Son yıllarda Avrupa coğrafyasında peşpeşe gerçekleştirilen terör eylemlerinde, neden özellikle Fransa’nın hedef alındığını çok yönlü sorgulayanlar, bu saldırıları 7 Ocak 2015’te gerçekleştirilen Charlie Hebdo katliamıyla başlatıyorlar. 

Bu yüzeysel bir değerlendirme, Fransa’yı hedef alan seri terör saldırılarının arkasındaki gerçekleri görmemize engel oluyor. İnsanlık tarihinin çok önemli bir sürecinde, ilerisini daha net görebilme adına, ısrarla tekrarlanmakta olan bir yanlışı düzeltmek isteriz; Fransa’yı hedef alan seri terör saldırılarının miladı, eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin 14 Şubat 2005 tarihinde, Lübnan’da düzenlenen bombalı bir saldırıyla öldürülmesidir. 

Fransa, eski arka bahçeleri olan Suriye ve Lübnan’da bayrak gösterdikçe Paris’te bombaların patlaması bir rastlantı değildir. 

M. KEMAL SALLI

Son yıllarda Avrupa coğrafyasında peşpeşe gerçekleştirilen terör eylemlerinde neden özellikle Fransa’nın hedef alındığını çok yönlü sorgulayanlar, bu saldırıları 7 Ocak 2015’te gerçekleştirilen Charlie Hebdo katliamıyla başlatıyorlar. 

Bu yüzeysel bir değerlendirme, Fransa’yı hedef alan seri terör saldırılarının arkasındaki gerçekleri görmemize engel oluyor. İnsanlık tarihinin çok önemli bir sürecinde, ilerisini daha net görebilme adına, ısrarla tekrarlanmakta olan bir yanlışı düzeltmek isteriz; Fransa’yı hedef alan seri terör saldırılarının miladı, eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin 14 Şubat 2005 tarihinde, Lübnan’da düzenlenen bombalı bir saldırıyla öldürülmesidir. 

Fransa, eski arka bahçeleri olan Suriye ve Lübnan’da bayrak gösterdikçe Paris’te bombaların patlaması bir rastlantı değildir. 

Eski Lübnan Başbakanı R. Hariri’nin arabasına yerleştirilen bir bombayla öldürülmesinin nedenlerini  irdeleyen “Hariri Neden Öldürüldü?” (Şubat 2005 Önce VATAN) başlıklı yazı dizimizde , perde gerisindeki Fransa’nın, eski arka bahçesi Lübnan’a olan ilgisine özellikle dikkat çekmiştik. Çünkü, Refik Hariri’nin arabasına yerleştirilen bir bombayla öldürülmesi, bugün Ortadoğu coğrafyasında yaşanmakta olan gelişmelerin ve Fransa’yı hedef alan seri terör saldırıların habercisiydi. Refik Hariri’nin katledilmesinin geri planında ABD/İrsal ile Fransa rekabet yatıyor. 

Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında tek kutuplu kalan dünyamızda Fransa, ABD’nin küresel liderliğini Ortadoğu’nun petrol ve doğalgaz zenginliği üzerinden sürdürme kararlığını biliyordu. ABD’li ideologların hazırladıkları Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) ilk adımı olan I. Körfez Savaşı’nda, Saddam’ı tepeleyerek Kuveyt’ten çıkaran koalisyon ortaklarından biri de Fransa’ydı.  

ABD’li ideologların hazırladıkları BOP bağlamında Ortadoğu’nun siyasi haritası yeniden çizilmekte olduğunu gören Fransa, 1936’ya kadar mandası altında yaşayan bugünkü Suriye ve Lübnan’ı yeniden kontrolü altına almaya, hiç olmazsa, Rusya’nın Suriye’deki Tartus’una benzer üsler elde etmeye çalışıyordu. 

ABD ve İsrail’in, Fransa’nın yeniden Ortadoğu’ya gelmesine sıcak bakmayacakları biliniyordu. Bu nedenle Fransa, uluslararası hukukun boşluklarından yararlanarak, kendisini bölgeye davet ettirmenin yollarını aramaya başladı. Ortadoğu’da bir ülke, özellikle 1936’ya kadar Fransız mandası altında kalmış bir ülke, “iç savaş” gerekçesiyle Fransa ordusunu “yardıma” çağırabilirdi. 

