Röportaj: Yağmur Tanyıldız

Sayın Adıgüzel, sizi tanıyabilir miyiz?

İsmim Hüseyin Adıgüzel. Emekli edebiyat öğretmeniyim. 1994 yılına kadar Türkiye’nin hemen hemen her bölgesinde görev yaptım. En son İstanbul’da çalıştım ve burada emekli oldum. Emekli olmadan önce devlet tarafından Türk Cumhuriyetleri’ne gönderildim. Ve Türk Cumhuriyetleri’nde tam 10 yıl eğitim alanında hizmetlerim oldu. 1994 yılından sonra da Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nın yurt dışı temsilcisi olarak çalıştım. 2000 yılında geri döndüm. Çeşitli dergilerde yöneticilik, yazarlık yaptım. Şimdi de yazmaya devam ediyorum.

Yazdığınız kitaplardan bahseder misiniz?

Yazmış olduğum, basılmış 30 tane kitabım var. Belki de daha fazla… Ben Türk Tarihi ve bilinmeyenler ile ilgili yazmaya çalışıyorum. Mesela Avrupa’da 300’den fazla Attila yazılmış fakat Türkiye’de hiç yazılmamıştır. Türkiye’de, Türk’ün yazdığı bir tane bile Attila yokken, ilk Attila’yı ben yazdım. 

Genelde tarih ile ilgili mi yazıyorsunuz?

Türklerin Osmanlı’nın çöküşü sırasında geriye geliş dönemini anlatan, Girit ile ilgili “Elveda Girit”, Balkanlardan göçlerin ve balkanlarda yakılan azınlıkların yaptığı çetelerle yaptıkları katliamları anlatan “Kalbim Rumeli’de Kaldı” isimli kitaplarım var. Son olarak “Turan” ve Kurtuluş Savaşı yıllarını anlatan “İşgal ve Kurtuluş”, en son kitabım da “Neydik? Ne olduk? Neden?” bir Tanzimat eleştirisidir. Tanzimat’ın Türk insanında yarattığı travmayı belgelerle anlatan bir kitaptır. Ve Türkler hakkında biriktirdiklerimizi, tarihleri, inanışları, kültürleri, dinleri, edebiyatları, sanatları ile bir arada anlatan “Kim Bu Türkler” adlı bir kitabımız daha var.

Yazdığınız kitaplardaki amacınız nedir?

Türk milleti Batılıların anlattığı gibi bir millet değildir. Bu millet, onların söyledikleri şekilde ne katliam yapmıştır, ne de soykırım yapmıştır. Kitaplarımı yazarken hep aynı amacı güdüyorum. Bu da hepsinde çok açık ve nettir. Tarih değiştirilmelidir. Türk tarihi mutlaka değiştirilmelidir. Çünkü bu bizim tarihimiz değildir. Milletimizin önemli kültürel özelliklerini öne çıkarmaya çalıştığım kitaplarım var. Bununla bir Türklük duygusu yaratmak istiyorum. Ve benim ana temam Türklük duygusudur. Çünkü inanıyorum ki, Türk insanı gibi dünyada kültürel özellikleriyle çağlar boyu yaşayan başka bir millet yoktur. Hepsi değişime uğramıştır. Ama Türk milleti bin yıl önce, iki bin yıl önce nasıl yaşıyorsa bugün de o yaşam şeklini hayatının her safhasında göstermektedir. Biz geleneklerimizi, kültürümüzü yaşattığımız müddetçe biz olarak kalırız. Ama Tanzimat gibi, sonra arkadan gelen Islahat Fermanı gibi devlet zoruyla, baskısıyla hatta devlet terörüyle kültür değişimini uygulamaya çalışmak bu millete eziyet etmektir, acı çektirmektir. Çünkü geleneksel olarak kendilerinin olanı korumasını bilen bir milletiz biz. Mesela sana bir örnek verebilirim Yağmur kızım. Aşağı yukarı 4-5 bin yıldır yaşayan kelimelerimiz var, bugün kullanıyoruz. Bu, o kadar önemli bir şey ki… Bunun manası şu; Türk dili öncekileri saklayarak bugüne getirir. Ve bunun için de zengin bir dildir. Bu bütün geleneklerimiz için geçerli. Kaybettiğimiz değerlerimiz yok mu? Tabii ki var. Onu da “Neydik? Ne olduk? Neden?” adlı kitabımızda anlattık.

