Bir Kadir Gecesi'ni daha geride bıraktık. Tekrar kavuşmak üzere ve daha iyi değerlendirmek için nasıl bir geceyi geride bıraktığımızın bilincine varmak gayesiyle bu tahlili nazara vermek istiyorum.

 

Mübarek Ramazan ayının en kıymetli, senenin en kutsal değerli gecesidir.

 

Kur'an âyetlerinin ilk  defa vahiy ile gelmeye başladığı gecedir.

 

Rivayetlere dayanarak Ramazan Ayı'nın 27. gecesi "Kadir Gecesi" olarak tercih ve kabul edilmiştir. Mübarek ve uğurlu bir gecedir.

 

Ramazan Ayı'nın diğer herhangi bir gecesinin de Kadir Gecesi olma ihtimali vardır.

 

Bu yüzden Ramazan gecelerinin tamamını değerlendirmek lâzımdır.

 

Ramazan Kamerî takvimde dokuzuncu aydır.

 

Her güzel işin karşılığı başka vakitte on ise, mübarek Ramazan'da bine çıkar. Cuma gecelerinde binlere varır. Kadir gecesinde otuzbine yükselir.

 

Ahirete ait faydalar kazandırır. Uhrevî ticaretin kutsal pazarıdır. Hakikat düşkünleri ve dindarlar için seçkin bir manevî ticaret ve kazanç yeridir.

 

*

 

"Kadir" masdar olarak güç yetirmek demektir. Hüküm ve kaza, takdir, şeref ve azamet/büyüklük ve tazyik manalarına gelir.

 

"Kadr" ve "Kader" aynı manaya gelir. Ancak biri masdar, diğeri isimdir.

 

"Kadir Gecesi" denilmesinde bir kaç husus vardır.

 

Nitekim Duhan sûresinin 4. ayetinde buyurulduğu üzere her hâkim emrin, İlahî takdirce hükmolunmuş işlerin ya da bir çok işlere hâkim büyük emirlerin fark edildiği, ayırd olunduğu mübarek gece demektir.

 

"Kadir" kadr ve haysiyet, şeref, azamet ve büyüklük anlamındadır. Bu bakımdan, "Kadir Gecesi" azamet ve şeref gecesi mânasına gelir. Çünkü "Bin aydan hayırlıdır."

 

Ayrıca tazyik, sıkıştırma mânasını taşır. "Tazyik Gecesi" demektir. Çünkü o gece inen meleklere yer dar gelir. Onlar sıkışırlar denilmiştir. Tıpkı büyük, şerefli olayların sonudaki hayır ve selâmetin azamet ve büyüklüğü nisbetinde büyük bir şiddet ve tazyik ile ilgilidir.

 

Nitekim Kur'an âyetlerinin inişi de vahiy meleğinin şiddetli tazyiki, baskısı ve şıkıştırması ile başlamıştı.

 

Ayrıca Kadir sûresinde "Leyletü'l- Kadr" ifadesinin üç def'a geçmesi de bu üç mânâya bir bakıma işaret etmektedir.

 

*

 

Bütün Ramazan geceleri değerlendirilsin diye Kadir Gecesi Ramazan içinde gizli bırakılmıştır. Bilhassa Ramazanın son on gününde her gece de; özellikle tek gecelerde Kadir Gecesi'nin bulunması kuvvetle umulur. Çünkü Hadis-i Şerif böyle buyuruyor. Çünkü bu gelecek geceler; seksen küsur sene bir ibadet ömrünü kazandırır.

 

Bâzı âlimler Ramazanın 27. gecesine Kadir Gecesi demişlerdir. Hakiki olmasa da, madem ümmet o geceye o nazarla, o gözle bakıyor; inşaallah hakiki hükmünde kabule mazhar olur.

 

Bundan dolayı bu kutsal gecede elden geldiği kadar diğer nafile namazlar gibi tatavvuan/Allah rızası için namaz kılınabilir.

 

*

 

Kur'anın inişi hakkında sayısız âyetler vardır.

 

Nitekim bir ayette şöyle buyuruluyor:

 

"İnsanlara doğru yolu gösteren, hidayet sebeplerinin beyanı, hak ile batıl arasını ayırıcı olan Kur'an'ın nâzil olduğu (indirildiği) ramazan ayı..." (Bakara: 185)

 

İnzal; birden, bir kerede; tenzîl de tedrîcen/yavaş yavaş/safha safha indirmek demektir.