REFİK HARİRİ DEVREDE

Sünni olan Refik Hariri, 2004’te yapılan anayasa değişikliğinden yararlanarak üç yıl için yeniden seçilen Maruni devlet başkanı Emil Lahud’u protesto gerekçesiyle Ekim ayında başbakanlık görevinden istifa etmişti. Mayıs 2005’te yapılacak seçimlere hazırlanmaya başlamıştı. 

Refik Hariri suikastini, Suudilerle yakınlığını içine sindiremediğini söyleyen “Suriye ve Lübnan’da Cihad ve Zafer Örgütü” adına Ahmed Teysir Ebu Ades üstlenmişti. Fakat, yaptığı açıklamalar pek inandırıcı olmamıştı.

1991 yılına kadar suikastler ve iç savaşla sarsılan Lübnan, yeniden istikrarı yakaladığı bir dönemde yaşanan Hariri suikastiyle bir kez daha kaos ortamına sürüklenmişti. Lübnan’ın 1991 öncesindeki iç savaş ortamına sürüklenmesinden kim ya da yarar umuyorlardı? Lübnan’ın iç savaşa sürüklenmesinin ülkeye ne yararı olabilirdi ki?

Refik Hariri suikastının nedenlerini irdeleyen çeşitli yorumlar yapıldı. Yorumlar, Hariri’nin mezhep çatışmaları nedeniyle öldürüldüğü konusunda birleşiyorlardı. “Zamanlaması ve uygulanış şekli dikkate alındığında, Hariri suikastinin arkasındaki gerçek aktörleri görebilmek, bulabilmek gerçekten zor” deniyordu. Fakat, bir zamanlar bölgenin en çağdaş ülkesi sayılan, başkenti Beyrut’un “Ortadoğu’nun Paris’i” olarak anılan Lübnan’ın neden, nasıl ve kimler tarafından harabeye dönüştürüldüğünü bilenler açısından Hariri suikastinin arka planı o kadar karanlık değildi. 

Hariri suikastinin baş suçlusu olarak Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad gösterildi; işgalci devlet olarak Lübnan’da ciddi kazanımları vardı. ABD, İsrail ve Fransa da Suriye’yi suçluyor ve derhal Lübnan’dan çekilmesi gerektiğini savunuyordu. ABD, İsrail ve Fransa, Suriye’yi işgalci olarak suçlarken, aslında kendi konumlarını kamufle etmeye çalışıyorlardı. Bu üç ülkenin de Lübnan’da önemli yatırımları vardı ve pek çok alanda rekabet içindeydiler. ABD, 1958’de, Lübnan’ın Maruni Devlet Başkanı Camille Chamoun’un davetine uyarak askerlerini Lübnan’a taşımış, Ortadoğu’daki ilk üslerinden birini Lübnan’da kurmuştu. Fransa, 19. Yüzyılın başlarından itibaren Ortadoğu’daki varlığını Marunilere dayandırmıştı. İsrail de, genişleme politikası paralelinde, güney Lübnan’ı, 1982-2000 yılları arasında işgal altında tutmuştu. 

1983’te Lübnanlı bir kız, ABD askeri üssüne bombalı bir saldırı düzenlemiş ve 243 ABD askeri ölmüştü. Bu saldırı sonrasında ABD Lübnan’ı terk etmişti. İlginçtir. Aynı gün Lübnan’ın Beyrut’taki askeri üssüne de bir saldırı düzenlenmiş ve 43 Fransız askeri hayatını kaybetmişti. İki saldırıdan da Suriye ve Beşşar Esat suçlu tutulmuştu, ama bazı Ortadoğu uzmanları bu peşpeşe gerçekleşen bu saldırıları, ABD ile Fransa arasındaki rekabete bağlamışlardı. 

