİ ANLAŞMASINDAN NEDEN RAHATSIZ?
Aslında 20 yıllık geçmişi olan “Suçluların İadesi Anlaşması”, ülkeler arasında olması gereken rutin, normal anlaşmaların başında yer alan anlaşmadır. Akfırat’ın dediği gibi özellikle, ”… terörden zarar gören ülkelerin imzalaması kaçınılmaz demokratik bir hukuk belgesi”dir.
Ancak Türkiye’de çok sayıda Çin pasaportu taşıyan, geçici ikamet belgesl ile oturan ve sürekli teröre yataklık etmekle, bölücülükle suçlanan Çin uyruklu Uygurları haklı olarak endişeye sevk etmiştir.
Çünkü Çinlilere göre;
Türkiye’de yaşıyor olmak suçtur.
Doğu Türkistan terimini kullanmak suçtur. (Halbuki siyasi tarihte bu bölgede Doğu Türkistan adıyla iki Cumhuriyet kurulmuş, para ve pasaportlar düzenlenmiştir)
Ay yıldızlı Gökbayrağı taşımak suçtur. (Halbuki ay yıldızlı Türk bayrağından esinlenerek hazırlanan mavi renkli bu bayrak 1933’de Kaşgar’da kurulan Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin bayrağı olarak göndere çekilmiştir.)
Türkiye’de öğrenim görmek suç olarak görülmeye başlanmıştır.
Umre, Hac gibi dini ibadetleri yerine getirmek suçtur.
Türkiye’ye para göndermek suçtur.
Kurtlar Vadisi’nin setini ziyaret etmiş olmak, Polat Alemdar ile resim çektirmiş olmak suçtur.
Ay yıldızlı tişört giymiş olmak, ay yıldızlı rozet takmak suçtur.
Türk müziklerini dinlemek, telefona kaydetmek suçtur.
UYGURLAR TERÖRİST DEĞİL, ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇISIDIR
Örneklerini çoğaltacağımız bu ölçülere(!) göre hareket edersek, suçlu(!) olmayan tek bir Uygur bulamazsınız… Böyle olunca adli bir suç işlememiş olan, hırsızlık soygun yaralama gibi adi suçlara karışmamış olan Uygurlar, Çin’in bütün Uygurları rejim karşıtı görme suçlamasından dolayı iadelerinin talep edileceği endişesini taşımaktadırlar. Yoksa hukukta adı konulmuş adi suçları işleyenlerin iadesine veya ceza almasına karşı değiliz elbette. Karşı olduğumuz “ısmarlama ve keyfi suçlarla” Uygurların iadesinin talep edilmesidir.
UYGURLARI KORUMAK, TÜRKİYE’NİN MİLLİ GÖREVİDİR
Halbuki yukarıdaki satırlarda belirtilen bütün bu suçlamalar hukuki değil, siyasidir. Siyasi olan suçluların da iadesi söz konusu olmamakla birlikte, hukuki açıdan evrensel hukuktan ziyade, Komünist Parti prensiplerine göre hareket eden, evrensel hukuku Parti ideolojisine göre farklı ve keyfi yorumlayan Çin yönetimine duyulan güvensizlik, Uygurların endişeli olmasına yol açmaktadır.
Bu anlaşmanın yürürlüğe girmesi ile Çin yönetiminin keyfi ve ısmarlama suçlamalarla” Uygurlar üzerinde sürekli baskı kuracağı beklentisi ve endişesi söz konusudur.
Bu endişenin ortadan kaldırılması için Türkiye Cumhuriyeti’nin Devlet Forsu’nda mirasçı sıfatıyla temsil ettiği Uygurlara istisnai vatandaşlık vererek koruma altına almak mecburiyetindedir. Bu, Türkiye’nin tarihi, dini, milli görevi ve insani borcudur.