Bir edebiyatçı olarak edebiyat alanında hangi isimleri beğeniyorsunuz?

Ben edebiyat ile olan ilişkimi 1994 yılı itibari ile kesmiş bulunuyorum. Bunun da sebebi ülkemin içerisinde bulunduğu şartlardır. Sadece yazmaya yöneldim. Okuyorum arada sırada ama isim söyleyemiyorum şu an. Ama geçmişten hemen hemen tüm yazarları beğeniyorum. Yahya Kemal Beyatlı, Cahit Sıtkı Tarancı, Mehmet Akif Ersoy... Bu isimler son dönemlere kadar, hatta 1960’a kadar diyeyim, muazzam bir Türkçe ile dünyaya eserler sunmuşlardır. Mesela ben Nazım Hikmet’in Türkçesini de çok beğenirim. Her ne kadar fikir olarak karşıt olsak da, uyuşmasak da, mükemmel bir Türkçeye sahip ve bunu kabul etmek durumundayız.

Bugünkü Türkiye’nin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

En yakınınızdan başlayarak, hatta çevreyi genişletebiliriz; aileniz, dostlarınız, tanıdıklarınız, mahalleniz… Güvenebileceğiniz kaç kişi bulabilirsiniz? “Çok zor” dedin değil mi Yağmur? Hâlbuki çok değil, 100 sene önce İngiltere’nin İstanbul’daki büyükelçisinin yazdığı mektuplar var. Adam şöyle diyor: “Eminönü meydanında cüzdanınızı düşürdünüz. Oradan bir Yahudi, bir Ermeni, bir Rum geçmemişse; 1 hafta sonra gidin cüzdanınızı oradan alırsınız. Çünkü bir Türk almaz o cüzdanı.”Benim çocukluğum tek katlı, gecekondu gibi bir evde geçti. Turgutlu’da yaşıyorduk. 1 tane kapısı vardı tahtadan, kilidi dahi yoktu. Dışarıda bir tane mandal vardı, o mandala basınca kapı açılırdı. Biz hırsızlık nedir bilmezdik. Ama bugün millet çelik kapı yaptırıyor. Çelik kapıyı bile kırıp içeri giriyorlar. Güvenebileceğiniz kimse yok. Suç oranı artmış, hırsızlık artmış, soygun artmış. Neden? Olmayan şeyler neden bizim üstümüze yıkılmış? İşte bu nedeni araştırdık biz. Çünkü Tanzimat sadece bir ferman değil, bunu iyi anlamak lazım. Tanzimat; bir kültür değişikliğidir, bir medeniyet değiştirme işlemidir. Türk Milleti buna direnmiştir, direnmeye de devam ediyor. 

Sizce bu durum düzelir mi? Bir gün yine cüzdanımızı düştüğü yerde bulabilir miyiz?

Tabii ki meseleler 3 yılda, 5 yılda değişecek diye bir şey yok. Çünkü bunlar sosyal olaylardır. Değişimleri de çok uzun yılları gerektirmektedir. 150 yılda bu hale getirdiler bizi. 100 yıl sonra, eğer bizim kitabımızda önerdiğimiz gibi bir eğitim sistemi gelirse, düzelmeyecek hiçbir şey olamaz. Biz sadece sebepleri irdelemedik. Bu sebeplerin çözüm yollarını da kendimizce irdeledik ve onları da kitaba koyduk. Öncelikle eğitimin milli olması lazım. Böyle adı milli, kendi gayr-ı milli eğitim olmaz. Eğitim milli olacak. Eğitimi kastediyorum, bilimi değil. Eğitim nedir? Eğitim, insan yetiştirme sanatıdır. Eğitimin tek tarifi budur. Ve biz bunu kaybettik. Eğitim tek olmalıdır ve bütün ülkede de aynı olmalıdır. Eğitime yönelik saatleri okul programlarından çıkarmak, azaltmak, bu millete ihanet etmektir. 

