Son üç yıldır güneşin doğuşu ile uyanıyordum, önceleri hafta sonları eşime yattığım yerden çok kızardım. Her zamanki gibi benden önce uyanıp yatak odasının perdelerini açar ve yataktan biran önce çıkmam için elinden gelen her şeyi yapardı. Şimdiyse uyanmak için saatin alarmını kuruyorum. Evimizin dört bir yanı yüksek modern binalar ile dolduğu için hava durumunu anlamayı yattığım yerden kestiremiyordum. Etrafımızdaki yeni binalar, mahallemin geçmişten kalan izlerinden eser bırakmamışlardı. Yaşadığım ev mahallemin en eski evi. Yıkılıp yerine yeni bir bina yapılmasına izin vermediğim üç odalı, portakal ağaçlarının olduğu bahçe içinde müstakil, baba yadigârı evimizdi. Evimizdi diyorum çünküartık burada ben ve anılarım yaşıyor.

…Okula gitmektense mahallede arkadaşlarımla oynamayı çok seviyorum. Annem kardeşlerimle bizi her zaman okula yolcu ederken mahallenin sonuna kadar geldiğimizde oda gıcırdayan bahçe kapımızdan eve girerdi. Çocukken daha hafta sonunun geldiğini pek anlayamadan ilkokul yıllarınınsanasıl geçtiğini hala anlamış değilim. Yaz tatillerinde ya köye giderdik ya da evimizde geçirirdik tatilimizi. Annem yaz aylarında hep evde olmayı istiyordu. Baba tarafındaki akrabalarımızla çocuk yaşlarda bile anlıyorduk ki annem fazla anlaşamıyordu. Mahallemizdeki komşuluk ve samimiyet ona daha iyi geliyordu. Her hafta mahallenin bir altındaki mahalleye sokak pazarı kurulur ve tüm pazar tezgahlarında köyden toplanmış taze meyve ve sebzeler satılırdı. Sokak pazarını hiç kaçırmayan annem her hafta yanına kardeşlerimi ve beni aldıklarını taşımasına yardımcı olmamız için götürürdü. Bir hafta evde sadece ben kaldığım için ben annemin yanında gitmek zorunda kalmıştım. Annemin "Hadi geç kalıyoruz. Bugün kardeşlerin yok, iki sefer yapabiliriz" diye bağırması tüm günümü bozmaya yetmişti. Elimden tutarak beni pazar yerine götürürken, parmağına taktığı yüzük bir hayli canımı acıtıyordu ve bu onun farkında bile olmuyordu. Bazen düşünürdüm koca adam oldum ve hala annemin elini tutarak mahallede yürüyorum. Eyvah, dedim kendi kendime. Karşıdan evimizin karşısında oturan ve annemle çok sık görüşen komşumuz ve onun platonik bir aşk yaşadığım kızı bize doğru geliyorlardı. Yaklaştığımız zaman hepimiz durduk, annem ve karşı komşu havadan sudan konuşmaya başlamışlardı. Ben annemin elini tuttuğum için çok utanıyor ve utancımdan yüzümün kızardığını hissediyordum. Komşu kızı ile sanırım aynı yaşta olmamıza rağmen benden biraz daha uzundu. Annem ve arkadaşı konuşurken bende kızı ile konuşmak istesem de utancımdan konuşmaya cesaret edemiyordum. Annemin: "Pazar alışverişi bitince çocukları da al, gel; bahçede sohbet ederiz." demesi beni çok heyecanlandırmıştı. Bir kaç saat sonra karşı komşu ve onun kızı bahçemizdeydiler. Annemler konuşmaya dalmış bizi hiç görmüyorlardı bile. Küçük kız birden "Bu bahçenizdeki ağaçlar sizin mi" diye sorduğunda bana çok saçma gelmiş fakat konuşmak için çaba sarf ettiğini anlamıştım. "Bak bunlar gül ağacı, bunlar portakal ağacı" diye bana tek tek isimlerini saymıştı bahçemizdeki ağaçların. Şimdiye kadar hiç merak etmediğim bu ağaçların isimlerini de öğrenmiş oldum. "Hissediyor musun?" diye bir soru sorduğunda "Neyi hissediyor muyum?" cevabını vermek için geç kalmamıştım. "Hisset ve bana ne hissettiğini söyle." derken kız kollarını açmış, gözlerini kapatıp, kendi etrafında havaya bakarak dönüyordu. Aynı şeyleri yapmam ve ona ne hissetmem gerektiğini söylemeliydim sanki. "Hiçbir şey hissetmiyorum. Sadece başım dönmeye başladı." dedim ve kız ağaçtan bir dal kopararak" kokla bunu ve ne hissettiğini söyle." dedi. Dalı kokladığımda her sabah annemin, evi havalandırmak için açtığı pencerelerden gelen kokuyu ona hissettiğimi söyledim. "Bu portakal çiçeğinin kokusu" dedi kız. Bu kadar şaşırıp abartmasına bir anlam veremiyordum. Zaten her sabah bahçemizde, mahallemizde bu ağaçlardan var ve her yer böyle kokuyordu.