 

Kur'an 23 senede tedrîcen tenzil buyurulmuş, indirilmiştir.

 

Böyle olduğu halde burada Ramazan ayında İnzalinin/indirilişinin açıklanması dikkat edilecek bir husustur.

 

Çünkü birçok müfessir ve Kur'an yorumcularından gelen rivayetlere göre Kur'an; Ramazan ayının Kadir gecesi denilen mübarek, uğurlu bir gecesinde Dünya Semasına/Beyt-i Ma'mure/Yedini Sema'ya def'aten inzal edilmiş/indirilmiştir.

 

Daha sonra 23 senede tedrîcen/parça parça yeryüzüne tenzil buyurulmuş/indirilmiştir.

 

Demek ki Kur'an hakîkati yere indirilmesinden evvel Alem-i Kevn'de ve arza en yakın olan semada bir ramazan gecesi toptan tecellî etmiş ve yeryüzüne indirilişi daha sonra olmuştur.

 

Yine Kur'an bu ayda inzal olunmağa/indirilmeye başlandı demektir.

 

Çünkü "Zikr-i küll ve irade-i cüz kabilinden mecazdır." Yani bütünden bahsederken, parçayı da kasdetmiş oluyor.

 

Nitekim Hira mağarasında "İkra' bismi rabbike!" ('Alak: 1) âyetinin inişi Ramazan-ı Şerîfin Kadir gecesine rastlamıştır.

 

"Ünzile fîhil Kur'an." (Bakara: 185) ise hakkında bu şekilde Kur'an indirilmiş bulunan Ramazan Ayı demektir.

 

Gerçekten Şanı Büyük Kur'an'da bu, mübarek ve uğurlu aydan başka özellikle Yüce Allah'ın öğdüğü; ismi açıkça söylenmiş başka bir ay yoktur.

 

İşte Ramazan ayı böyle mübarek ve uğurlu bir aydır. Ve bunun için orucun farz oluşu da bu ayda olmuştur.

 

Diğer bir âyette de şöyle buyuruluyor:

 

"Ve nezzelnahü tenzîlen." (İsra: 106)

 

Ve tenzîlen indirdik. Yani hepsini birden değil; Usulden fürua/asıllardan ayrıntılara doğru halkın her türlü işlerine, ihtiyaçlarına ve durumun gerektirdiklerine uygun olmak üzere tedrîcen/yavaş yavaş/parça parça indirdik.

 

İnsan sûresinin 23. âyeti de aynı gerçeği açıklar:

 

"Gerçek şu ki, [ey iman eden] bu Kur'anı sana safha safha/devre devre indiren Biziz, gerçek bir armağan (olarak)."

 

*

 

Kur'anın her bir harfinin en az on sevabı vardır. On karşılığı mevcuttur. O baki, kalıcı meyve verir. Hatta bir kısım âyet ve surelerin herbir harfi; yüz ve bin ve daha çok meyve verir.

 

Hele mübarek ve uğurlu vakitlerde her harfin nuru/ışığı ve karşılığı ve değeri ondan yüzlere çıkar. Bunun gibi kutsal imtiyaz ve ayrıcalıklar kazanır.

 

Şanı Büyük Kur'an'ın herbir harfinin en az on karşılığı vardır.

 

Bununla beraber; tekrar ettikçe... Mübarek vakitlere rast geldikçe.. Melek ve diğer şuur sahibi, bilinçli varlıklar okunuşunu dinledikçe.. Herbir harfi bir çekirdek olur.

 

Öyle ki karşılığı bakımından bir manevî sümbül meydana gelir. Öyle ki o sümbülün taneleri konuşulduğu sırada; ağızdan çıkan bir kelime; havanın dalgalarının aynalarında aynen konuşulur.

 

Beliren o kelime gibi milyonlarca kelimelerin sayısına eşit olur. Böylece herbir harfi bir edebî hazînenin anahtarı olabilir. Bu şekilde bir kutsal sözü kalbde yazmanın; ne kadar kutsal bir hizmet olduğu anlaşılır.

 

*

 

Amellerin fazileti, yaptıklarımızın sevabı ve uhrevî fazilet bakımından bu geceye yetişilmez. Çünkü nasıl ki bir asker bazı şartlar altında önemli ve korkulu bir mevkide, bir saat nöbette, bir sene ibadet kadar bir fazilet/Allah katında üstünlük kazanabilir..

