Madrit zirvesini değerlendirirken, İsveç ve Finlandiya imzalanan mutabakat metnine bakarak, şimdilik, herhangi bir sonuç çıkarmamız doğru olmaz. Çünkü, bu mutabakat metni kesinleşmiş bir anlaşma metni ya da sonuç bildirgesi değil, NATO çatısı altında başlatılan bir sürecin yol haritasıdır. Başlatılan süreç taraflarca izlenecek, ilgili ülkelerin parlamentoları tarafından onaylandıktan sonra kesinleşecektir.

İsveç ve Finlandiya’nın ittifaka üye yapılmalarına, yalnızca, bu iki ülkenin teröre destek vermesinden dolayı karşı çıkmıyorduk; biz PKK uzantısı YPG, PYD, SDG ve FETÖ’ye yoğun destek sağlayan, Rusya’dan S-400 hava savunma sistemleri aldığımızdan dolayı CAATSA yaptırımları uygulayan, parasını ödediğimiz halde F-35’lerimizi vermeyen ABD’den de şikayetçiydik. Madrit mutabakatının başta ABD olmak üzere, diğer ANTO üyesi ülkeleri ne derece bağladığı henüz netleşmiş değildir.

Madrit’te gerçekleştiren NATO Zirvesinin en önemli gündem maddesi, Finlandiya’nın ittifaka üye yapılmasını güvenlik kaygılarıyla veto eden Türkiye’nin, bu konudaki son kararıydı. Türkiye’nin vetosuna gerekçe olan gerçekler ortadaydı; bu iki ülke, bütün dünyanın terör örgütü saydıkları PPK ve uzantısı YPG, PYD, SDG militanlarını barındırıyor ve Türkiye’nin istediği suçluları vermemekte direniyordu.

NATO’nun güneydoğu kanadının en güçlü üyesi olan Türkiye, Madrit zirvesinde,bazı NATO üyelerinin ve ittifaka üye yapılmak istenen Finlandiya ile İsveç’in tutumlarından, Yunanistan Başbakanı Miçotakis’in esen rüzgarlar paralelinde yön değiştiren tutarsız davranışlarından, bunca yıllık dostu ve müttefiki olan ABD’nin, sınırlarımızın hemen ötesindeki terör örgütleri PKK ve uzantısı YPG’ye yaptığı binlerce TIR dolusu silah yardımından duyduğu rahatsızlıkları dile getirme fırsatı buldu.

Baştan söyleyelim ki,Madritzivesinde İsveç ve Finlandiya’nın ittifaka üye yapılmasına ilişkin mutabakatın, Türkiye’nin terör konusundaki kaygılarını giderecek ifadeler içermesini bir “Diplomasi zaferi” olarak nitelemek için vakit henüz erkendir.

Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üye yapılmalarına onay vermesini, “Kim kazandı, kim kaybetti?” şeklinde irdelemek doğru bir değerlendirme olmaz. Mutabakat belgesinde, Türkiye’nin güvenlik konusundaki kaygılarını gidermeye yönelik ifadeler var, ama bu belge sürecin tamamlandığını garanti eden bir belge değildir. Bu belgenin ilgili ülkelerin meclislerinde onaylanması ve anlaşmanın ruhuna uygun olarak uygulanması gerekiyor.

4’lü mutabakat belgesi, savunma ve caydırıcılık açısından incelendiğinde önemli bir belgedir, ama uluslararası hukuk açısından yoruma açık bir belgedir.

KESİN BİR TAKVİM YOK

İsveç ve Finlandiya Türkiye’nin kaygılarına saygı duyduklarını ve terör örgütlerine bundan böyle destek vermeyeceklerini, suçluları iade edeceklerini taahhüt ediyorlar, ama bu konuda kesin tarihler içeren bir takvim yok.

Terör suçlularının iadesi konusunda kesin bir takvim olmaması, bu ülkelere,her iki tarafa da şirin görünme fırsatı sağlayabilecektir. Ayrıca belgede, “Terör suçluları Avrupa İade Sözleşmesi’ne göre gerçekleştirilecektir” denmesi bazı yoruma elverişli durumların ortaya çıkmasına neden olabilecektir. Örnek olarak, İsveç ya da Finlandiya, Türkiye’nin iadesini istediği terör suçlusunu vatandaş yapmışsa, suçluyu iade edecek ülkeye, “can güvenliği kaygısıyla bu isteği kabul etmeme hakkı” doğmaktadır.