LÜBNAN ANAYASASI’NI 1040’DA FRANSA HAZIRLAMIŞTI

Lübnan Anayasası’nı 1940 yılında Fransa hukuk uzmanları hazırlamıştı. İlginç anayasası nedeniyle, Lübnan’daki etnik ve dini güç odakları, çıkarları doğrultusunda, herhangi bir ülke ile işbirliği yapabilmekte, bir yabancı ülkenin askerlerini “yardıma” çağırabiliyorlardı. 

2003’te Irak’ın ABD tarafından işgal edilmesinden sonra, sıranın Lübnan ve Suriye’ye geldiği konuşulmaya başlanmıştı. 

Fransa, ABD’nin Irak’ı işgal etmesinden sonra, eski arka bahçesi Lübnan’a kesin dönüş yapabilmek için fırsat kollar olmuştu. En akla yatkın formül de, Fransa’nın, 1958 yılında, Maruni Devlet Başkanı Camille Chamoun’un Amerika’yı davet etmesine benzer bir gerekçeyle kendisini Lübnan’a davet ettirmesiydi. Bu daveti yapabilecek en uygun isim de, son zamanlarda siyaset sahnesinde yıldızı giderek parlamakta olan Refik Hariri’ydi. ( Not: Refik Hariri, bizim Telekom’u alan Muhammed Hariri’nin kardeşidir. )

1958’DE ABD’NİN DAVET EDİLMESİNE BENZER BİR KARGAŞA OLUŞTURULACAK VE FRANSA BİR KURTARICI OLARAK LÜBNAN’A DAVET EDİLECEKTİ. 

Refik Hariri’ye çengel atıldı. Hariri kendisini başbakanlığa taşıyacak bu teklife sıcak bakıyordu. 

Uygun fırsat kollanmaya başlandı.

Ağustos 2004’te Lübnan Anayasası’nda yapılan bir değişiklikle Maruni Devlet Başkanı Emil Lahud’un görev süresinin uzatılmasına karşı çıkan Refik Hariri başbakanlık görevinden istifa etti. 

Bu arada, 2004’ün Eylül ayında, ABD ile Fransa’nın ortaklaşa hazırladıkları ve Suriye’yi Lübnan’da işgalci ilan eden BM Güvenlik Konseyi’nin 1539 Sayılı Kararı yürürlüğe konuldu. Bu karar öncesinde de, ABD, Suriye’yi Lübnan’da istikrarsızlık oluşturmak ve kaosa sürüklemekle suçluyordu.  

Fransa, pek çok konuda birlikte hareket etmiş olsa da, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne, özellikle de eski arka bahçeleri olan Suriye ve Lübnan konusundaki tutumuna karşı çıkıyordu. Hedeflerine Refik Hariri üzerinden ulaşabilirdi. Başbakanlıktan istifa eden Refik Hariri, ilk seçimlerde devlet başkanlığı için en şanslı adaydı. 1982’de, ABD’nin bir kurtarıcı olarak Lübnan’a davet edilmesine neden olan çatışmalar, Refik Hariri’nin Lübnanı’nda da yaşanabilir ve Fransa da,  bir kurtarıcı olarak ülkeye davet edilebilirdi. Senaryo buydu. Hazırlıklar bu çerçevede yürütülüyordu. 


11 YILDIR BULUNAMAYAN REFİK HARİRİR’NİN KATİLİNİ NEREDE ARAMALIYIZ?

BOP’u hayata geçirmek üzere Irak’ı işgal eden, estirdiği “Arap Baharı” rüzgarlarıyla Ortadoğu ülkelerini kaosa ve iç savaşa sürükleyerek parçalanmalarına neden olan iradenin, Lübnan’da Refik Hariri öncülüğünde planlanan bu komplodan habersiz olabileceği düşünülebilir miydi? 

14 Şubat 2005 günü, Refik Hariri, arabasına yerleştirilen bombaların patlaması sonucu Hakk’ın rahmetine kavuştu. Suikastten Suriye sorumlu tutuldu.

Aradan 11 yıl geçti, Hariri’nin katili hala bulunamadı!.. 

Ne dersiniz, Hariri’nin katilini Paris’te, Nice’te patlatılan bombaların ışığında mı aramak gerekir?