 

Bir dakikada bir kurşunu yemekle, en az kırk günde ancak kazanılacak velilik derecesi gibi bir makama çıkıyor.

 

İşte bu mertebe o kadar yüksektir ki, bir dakikasına başkaları bir senede yetişemez. Hatta denilebilir ki; bütün dakikaları, -o kutsal iman hizmetinde- o şehit olan askerin dakikası gibidir.

 

Bütün saatleri, dehşetli bir makamda bir saat nöbet tutan fedakâr/özverili bir neferin nöbeti gibidir. Ki bunda ameli az, ücreti çoktur. Kıymet ve değeri yüksektir.

 

Hem nasıl ki bir ağacın kökündeki küçük bir meziyet; ağacın dallarında büyük bir suret alır... Büyük bir daldan daha büyük olur.

 

Hem nasıl ki başlangıçta küçük bir yükseliş, gittikçe bir yekûn tutar.

 

Nitekim merkez noktasına yakın, bir iğne ucu kadar bir fazlalık; geniş dairede, bazan bir metre kadar ziyadeye karşılık olur.

 

*

 

İnsafsız dinsizlerin mübalağa sandıkları hatta imkansız bir abartı, aldatma ve cerbeze vehmettikleri bir kuruntuları vardır. Ki o da şudur: Amellerin sevabına dair ve bazı sûrelerin faziletleri hakkında gelen rivayetlerdir.

 

Meselâ: "Fatiha'nın Kur'an kadar sevabı vardır." "İhlas suresi; Kur'an'ın üçte biri kadardır." "İza Zülzileti'l-ardu suresi; Kur'anın dörtte birine eşittir." "Kul ya eyyühe'l- kâfirun sûresi; dörtte biridir." "Yasin suresi on defa Kur'an kadar" olduğuna dair rivayet ve söylem vardır.

 

İşte insafsız ve dikkatsiz insanlar demişler ki:

 

"Şu muhal ve imkânsızdır. Çünkü Kur'an içinde Yasin ve öteki faziletli olanlar da vardır. Onun için mânâsız olur!"

 

Hakikati şudur: Kur'anın herbir harfinin bir sevabı var, bir hasenedir. Allahın fazlından o harflerin sevabı sümbüllenir... Bazan on tane verir. Bazan yetmiş, bazan yediyüz (Ayetü'l-Kürsî harfleri gibi), bazan binbeşyüz (İhlas suresinin hafleri gibi), bazan onbin (Berat gecesinde okunan âyetler ve makbul vakitlere tesadüf edenler gibi)...

 

Bâzan otuzbin, meselâ haşhaş tohumunun çokluğu gibi.. Kadir Gecesi'nde okunan âyetler gibi.

 

Ve "o gece bin aya mukabildir."/Bin ay hükmündedir, işaretiyle bir harfinin o gecede otuzbin sevabı olur anlaşılır.

 

İşte Kur'an, sevabının katlanmasıyla beraber elbette muvazene ve ölçüye gelmez. Ve gelemiyor. Belki asıl karşığı ile bazı surelerle muvazene ve ölçüye gelebilir.

 

Meselâ: İçinde mısır ekilmiş bir tarla düşünelim. İçinde bin tane mısır ekilmiş olsun. Bazı habbe ve tohumları yedi sümbül vermiş olsun; herbir sünbülde yüzer tane olmuş ise, o zaman tek bir tohum; bütün tarlanın iki sülüsüne/üçte ikisine mukabil ve karşılık olur.

 

Meselâ: Birisi de on sünbül vermiş olsun.. Herbirinde ikiyüz tane vermiş olsun.. O zaman bir tek habbe ve tane asıl tarladaki tanelerin iki misli kadar olur.

 

Bunun gibi, sen artık diğerlerini buna kıyas et, karşılaştır.

 

*

 

Şimdi Kur'anı; nurlu, kutsal, semaya ait bir tarla tasavvur ve kabul ediyoruz. İşte herbir harfi asıl sevabiyle birer tohum hükmündedir. Onların sünbülleri nazara alınmayacak.

 

Yasin suresi, İhlas, Fatiha, Kul ya eyyühe'l-kâfirun, İza zülzileti'l-ardu gibi diğer faziletlerine dair rivayet edilen sure ve âyetlerle muvazene edilebilir, karşılaştırılabilir.