Belgede, PKK ve PKK uzantısı PYD, YPG ve SDG gibi terör örgütlerine güçlü destek sağlayan ABD, Fransa, Almanya, Hollanda’yı muhatap alan bir madde yok. İsveç ve Finlandiya, bu örgütlere desteklerini kesseler de, güçlü kanallardan desteklenmeye devam edilecektir.

İsveç ve Finlandiya’nın terör örgütlerine verdiği desteği kesmeleri Türkiye açısından sevindiricidir, bir başarıdır, ama Fransa, Almanya, Hollanda ve özellikle ABD’nin, Irak ve Suriye’nin kuzeyine konuşlandırdığı, eğitip donattığı, ordulaştırmaya çalıştığı terör örgütlerine verdiği destekler sürdükçe, Türkiye’nin yıllarca mücadele ettiği terör örgütlerinin gücünü sıfırlamak zor olacaktır.

ÇELİŞEN GÖRÜŞLER

İsveç ve Finlandiya ile imzalanan mutabakat metninin diğer NATO üyesi ülkeleri bağlayıp bağlamadığına ilişkin birbirleriyle çelişen görüşler öne sürülüyor.

Madrit mutabakatını eleştirenler, “İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyeliklerinin gündeme gelmesinden beri, Türkiye’nin güvenlik kaygılarını haklı olarak dile getirmesini destekleyen Genel Sekreter Stoltenberg,  Türkiye’den vetosunu kaldırmasını isterken, PKK uzantısı PYD, YPG, SDG’nin NATO’nun resmi belgesinde terör örgütleri listesine alınmalarını sağlayabilseydi, sözü geçen terör örgütleri, tüm ittifak üyeleri tarafından da terör örgütü olarak tanınmış olacaklardı” diyorlar. “Fırsatı yakalamışken, İsveç ve Finlandiya ile yapılan mutabakat metninde, PKK uzantısı PYD, YPG, SDG ve FETÖ’yegüçlü destek veren ABD’nin de adından söz etmemiz gerektiğini” savunuyorlar.

Bunun gerekli olmadığını savunanlar da, “NATO çatısı altında imzalanmış ve ilgili ülkelerin parlamentolarında onaylanmış bir mutabakat metninin ittifaka üye bütün ülkeleri kapsadığını”savunuyorlar. 

Şimdilik, PKK ve uzantısı olan terör örgütlerinin Avrupa coğrafyasındaki güçlerini zayıflatmış olmakla teselli bulacağız. Anlaşılan o ki, güney sınırlarımızın hemen ötesindeki terör örgütleriyle ve de destekçileriyle mücadelemiz sürecektir.

BU BİR SÜREÇTİR

Madrit zirvesini değerlendirirken, İsveç ve Finlandiya imzalanan mutabakat metnine bakarak,şimdilik, herhangi bir sonuç çıkarmamız doğru olmaz. Çünkü, bu mutabakat metni kesinleşmiş bir anlaşma metni ya da sonuç bildirgesi değil, NATO çatısı altında başlatılan bir sürecin yol haritasıdır. Başlatılan süreç taraflarca izlenecek, ilgili ülkelerin parlamentoları tarafından onaylandıktan sonra kesinleşecektir.

İsveç ve Finlandiya’nın ittifaka üye yapılmalarına, yalnızca, bu iki ülkenin teröre destek vermesinden dolayı karşı çıkmıyorduk; biz PKK uzantısı YPG, PYD, SDG ve FETÖ’ye yoğun destek sağlayan, Rusya’dan S-400 hava savunma sistemleri aldığımızdan dolayı CAATSA yaptırımları uygulayan, parasını ödediğimiz halde F-35’lerimizi vermeyen ABD’den de şikayetçiydik. Madrit mutabakatının başta ABD olmak üzere, diğer ANTO üyesi ülkeleri ne derece bağladığı henüz netleşmiş değildir.

