Hergün tenceremize giren yemeklerimize lezzet kazandıran domates, dünyanın en güçlü, buna karşılık en ucuz likopen kaynağıdır. Likopen, bağışıklık sistemimizi ayakta tutarak, bizleri gripten kansere çeşitli hastalıklardan koruyor. Likopen deposu domates ve salça gibi domates ürünleri, bütün yemeklerimizin vazgeçilmezi olduğundan, mutfaklarımız, aynı zamanda aile sağlığının koruma altına alındığı birer laboratuvardır. Analarımızın, eşlerimizin, kızlarımızın sevgilerini katarak pişirdikleri, domatesle lezzetlendirdikleri yemekler, bizleri hem besler hem de hastalıklardan korur. Fakat…

M. KEMAL SALLI

Koalisyon pazarlıklarına gömüldüğümüz şu günlerde, geleceğimizi, sağlığımızı yakından ilgilendiren çok önemli iki haber dikkatimizi gerektiği kadar çekmedi. Gazetelere reklam verme gücü ve şansı olmayan domates ve karpuz üreticilerin perişanlığını anlatan bu haberler, gazetelerimizin ancak dolgu sayfalarında yer bulabildi. Halbuki haberler, yalnız bizim değil, gelecek kuşakların da sağılığını tehdit eden bir büyük tehlikenin ipuçlarını veriyordu.

Beş bin yıldır tarım yapılan bu topraklarda tarımın, küreselleşme rüzgarları paralelinde uygulanan bilinçsiz politikalar nedeniyle çökertilmesinden dolayı, sosyal yapımız da, sağlığımız da büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kalmıştır. Uygulanan yanlış tarım politikalarının sosyal yapımızda yarattığı depremler ayrı bir yazının konusu, biz burada, domates ve karpuz örneklerinden yola çıkarak, konunun sağlığımız açısından oluşturduğu tehlikelerden söz edeceğiz.

Özal’dan bu yana, küresel sisteme eklemlenen ülkemizde uygulanan “üretim politikaları” nedeniyle, toprağından koparılarak büyük şehir varoşlarına yığılan insanlarımız da, büyük fedakarlıkları göze alarak toprağını ekip biçmeye devam eden çiftçilerimiz de perişandır. Beşbin yıldır üretim yapmanın kazandırdığı deneyimle kendine özgü bir üretim kültürü geliştirmiş, 80 milyonluk dinamik bir nüfusa sahip olan ülkemiz, dayatılan tarım politikaları nedeniyle, Batılı ülkelerin tarım ürünlerinin pazarı haline gelmiştir.

SORUN YALNIZCA TALEPTEN FAZLA ÜRETİM DEĞİLDİR

Konumuza dönersek; Akdeniz ve Ege’deki domates üreticisinin de, Trakya’daki karpuz üreticisinin de ürünü, toplama masrafını karşılamadığından tarlada kalmıştır.

Sorun nedir?

Sorun yalnızca, talepten fazla üretim midir?

Hayır, sorun sanıldığı gibi, talepten fazla üretim değildir. İlk bakışta öyle gibi görünüyor, ama sorun çok başka.

Sorun, iletişim ve ulaşımın gelişmesine paralel olarak dış pazarlara açılan çiftçilerimizin, yabancı tarım ürünleriyle rekabet edemez duruma gelmeleri nedeniyle, “yan yollara” sapmaları ve batağa saplanmalarıdır.

Yani?

Ürettiği ürünün albenisini artırabilmek için hormon, zararlı böceklerden korumak için tarım ilacı, raf ömrünü, dayanıklılığını artırabilmek için genleri değiştirilmiş GDO’lu tohumlar kullanması… dır.

En önemli tarım ürünleri pazarlarımız olan AB ülkeleri ve Rusya tarım ilaçları kalıntısı ve genleri değiştirilmiş ürünler konusunda çok duyarlı. Eser miktarda bile olsa, tarım ilacı kalıntısı bulunan ürünler hemen geri gönderiliyor.

Konunun en önemli tarafı, ürünün albenisini yükseltmek, raf ömrünü uzatmak amacıyla genleri değiştirilmiş tohumlardan üretilen ürünler de artık hem dış hem de iç pazarda alıcı bulamıyor.