 

Meselâ: Kur'an'ın üçyüzbin altıyüzyirmi harfi vardır.

 

İhlas suresi, besmele ile beraber altmış dokuzdur. Üç defa altmış dokuz, ikiyüzyedi harftir.

 

Demek İhlas sûresinin herbir harfinin hasene ve karşılıkları binbeşyüze yakındır.

 

İşte Yasin suresinin harfleri hesap edilse, Kur'an' harflerinin tamamına nisbet edilip oranlansa on defa iki kat olması nazara alınsa şöyle bir netice çıkar:

 

Yasin-i Şerif'in herbir harfi yaklaşık olarak beşyüze yakın sevabı vardır. Yani o kadar hasene sayılabilir.

 

İşte buna kıyasen, başkalarını dahi tatbik etsen, ne kadar hoş, güzel, doğru, abartısız ve yerinde bir hakikat olduğunu anlarsın.

 

*

 

Birçok mahlûk taifelerinde olduğu gibi, insanın yaptığı fiil ve amellerde bâzı harika fertler/benzersiz durumlar bulunur.

 

O fertler eğer iyilikte ileri gitmeşse, o türlerin övünç sebepleridir. Yoksa uğursuzluk vesileleridir.

 

Hem gizleniyorlar. Sanki birer manevî şahıs, birer hayalî gaye hükmüne geçerler.

 

Diğer fertlerin herbirisi o olmağa çalışır. Ve o olmak ihtimali var.

 

Demek o mükemmel ve tam hârika fert; mutlak, mübhem ve belirsiz bulunup, her yerde bulunması mümkün.

 

Şu ibham/belirsizlik ise mantıkça mümkün, imkân dahilinde bir hükümdür. Bu suretinden dolayı külliyetine/kapsamlı olduğuna karar verilebilir. Yani herbir amel şöyle bir sonuç verebilmesi mümkün ve olasıdır:

 

Meselâ "Kim iki rek'at namazı filan vakitte kılsa, bir hac kadardır."

 

İşte iki rek'at namaz bazı vakitte, hac yapmak gibi sevaplı olduğu bir gerçektir. Herbir iki rek'at namazda bu mânâ kapsamlı bir şekilde mümkündür.

 

Demek şu çeşitteki rivayet ve söylemler; bunun her zaman olması fiilen ve kapsamlı olarak, olması mümkün değildir.

 

Zira kabulün mademki şartları vardır. Öyleyse bu külliyet/kapsamlı oluş ve daimilikten çıkar. Belki ya fiilen geçicidir. Mutlaktır. Yahut imkân dâhilindedir. Kapsamlıdır.

 

Demek şu çeşit hadislerdeki kapsamlı oluş keyfiyeti imkân bakımındandır.

 

Meselâ: "Gıybet, katil gibidir." Demek gıybette öyle bir fert bulunur ki, katil gibi bir öldürücü zehirden daha zararlıdır.

 

Meselâ: "Bir güzel söz, bir kulu azad etmek/salıvermek gibibir büyük sadakanın yerine geçer."

 

Şimdi rağbetlendirmek ve teşvik için, o belirsiz mükemmel fert, mutlak bir surette her yerde bulunmasının imkânını vaki olmuş bir surette göstermekle, hayra şevki ve şerden nefreti harekete geçirmektir.

 

*

 

Hem de şu âlemin mikyas ve ölçüsüyle ebedî âlemin şeyleri tartılmaz. Buranın en büyüğü, oranın en küçüğüne muvazi ve denk gelemez.

 

Amellerin sevabı o aleme baktığı için dünyevî nazarımız ona dar geliyor. Aklımıza sığıştıramıyoruz.

 

Meselâ: "Kim bu duayı okursa Musa ve Harun'un sevabı kadar ona sevab verilir."