“NATO’nun güneydoğu kanadını güçlendirmek” kamuflajı altında Yunanistan ve Balkan ülkelerine silah ve asker yığan, buralarda askeri üsler inşa eden, bütün itirazlarımıza rağmen, Suriye’deki terör örgütlerine destek vermeye devam eden ABD’nin, Madrit zirvesi sonrasında, Türkiye’ye olan bakışının değişeceğini umuyoruz.

TO VİMA NE YAPMAK İSTEDİ VE ABD’NİN VERDİĞİ SÖZLER

Hatırlanacağı gibi, 15 Temmuz savrulmasının hemen sonrasında mahcup bir tavırla Ankara’ya gelen Biden (O dönemde Obama’nın yardımcısıydı),  Menbiç’teki terör örgütleri için, “YPG Fırat’ın doğusuna çekilecektir. NOKTA!” demişti. Membiç şu sıralar Rusya’nın kontrolünde, ama YPG henüz Fırat’ın doğusuna çekilmiş değil.

ABD’nin verdiği sözler konusunda ne kadar samimi olduğuna ilişkin bir başka örnek de General Rogers’ın Kenen Evren’e verdiği sözlü garantiyle, Yunanistan’ın yeniden NATO’nun askeri kanadına alınması olayıdır.

Türkiye, Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üye yapılmalarını veto ederken de, Yunanistan’ın Ege adalarını silahlandırmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirirken de haklıydı. Ege adalarının silahlandırılması konusunda ülkesinin hiç de masum olmadığını itiraf eden Yunan gazetesi ToVima da, geçen gün Türkiye’nin tezlerini haklı gösteren üç önemli belge yayınladı.

ToVima’nın haberinde yer alan üç belden birincisi, NATO Genel Sekreteri Hastingsİsmay’in7 Şubat 1957’de NATO’daki daimi temsilcilere gönderdiği mektup.

İkincisi, Genel Sekreter Joseph Luns’un8 Mayıs 1980’de dönemin Avrupa Müttefik Kuvvetleri Komutanı (SACEUR) Bernard Rogers’a gönderdiği mektup.

Üçüncüsü de,  Avrupa Müttefik Kuvvetleri Komutanı James Jones’un, 15 Ağustos 2006’da, Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Karargâhı’na (SHAPE)gönderddiği “Ege Adaları için SHAPE’in izleyeceği politika” ile ilgili talimatlar..

LİMNİ ADASI VE NATO

Avrupa Müttefik Kuvvetleri Komutanı James Jones’un, 15 Ağustos 2006tarihlnde, Avrupa Müttefik Kuvvetleri (SACEUR)  komutanlarına gönderdiği talimatta, “Silahlandırılmaları antlaşmalarla sınırlanan Ege adaları, NATO’nun barış döneminde askeri tatbikatlarında veya başka faaliyetlerde kullanılmayacak. Limni adasındaki altyapı tesisleri NATO tarafından finans edilmeyecek. Limni adası ve buradaki askeri güçler NATO tatbikatlarına dahil edilmeyecek” deniyordu

Üç belgeyi de, dile getirdikleri gerçekleri de inkar etmek mümkün değil. 

NATO Genel Sekreteri Hastingsİsmay, 7 Şubat 1957 tarihli,  “Leros (İleryöz) adası altyapı çalışmaları” başlıklı mektubunda, 1953 yılında Leros adasında başlayan yakıt, mühimmat ve telekomünikasyon ile ilgili altyapı tesisleri için kabul edilen 482 bin Sterlin değerindeki programın, bu adanın 1947 Paris Antlaşması’nda silahsızlandırılmış olması öngörüldüğünden muhtemel sorunlar yaratabileceği vurgulanıyor. Bu mektup, Ege adalarının silahsızlandırılması konusunda Türkiye’nin NATO’daki ilk başarısı sayılıyor.

GENEREL ROGERS’I TANIYORUZ

Genel Sekreter Joseph Luns’un8 Mayıs 1980 tarihinde SACEUR Komutanı Rogers’a gönderdiği mektubun konusu, Limni adasındaki askeri altyapı çalışmalarına ilişkin. Mektupta, Lozan Anlaşmasına gönderme yapılarak, “NATO’nun ittifak üyesi ülkeler arasında antlaşmalarla ilgili hukuki sorunlar oluşturmaktan sakınmaları gerekir. Limni adası da böyle olaydır” deniyor.