Kardeşlerim tek tek evlenmiş evlilik sırasının bana geldiğinin işaretleri ailem tarafından veriliyordu. Ailem bilmiyordu, ben karşı komşunun küçükken aşık olduğum kızı ile evlenmek istiyordum. Bu karar sadece benim değildi. Uzun süredir kimselere belli etmeden karşı komşumuzun kızı ile büyük bir sevgi ve aşk yaşıyorduk. Bunu ailelerimize açıklamanın bir zamanı olduğundan aramızdaki sevgiyi söylemeyi hep ertelemiştik. Babamın ölümünden bir sene sonra karşı komşunun kızı ile evlenmek isteğimi anneme açıklama kararı almıştım. Evde şimdi sadece annem ve ben yaşıyorduk. Kardeşlerim arada bir uğrar kendilerini gösterirdi, bizse annemle her zaman yalnız kalırdık. Evlenmek istediğimi anneme açıkladığımda annemin gözleri dolmuş ve bu evde yalnız kalmanın korkusu sarmıştı. Komşu kızıyla evlendikten sonra annemi asla yalnız bırakmayacağım için onunla birlikte yaşamaya başlamıştık. Eşim çok mutlu, her zaman evin bahçesi ile ilgilenir hiçbir işi anneme bırakmazdı. Eşim ve benim çocukluğumuzdan beri yaşadığımız mahallemizi sade biz terk etmemiştik. Tüm arkadaşlarımız evlenmiş ve başka başka yerlere taşınmışlardı. Şimdi mahallenin en gençleri ben ve eşimdik. 

Üçüncü çocuğumuz doğduktan bir yıl sonra annemi kaybetmiştik. Eşim de onu bir anne gibi sevdiğinden çok üzülmüştü. Mahallemizde tanıdığımız tüm arkadaşlarımın anne ve babaları, bizim çocukluğumuzda amca ve teyze dediklerimiz yavaş yavaş bu diyarlardan göçüyorlardı. Büyüdüğümüzü ve yavaş yavaş yaşlandığımızı çocuklar büyüdükçe anlıyordum. Eşim bahçede çalışmayı çok seviyor ve ona iyi geldiğini her zaman söylüyordu. İlk gün bahçemize geldiğindeki portakal ağacı daha da büyümüş ve onun çiçekleri sanki her zaman kokusunu etrafa daha çok yayıyordu. Eşimin bu kokuyu ne kadar çok sevdiğini onunla yaşarken öğreniyordum. “Bir tazelik, saflık, heyecan, güven,canlılık hissettiriyor." diyordu bu portakal çiçeğini koklarken. Eşim bu hissettiği duyguları bana söylediğinde ona hiç anlam veremiyordum.

Üç çocuğumuzda bir yerlere dağılmış ve bu baba yadigarı evde eşimle birlikte mutlu bir şekilde yaşıyorduk. Taa ki…

Yatağımdan alarmın sesi ile uyandığımda direk pencereleri açıp gökyüzüne bakmak gereği duydum. Pencereleri açtığımda burnuma ılık bir portakal çiçeği kokusu geliyordu. Hazırlanıp bir an önce evden çıkmalıydım. Çocuklarım beni bekliyordu, eminim. Yataktan kalktıktan bir saat içinde  evden çıkmıştım. Bahçemizdeki portakal ağaçları ve onların çiçeklerinden gelen kokuyu iyice içime çekerek, eşimin hissettiği tüm duyguları hissediyordum sanki. Yarım saat ağaçların dibinde oturup bu portakal çiçeğinin kokusundaki aldığım hisleri avaz avaz bağırarak haykırmak istiyordum. Bahçe kapısını kapatıp dışarı çıktığımda etrafım tamamen çocukluğumun geçtiği mahalle görüntüsünden çıkmış çok katlı lüks binalar etrafımızı sarmıştı. Sadece benim evim bahçesi ile birlikte bu büyük binalar arasında kalmıştı. Geç kalmamalıydım, çocukları fazla bekletmek istemiyordum. Bu gün alacağım karar benim için çok zor olsa da bunu benim yapmam gerekiyordu. Hastaneye geldiğimde asansörü kullanmadan merdivenlerle sekiz kat yürümeyi tercih ettim. Merdivenleri çıkarken yavaş yavaş sekizinci kata ulaşmak istiyordum.

İki yıldır kanser hastası olan eşim son altı aydır bu sekizinci katta bitkisel hayatta ömrünün geçmesini bekliyordu. Şimdi bitkisel hayatta olan eşimi ebedi yolculuğuna göndermek için bir doktor heyeti ve çocuklarım beni bekliyorlardı. Elimde portakal ağacından kopardığım portakal çiçekleri ile sekizinci kata gelmiştim. Burası sondu.

Aradan dört yıl geçmişti. Artık uyandığımda güneşin doğuşu beni her sabah uyandırıyordu. Bu binanın on ikici katında, portakal ağaçları yetiştirdiğim büyük teraslı bir evim olmuştu. Artık mahallemizin portakal çiçek kokuları benim terasımdan geliyordu....