Cumhuriyet gazetesi yönetici ve yazarları hakkında, "PKK/KCK, FETÖ/PDY ve DHKP/C'ye müzahir oldukları" iddiasına ilişkin firari sanıklar gazetenin eski genel yayın yönetmeni Can Dündar ve İlhan Tanır ile aralarında Akın Atalay, Ahmet Şık'ın da bulunduğu 4'ü tutuklu 20 sanığın yargılandığı davada tanıklar dinleniliyor.

İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Silivri Ceza İnfaz Kurumu Yerleşkesi karşısındaki binada görülen duruşmada tanık olarak dinlenilen Mehmet Faraç, 18 yaşında işe başladığı Cumhuriyet gazetesinde 26 yıl çalıştığını söyledi.

Mehmet Fehmi Kubilay'ın şehit edilişinin yıl dönümünde köşe yazısı yazdığını, bu yazının Cumhuriyet gazetesinde sansürlendiğini ve bunun sonucunda tazminatsız şekilde işten çıkarıldığını savunan Faraç, "İlhan Selçuk ağabeyimizin vefatı sonrasında oluşan ideolojik yapı beni kadronun dışına attı. 2010 yılında burada yargılananların talimatıyla işten çıkarıldım." diye konuştu.

"Düşünce özgürlüğü diye bir şey kalmadı"

Cumhuriyet gazetesine 26 yıl emek verdiğini, PKK, Hizbullah gibi terör örgütleriyle mücadele ettiğini belirten Faraç, şöyle devam etti:

"Çocukları, ailesi tehdit edilmiş biri olarak, gericilerin şehit ettiği Kubilay ile ilgili yazı yazdığım için kapının önüne kondum. İlhan Selçuk’un vefatının ardından gazetede 'düşünce özgürlüğü' diye bir şey kalmamıştır. Vefatının ardından gazetenin adı '2. Cumhuriyet' olmuştur. İlhan Selçuk'un vefatı aydınlanmanın kapatıldığı gündü. Cumhuriyet gazetesi bugüne kadar yazarlarıyla var oldu, haberleriyle var olmadı."

Tanık Faraç, Uğur Mumcu, Bahriye Çok ve Ahmet Taner Kışlalı'nın terör örgütleri tarafından katledildiğini anlatarak, bugünkü Cumhuriyet gazetesinin ise Kandil'e muhabir ve yazar gönderen bir gazete olduğunu vurguladı.

"FETÖ’nün en büyük cinayetlerinden biri İlhan Selçuk"

Cumhuriyet gazetesinde "Kandil'de yere izmarit bile atılmıyor" başlıklı bir haberin yayımladığını anımsatan Faraç, şöyle devam etti:

"FETÖ’nün en büyük cinayetlerinden biri İlhan Selçuk'tur. İlhan ağabey merdivenleri koşarak çıkan bir insandı ama yapılan gözaltılar sebep oldu buna. Bu kadar insanın kanını döken bir örgütün (PKK) yere izmarit atmaması de ne oluyor Sayın Başkanım. Gazete yalnızca ideolojik erozyon yaşamadı, çöküntü yaşadı. Bugün merkez binası kiralık olarak kullanılıyor. Binaların hepsi satıldı, Cumhuriyet gazetesi yok edilmiştir. Asıl çöküş itibar çöküşüdür. Bütün siyasal partiler Cumhuriyet gazetesini önemserdi. Gazeteler siyasi partilerle uğraşır, mücadele ederdi. Cumhuriyet gazetesinin bombalanması, İlhan Selçuk'un ölümü, Mustafa Balbay'ı cezaevine sokan bir örgütün safında yer alarak AK Parti ile mücadele algısı oluştu."

Cumhuriyet gazetesinin kapatılan Zaman gazetesiyle aynı başlıkları attığını kaydeden Faraç, gazetenin, "Düşmanımın düşmanı dostumdur" stratejisi belirlediğini söyledi.