 

Yani: "Göklerin ve yerin sahibi olan Allah'a hamd olsun. O bütün âlemlerin Rabbidir. Göklerdeki ve yerdeki yücelik, büyüklük O'nundur. O aziz ve hakimdir. Göklerin ve yerin rabbi olan Allaha hamdolsun. O Alemlerin Rabbidir. Göklerdeki ve yerdeki yücelik O'nundur. O aziz ve hakimdir. O göklerin Rabbidir. Mülk ve idare O'nundur. O aziz ve hakimdir." (Hadis. M.A. s.350)

 

İnsafsız ve dikkatsizlerin en çok dikkat nazarlarını çeken şey, bu gibi rivayet ve söylemlerdir. Hakikati şudur: Dünyada dar nazarımızla, kısacık fikrimizle Musa ve Harun Aleyhisselâmların sevaplarını ne derece tasavvur ediyor, düşünebiliyoruz, bilebiliyoruz?

 

Ebedî âlemde Mutlak Rahim olan Allah, ebedî saadette sonsuz ihtiyaç içinde olan bir kuluna bir tek duaya karşılık olarak vereceği sevabın hakikati, o iki zâtın sevaplarına -fakat bilgi dairemize ve tahminimize giren sevaplarına- ancak eşit olabilir.

 

Meselâ: Bedevî, vahşi bir adam hiç padişahı görmemiş. Saltanat haşmetini bilmiyor. Bir köyde bir ağayı nasıl tasavvur eder, o hudutlu fikriyle bir padişahı ondan büyükçe bir ağa kadar bilir.

 

Hatta bizde sade-dil bir taife var ki, eskiden diyorlardı ki: "Padişah, kendi ocağı yanında ve tenceresinin başında pişirdiği bulgur çorbası yanında ne yapıyor, bizim ağamız onu biliyor."

 

Demek onlar, padişahı o kadar dar bir vaziyette ve sıradan bir surette hayal ediyorlar ki, kendi bulgur çorbasını kendi pişiriyor; adeta bir yüzbaşı haşmetinde sanıyorlar.

 

Şimdi biri o adamlardan birisine dese: "Sen bugün benim için bu işi yapsan, senin bildiğin padişah haşmeti kadar sana bir haşmetlik vereceğim. Yani bir yüzbaşı kadar bir rütbe vereceğim."

 

O söz hakikattir. Çünkü padişahın haşmet ve saltanatından, onun dar fikir dairesine giren, ancak bir yüzbaşılık kadar bir şevkettir.

 

İşte dünya nazarıyla dar fikrimizle âhirete yönelik sevap gerçeğini o bedevî adam kadar da düşünemiyoruz. Hz. Musa ve Harun'un bilmediğimiz gerçek sevapları ile ölçmek değil; -çünkü teşbih/benzetme kaidesi/kuralı; bilinmezi bilinene kıyas eder.-

 

Belki ölçülen ve malûmumuz olan ve tahminimize giren sevaplariyle mümin ve inanmış bir kulun bir duasına karşılık bilmediğimiz hakiki sevabıdır.

 

Hem de deniz yüzü ile damlanın gözbebeği, güneşin tamam yansımasını tutmakta eşittirler. Fark keyfiyet ve içeriktedir.

 

Hz.Musa ve Harun'un deniz gibi ruh aynalarına yansıyan sevabın mahiyeti bir damla hükmünde mümin bir kulun bir ayetten aldığı aynı mahiyetteki sevaptır.

 

Mahiyetçe/iç durum bakımından ve sayıca birdirler. Keyfiyet/içerik ise, kabiliyete bağlıdır, ona bakar.

 

Hem bazan olur ki, birtek kelime, birtek "Sübhanallah" demek; öyle bir saadet ve mutluluk hazinesini açar ki, altmış sene hizmetle o açılmamış.

 

Demek bazı haller oluyor ki, bir tek âyet Kur'an kadar fayda verebilir. Hem Allahın ne büyük ismine mazhar olan Resul-i Ekrem'in bir âyette mazhar olduğu/kavuştuğu ilahî feyiz, belki bir peygamberin bütün feyzi kadar olabilir.

 

Hz. Muhammed'e varis olmakla, ne büyük ismin gölgesine mazhar bir kul, kendi kabiliyeti itibariyle sayıca bir Peygamberin feyzi kadar manevî karşılık alıyor denilse gerçek dışı sayılamaz.

 

Hem de sevap ve fazîlet, nur âlemindendir. O âlemden bir âlem, bir zerreye sığışabilir. Nasıl bir zerrecik bir camda, semalar ve gökler yıldızlarıyla beraber görünebilir.

 

Öyle de, halis, saf bir niyetle şeffaflık kazanan bir zikir ve Allahı anışta veya bir âyette, gökler gibi nurlu sevap ve fazilet yerleşebilir.