General Rogers adı bize hiç de yabancı değil. Kenan Evren, devlet başkanı olduğu dönemde, Türkiye’nin Kıbrıs çıkarmasına tepki olarak NATO’nun askeri kanadından çıkan Yunanistan, General Rogers’in verdiği sözlü garantiye güvenilerek, yeniden ittifaka alınırken, Türkiye veto hakkını kullanmamıştı. Yunanistan da, NATO’nun askeri kanadına döner dönmez, Ege adalarını silahlandırmaya başlamıştı.

YUNANİSTAN’IN NATO’YA DÖNÜŞ OLAYI VE KENAN EVREN

Dönemin Devlet Başkanı ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan Evren, 6 Ekim (1980) Pazartesi günü saat 15.00’te NATO Avrupa Müttefik Kuvvetleri Başkomutanı Orgeneral Bernard Rogers’ı kabul edecekti. Ziyaretin konusu belli değildi.

Orgeneral Rogers beklenirken, ABD’nin Ankara Büyükelçisi James Spain, 5 Ekim Pazar günü köşke başvurarak, acil kaydıyla, 6 Ekim Pazartesi sabahı için randevu istedi.

Pazartesi sabahı, Büyükelçi Spain, bir gün önce kendisine gönderilen, “ABD Başkanı Jimmy Carter” imzalı mektubu dönemin Devlet Başkanı Kenan Evren’e ulaştırmıştı. Mektup, NATO Avrupa Müttefik Kuvvetleri Başkomutanı Orgeneral Bernard Rogers’ınsebeb-i ziyaretini açıklıyordu.

Konu, Türkiye’nin Kıbrıs Barış Harekatı’nı engellememesini protesto amacıyla NATO’nun askeri kanadından ayrılan Yunanistan’ın geri alınmasına ilişkindi. Bu konuda Türkiye’nin herhangi bir itirazda bulunması, veto hakkını kullanmaması isteniyordu.

.Orgeneral Rogerskonuyuaçmadan önce, Başkan Carter, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına döndürülmesi konusunda herhangi bir yol kazasının yaşanmasını önlemek amacıyla Evren’i bilgilendiriyor, zorluk çıkarmamasını “rica ediyordu”. Demirel ve Ecevit hükümetleri,“Önce Ege’deki komuta kontrol meseleleri halledilsin, Yunanistan bundan sonra NATO’nun askeri kanada dönsün” demişler ve bu konuda ısrarcı olmuşlardı. Çünkü Yunanistan, Ege Denizi’nde, uluslararası anlaşmalara hiç saygı duymuyordu.

Orgeneral Evren seçilmiş bir devlet başkanı değil, bir darbeciydi. Büyükelçi Spain, de, “Türkiye’nin hükümet şekli kendilerini doğrudan ilgilendirmese de, NATO’nun demokratik ulusların bir ittifakı olduğunu” vurgulayarak, aba altından sopa gösteriyordu:

“Bizim inancımız, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına mümkün olan en kısa zamanda dönüşünün önem taşıdığıdır. General Rogers bunu başaramazsa, ABD ve Başkan Carter şahsen ilgilenmek durumunda kalacaktır.”

Büyükelçi Spain hatıratında, Evren’in tepkisini şöyle anlatıyor:

“Ayrılacağım sırada, Evren ittifakı yeniden birleştirmek için yapabileceği her şeyi yapmak niyetinde olduğunu söyledi ve iki hafta daha sabretmemizi istedi. (…) Tam on beş gün sonra Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına yeniden entegre olduğu açıklandı.”

Orgeneral Evren, yıllar sonra olayı anlatırken, “Orgeneral Rogers’ın verdiği söze güvenerek Yunanistan’ın NATO’ya dönmesine itiraz etmediğini” söylüyordu. ABD’nin desteğini arkasında bulan Yunanistan, NATO’ya döner dönmez, uluslararası anlaşmaları hiçe sayarak, Ege adalarını silahlandırmaya başlamıştı.

Yunanistan, Fransa’dan ve özellikle de ABD’den bol keseden aldığı yardımların, Batılı dostların kendisine duydukları sempatiye bağlıyor, mutlu ve saldırgan olabiliyor.