Özellikle domates ve karpuz gibi, hem lezzet hem de antioksidan yönünden baştacı edilen ürünlerin, genleri değiştirilmiş, kısırlaştırılmış tohumlardan üretilmesi nedeniyle bu özelliklerini yitirmeleri, pazar daralmasına, dolayısıyla da çitçinin perişan olmasına neden oluyor.

MUTFAĞIMIZDAKİ SEVGİ LABORATUARLARI

Ortada çok çarpıcı, önlem alınması, acilen çözüm üretilmesi gereken bir gerçekler dizisi var.. GDO’lu ürünler konusu çok geniş bir konu. Biz burada sağlığımız yönünden çok önemli olan ve günlük yaşantımızda çok yaygın olarak kullanılan antioksidan deposu domates ve karpuz gerçeklerinden söz edeceğiz.

Bilindiği gibi domates, ama 1492’de Amerika kıtasının keşfinden sonra tanıştığımız genleri değiştirilmemiş domates bol miktarda likopen içerir. Domatesteki likopen miktarı pişerken ve salça yaparken daha da artar. Likopen çok güçlü bir antioksidandır, bağışıklık sistemini ayakta tutar ve bizi, başta kanser olmak üzere pekçok hastalıktan korur. Vücudumuz likopen üretemez. Bu yüzden bağışıklık sistemimizi ayakta tutabilmek, hastalıklardan korunabilmek için likopence zengin besinler tüketmek zorundayız. Domates suyu, salça, ketçap gibi domates ürünleri en zengin likopen kaynaklarıdır.

Hergün tenceremize giren yemeklerimize lezzet kazandıran domates, dünyanın en güçlü, buna karşılık en ucuz likopen kaynağıdır. Likopen, bağışıklık sistemimizi ayakta tutarak, bizleri gripten kansere çeşitli hastalıklardan koruyor. Likopen deposu domates ve salça gibi domates ürünleri, bütün yemeklerimizin vazgeçilmezi olduğundan, mutfaklarımız, aynı zamanda aile sağlığının koruma altına alındığı birer laboratuvardır. Analarımızın, eşlerimizin, kızlarımızın sevgilerini katarak pişirdikleri, domatesle lezzetlendirdikleri yemekler, bizleri hem besler hem de hastalıklardan korur.

60’lı yıllara kadar bol miktarda tükettiğimiz domates ve karpuz yerli, yani genleri değiştirilmemiş tohumdan üretildiği için, insanlarımızı hastalıklardan koruyabilecek miktarda antioksidan, yani likopen içerirdi. Domates ve salça hem bol ve ucuz olduğu hem de yemeklere lezzet verdiği için, her evin mutfağında kaynayan tencereyi hane halkının sağlığını koruyan bir laboratuvara dönüştürürdü.

Günümüzde, yemeklerimize lezzet kazandırmak için kattığımız o elma görünümlü domatesler, raf ömrünü uzatmak, albenisini artırmak amacıyla genleri değiştirilmiş tohumlardan üretiliyor. Bu nedenle içerdikleri likopen oranı önemli ölçüde düşüyor ve bağışıklık sistemimizi ayakta tutmakta etkili olamıyor. Grip ve kanser başta olmak üzere bağışıklık sistemiyle ilişkili hastalıklar, gelecek kuşakların sağlığını da tehdit edecek boyutta artıyor.

Bağışıklık sitemimizi çökerten sağlığımızı tehlikeye sokan bu dinamiti tencerelerimize kim, neden, nasıl soktu? Soruların yanıtı sır değil, ama önlem alabilen yok.

YERLİ TOHUMUMUZU KAYBETTİK, HASTALIKLAR ARTTI

Yerli domatesimizi ve karpuzumuzu kaybettik, başta kanser olmak üzere hastalıklar giderek yaygınlaştı, yaygınlaşıyor. Bilinçli önlemler acilen alınmazsa, beslenmek için yediklerimiz, yalnız bizim değil, gelecek kuşakların da sağlığını tehdit eden çok güzel makyajlanmış canavarlara dönüşecektir.

İlgilenenlerin çokiyi bildikleri gibi, yediğimiz domates de, karpuz da kitaplarda anlatılan likopen deposu domates ya da karpuz değil. Domates ya da karpuz görünümlü bir şey yiyoruz, ama yediklerimiz ne domates ne de karpuz. Genleri, dolayısıyla içerikleri değiştirilmiş domates ya da karpuz görünümlü bu yiyecekleri alıyoruz ve kitaplarda yazılanlara bakarak, bunların, içerdikleri likopenle bizleri hastalıklara karşı koruyacaklarına inanarak yiyoruz. Fakat, genlerine salatalık geni eklenerek raf ömrü uzatılan, albenisi artırılan domates görünümlü nesneler, gerçekte domates olmadıkları için, yeterli oranda likopen içermiyor ve bizi hastalıklara karşı korumuyorlar.