"Köşem kapatıldı"

Davanın sanıklarından Hikmet Çetinkaya'nın 25-30 yıl boyunca FETÖ'yle ilgili kitaplar yazdığını ifade eden Faraç, "Fetullahçı, Gladio diye bir kitap çıkardı. Buna benzer birçok kitap çıkardı. Böyle bir insan kapatılan 'Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı' kahvaltı sofrasına oturması dikkat çekici. Firari vakıf başkanıyla, kol kola fotoğrafının olmaması tepetaklak olma sebebidir. Bir insan hem nasıl 'gladio' hem de 'terör örgütü değildir' der. Dehşet verici bir şey." diye konuştu.

Atatürkçü yazarların gazeteden tasfiye edildiğini öne süren Faraç, "Can Dündar'ın 'Mustafa' filmiyle ilgili bir infial oluştu. Ben de filme bakıp 'Bu filmle Atatürk'ün başına çuval geçirilmiştir' dedim. Ertesi gün köşem kapatıldı. Çok ilginç olan ise o dönem yayın yönetmeni İbrahim Yıldız'dı. O köşe o gün kaldırıldı ve çok ilginçtir, sonra Can Dündar gazetenin başına geldi." ifadelerini kullandı.

Duruşmada tanık olarak dinlenen Leyla Tavşanoğlu da sanıklarla fikir uyuşmazlığı olsa da hiçbirinin terör bağı olduğunu düşünmek istemediğini söyledi.

Gazetenin kendisinden sonraki işleyişi hakkında söyleyeceği bir şeyi olmadığını belirten Tavşanoğlu, "Yargılananlar gazeteci ve hukuk insanıdır. 2014'te Gazeteci ve Yazarlar Vakfı beni ve başka gazeteci ve akademisyenleri Pensilvanya'ya davet etti. Vakıf ve gazete yönetiminde olan İbrahim Yıldız'dan izin aldım. Gülen de oradaydı. Sonra yazmaya değer haber görmedim ondan yazmadım. Can Dündar'ın gelmesinin ardından gazetenin ideolojisi sulandırıldı gibi bir izlenim yaratılmaya çalışıldı." dedi.

Mahkeme Başkanı Abdurrahman Orkun Dağ'ın "Can Dündar size belli bir şekilde haber yazmanızı telkin etti mi?" diye sorduğu tanık Tavşanoğlu, "Hayır" yanıtını verdi.

Tanık olarak dinlenilen Namık Kemal Boya da çalışmalarla Cumhuriyet gazetesinin tirajını 100 bine ulaştırdıklarını belirterek, "21 Mart 2008'de İlhan Selçuk ve Türkan Saylan'ın gözaltına alınmasıyla başlayan süreçten ben de 2009'da nasibimi aldım. 2013'te bugün sözü geçen yönetim değişiklikleri ile okuyucu arasında değişim oldu. Verdiğimiz ilanlara müdahale edildi biz de ilan vermekten vazgeçtik." şeklinde beyanda bulundu.

"Cumhuriyeti savunmayanlar, 'Cumhuriyet' adını kullanmaz”

Boya, 2014'te 27 Mayıs'ın yıl dönümünde gazetede haber çıkmamasının dikkatini çekmesi üzerine herkese mail attığını ifade ederek, şunları kaydetti:

"Bazı yayın değişiklikleri de oldu. Bazı haberlerin logonun üstüne çıkması ya da Gülen ile yapılan Fakirhane haberi gibi olaylar yaşandı. Bunlarla ilgili ufak tefek görüşmelerimiz olsa da çözüm olmadı. Daha fazla 2014 Eylül'ünde temsilcilerle toplanarak boykot kararı aldık ama bu durumda çalışan arkadaşları zor duruma düşürecek diye esneterek Bilim ve Teknik'in yayınlandığı cuma günleri dışında genel boykot düzenlenmesine karar verdik. Herkes eline aldığı gazetenin kendini temsil etmediğini söylüyordu. Bu tüm okurlarda benzer tepki oldu. 2014'te başlayan bu boykot ile bazı etkilenmeler oldu ama yeni yönetimler ve yeni çalışanlarla değişim devam etti. Gazete 1924'de Mustafa Kemal Paşa emriyle kurulmuştu. Cumhuriyeti savunmayanlar 'Cumhuriyet’ adını da kullanamaz."

Mahkeme heyeti bu tanıkların dinlenilmesinin ardından duruşmaya ara verdi.