 

*

 

Bir biçare/zavallı vesveseli ve hassas ve dinsizlerle görüşen bir adam, meşhur; Hz. Peygamberin duası olan "Cevşenü'l-Kebîr" hakkında ve akıl dışı sevap ve fazîletine dair bir hadisi görmüş, şüpheye düşmüş.

 

Demiş: "Rivayet eden, Ehl-i Beyt'in imamlarındandır. Oysa sayısız bir abartı görünüyor. Mesela içinde der: Bu duaya Kur'an kadar sevap/manevî karşılık verilir. Hem göklerdeki büyük melekler, o dua sahibini gördükçe, kürsülerinden inip ona pek büyük bir alçak gönüllülük ile hürmet ederler. Bu ise, aklın ve mantığın mikyas ve ölçülerine gelmez."

 

*

 

Her gün bütün ümmet kadar haseneler/iyilikler ona işlenen ve bütün müslümanların saadetlerine yardım eden ve en büyük ismin mazharı ve kâinatın asıl çekirdeği hem en mükemmel, en tam ve en kâmil ve çok yönlü meyvesi olan Hz. Ahmed'in zâtı yani bizzat Hz. Muhammed; o duanın kendi hakkında, o büyük mertebesini görmüş, ona haber veren cebrail Aleyhisselâm'dan işitmiş, başkalarını kendine kıyas etmiş veya edilmiş.

 

Demek o pek olağan dışı ve çok farklı sevap, Hz. Muhammed'in en büyük veliliğinden ona gelmiş. Kapsamlı ve genel değil. Belki o duanın içyüzünde böyle harika bir kıymet var. Bundan dolayı Allahın en büyük isminin mazharı olan zâta bağlı olmalarıyla; başkaları için dahi o sevap mümkündür.

 

Fakat gayet ehemmiyetli şartları var. Yalnız okumak yetmez. Yoksa hükümlerdeki dengeyi bozar, farzlara ilişir.

 

*

 

O dua, nasılki Hz. Muhammed'e baktığı zaman abartıdan uzak ve gerçeğin ta kendisi oluyor.

 

Öyle de o duadaki yüzer Allahın güzel isimlerinin hakikatlerine baktığı zaman; değil abartı, belki onların sonsuz tecellîlerinden gelmesi mümkün ve gelebilen feyizlerin nihayetsizliğini göstermek için pek az bir kısmını Muhbir-i Sâdık/Haberinde doğru olan Hz. Muhammed haber vermiş ve teşvik için belirsiz ve mutlak bırakmış.

 

Sonra zamanın geçmesiyle, o mümkün, imkân dâhilinde olan ve mutlak hüküm, fiilen vaki olmuş ve herkesi kapsamına alıcı zannedilmiş.

 

*

 

Bir de, Cennet'te bir adama beşyüz senelik bir genişlikte bir Cennet verilmesi üstünde düşünelim: O koca Cennet'in verilmesi, bilmediğimiz tarzda bir malikiyet ve sahiplik değil; belki insan nasıl özel evine çok cihetlerle maliktir, sahiptir.

 

Öyle de zemin yüzündeki şeylere çok duygularıyla bir çeşit maliktir. Tasarruf ve istifade edebilir/bütün bunlardan yararlanabilir.

 

Hem koca dünyayı, benim evimdir. Bana vermiş ve güneş lâmbamdır diyebilir.

 

Demek bazı hadden ziyade, hârika ve akıl dışı bir kısım sevaplar, bu zikredilen hakikata bakar.

 

*

 

Hem İslâmiyette her sevabın, her faziletli amelin en evvel mazharı ve bizlerin bir duada bir zerre sevabımızda, o duada bir dağ kadar sevap ve feyzi kazanan Hz. Peygamber, özel dualar ve din ve İslâmiyet ve Peygamberlik bakımından değil, belki Hz. Muhammed'in veliliği noktasında ve genel olmayan derslerinde, kendine verilen en yüksek mertebeyi açıklar.

 

Kendine tam uyan has vârislerini, o noktalara teşvik eder. O noktalara yönlendirir.

 

Velhasıl:

 

Bin aydan hayırlı o yüce Kadir Gecesi

 

Değerlenir o Gece'de dilin her hecesi.

 

 

Kaynak: İslâm Prensipleri Ansiklopedisi.