Genleri değiştirilmiş domateslerin üreme genleri kırılmış olduğundan, bunlar, tohumluk olarak da bir işe yaramıyorlar. Yani, yerli domateslerde olduğu gibi, tohumlarını kurutup gelecek yılda fide üretemiyorsunuz. Gramına altının gramı kadar para ödeyerek yeniden almak zorundasınız. Gramına altın kadar para ödeyerek aldığınız tohumlardan ürettiğiniz domatesler, likopen içermediği için insanları hastalıklardan korumadığı gibi, eskisi gibi yemeklere lezzet de kazandırmıyor. Genleri değiştirilmiş domatesten salça da yapılmadığı için, fabrikalara satma şansınız da yok.

O zaman ne oluyor?

Domatesler iç ve dış piyasalarda alıcı bulamıyor. Üreticinin, “Almazsanız almayın, ben de salça yaparım” deme şansı yok; çünkü, genleri değiştirilmiş domates görünümlü nesne domates değil!

GENLERİ DEĞİŞTİRİLMİŞ DOMATES, BAĞIŞIKLIK SİSTEMİMİZİ ÇÖKERTMEK AMACIYLA MUTFAĞIMIZA SOKULMUŞ BİR SİLAH MI?

Marketlerde, manavlarda, Pazar tezgahlarında gördüğümüz o elma görünümlü, albenili domatesler, bizi mutfağımızda vurmak, bağışıklık sistemimizi çökertmek amacıyla proglamlanmış yeni nesil bir silah mı?

Komplo teorisi diyebilirsiniz, ama insanlarımızın bağışıklık sisteminin eskisi kadar güçlü olmadığı, başta kanser olmak üzere bağışıklık sistemiyle ilgili hastalıkların giderek artığı gerçeğini görmezden gelemezsiniz.Yazımızı noktalarken bir önemli gerçeğin altını çizelim.. İlaç sektörü, silah ve petrolden sonra dünyanın en büyük üçüncü sektörüdür. İlaç sektörünün de hedefi ürettiğini satmak ve para kazanmaktır. Genleri değiştirilmiş tohumlar, ilaç sektörünün geliştirdiği teknoloji ile üretilmektedir. Genleri değiştirilmiş tohumla üretilen domateslere, raf ömrünü uzatmak için kabak, salatalık genleri aşılandığından, bağışıklık sistemimizi ayakta tutan likopen oranı önemli ölçüde azalmaktadır. Genleri değiştirilmiş tohumla üretilmiş domateslerdeki likopen oranının azaldığı oranda, bağışıklık sistemini destekleyen ilaçların pazarı büyümektedir.

Kabak geni aşılanmış karpuz konusunda da aynı sorunlar yaşanıyor. Avrupa ülkelerinde, Rusya’da Diyarbakır, Selçuk, Trakya karpuzları kolayca alıcı bulurken, raf ömrünü uzatmak amacıyla kabak geni aşılanmış karpuzlar içerde de dışarda da alıcı bulamıyor. Bu yıl Edirne’de yaşanan karpuz felaketinin nedeni budur. Vali Dursun Şahin, üreticiye destek olabilmek için bastırdığı afişlerle halkı, “Hadi kızanlar, karpuz yiyelim” diyerek Edirnelileri karpuz tüketmeye çağırıyor, ama karpuzlar karpuz değil.

Ülkemizde yaygın olarak tüketilen ve en ucuz antioksidan kaynağı olan domates de, karpuz da artık asıl kimliğine kavuşturulmalı ve yerli tohumdan üretilmelidir. Gramına altın kadar para ödeyerek likopensiz domates üretmenin, aklın kabul edebileceği bir açıklaması yoktur.

Buğdayda, domateste, karpuzda, kabakta, salatalıkta… yerli tohuma geçmek zorundayız. Binlerce yıllık hafızası olan yerli tohumu terkedip genleri değiştirilmiş, üreme genleri kırılmış tohumlarla üretim yapmak, akılsızlığın yanı sıra, gelecek kuşaklara yapılabilecek en büyük kötülüktür.