Peki ülkemizde yaptıklarını doğru bulduğunuz, parmakla göstereceğiniz biri var mı?

Deveye sormuşlar “neden boynun eğri?” diye,“nerem doğru ki” demiş. Doğru olan bir şey göremiyorum ülkemde. Yol yapmak, köprü yapmak, denizin altından tünel açmak… Bunlar doğru mu? Yapılması gereken şeyler mi? Ama tevazuyu kibire döndürmeden, insan gibi yaşamayı insan dışı yaşama çevirmeden, eğer kendinizi ön safhaya çıkarıp kibir ve gurur içerisinde olursanız, hem Türk töresine, hem de İslam anlayışına ters davranırsınız ve bu millet bunu kabul etmez. Maddi kalkınmanın yanında maneviyatı da hiçbir şekilde unutmamak lazım. Biz bunu unuttuk. Maalesef ki unuttuk. 1947 yılından bu yana biz bunu unuttuk... Çünkü 1947’de Talim Terbiye Kurulu’na Amerikalılar hâkim oldu. Onların önerileriyle programlar değişti, onların önerileriyle dersler çıktı. Bizim liselerimizde Mantık dersi yok, Felsefe yok. Bir insanı insan olarak düşünmeye sevk eden dersler yok bizde. Ne var? Ezber. Birinci sınıftan itibaren cümleler verirler, cümleleri ezberletirler. 40 tane cümledir bu, 40 cümleyi ezberlediğin zaman okuma-yazma öğrendin derler. Yalandır. Ben okul müdürlüğü yaptım, denedim bunu. 40 cümlenin yerlerini değiştir, asla okuyamıyorlar. Ezberlemişler çünkü. Ezberlemek; bizim için, bizim gibi milletler için, olduğu gibi kalmaktır. Hatta geriye gitmek demektir. Düşünmek, düşünmek, düşünmek… Düşünürsen anlarsın, anlarsan yaparsın. 

Yeni nesil gençlerimiz hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yeni nesil gençlerimiz konusunda biraz karamsarım. Üzerlerinde Avrupa Birliği’nin çok ileri düzeyde baskılarını hissediyorum ama onlar bunun farkında değiller. Erasmus gibi değişik isimler verdikleri bir sürü program var. Onlar, o gençleri kendi kültürlerinden koparmaya yönelik programlardır. 

Kendi ülkelerinde kalmalılar değil mi?

Mutlaka. Gitseler dahi geri dönüp bu ülkeye hizmet etmek zorundalar.  

Gençlere ne öneriyorsunuz? Ne yapmalılar? Nasıl yaşamalılar?

Yapacakları tek şey kendilerini tanımalarıdır. Meşhur bir sözümüz var bizim. “Sen seni bil, sen seni. Bilmez isen sen seni, patlatırlar enseni” diyor atalarımız. Önce kendini tanıyacak. Kimim, neyim, nereden geldim, önce bunları öğrenecek. Sonra tarihini iyi bilecek. Ve oradan getirdiği hasretlerle ileriye bakacak. Bilim, fen, teknoloji ondan sonra lazımdır. 

Okurlarınızı şaşırtmayı düşünüyor musunuz? Mesela tarih kitaplarından sonra bir aşk kitabı gelebilir mi?

Gelebilir tabii. Gelebilir ama benim öyle soyut aşklarla işim yok. Onu isteyenler Elif Şafak okusun. İlahi bir aşk var ve zaten aşk sözü onunla bağlıdır. O konuyla ilgili düşündüklerim var ve Allah nasip ederse ileride yazacağım. Ama şu anda elimdeki birikimleri yazmaktan başka düşündüğüm hiçbir şey yok. Sadece onları düşünüyorum. Çünkü bu millete çok yanlış şeyler söylediler, çok yanlış öğrettiler tarihi. 

Son olarak gazetemiz okurlarına neler söylemek istersiniz?

Bütün gençlere tavsiyem; bakın çalışın, okuyun falan da demiyorum. Önce kendinizi tanıyın, milletinizi tanıyın, tarihinizi bilin. Ben de Önce Vatan Gazetesi okuruyum. Çok güzel bir ismi var, o ismi hep birlikte yaşatalım diyorum.