Fırat Kalkanı operasyonu sonrasında giderek sıklaşan DEAŞ eylemleri çok boyutlu değerlendirilmesi gereken saldırılardır. “DEAŞ yapımı” görünümlü Boğaziçi katliamı sonrasında sormamız gereken soru şudur: Bu katliamı, “DEAŞ’ın ideolojisi gereği gerçekleştirdiği bir eylem” olarak mı okuyacağız, yoksa, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Milli birliğimiz, toprak bütünlüğümüz, ekonomimiz büyük bir saldırı altındadır” mesajı ile birlikte mi değerlendireceğiz? 

Boğaziçi katliamının gerçekleştirildiği mekan dikkate alındığında, bu eylemin çok önceden planlandığı ve ciddi bir hazırlık dönemi yaşandığı anlaşılıyor. Katliamda,   Reina gibi, İstanbul elit tabakasının ve yabancıların eğlenmek için tercih ettikleri bir gece kulübünün hedef alınması, “dünya çapında ses getirmesi” açısından, çok bilinçli bir seçimdir. Tüm dünyada, Türkiye’nin “yönetilemez, teröre teslim olmuş bir ülke” olduğu izlenimi uyandırmak üzere planlanmış, ciddi hedefleri olan bir terör eylemidir. 

Her şeyden önce bilmeliyiz ki, Boğaziçi katliamı da dahil, giderek sıklaşan terör eylemleri karşısında dik durabilmek için, bilmemiz gereken şudur: Boğaziçi katliamı siyasi, ekonomik, sosyal ve ruhani boyutları olan profesyonelce gerçekleştirilmiş organize bir terör eylemidir. Bu terör eylemleriyle ne yapılmak istendiğini görebilirsek, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni yıl mesajında da belirttiği gibi, bunun “Yeni bir Kurtuluş Savaşı” olduğunu fark edebilirsek, terörün ve arkasındaki destekçilerin heveslerini kolayca boşa çıkarabiliriz. 

DEAŞ YAPMIŞ OLABİLİR, AMA KİMİN AMACNA HİZMET ETMİŞTİR?

Boğaziçi katliamı, Sovyetler Birliği’nin dağıtılması sonrasında Ortadoğu’nun enerji kaynaklarıyla dağıtım yollarını kontrol altına almak amacıyla bölgemize çullanan ABD ve Batılı ortaklarıyla buna karşı çıkan Rusya, İran ve Suriye cephesi arasında sürmekte olan savaşın Türkiye’ye yansımalarıdır. Batılıların Ortadoğu’ya ilişkin stratejileri, Türkiye ve İran’ı kontrol altına almak, Rusya’yı Ortadoğu denkleminin dışına savurmak temeli üzerine kuruludur. Ortadoğu’daki gelişmeleri bu genel kural çerçevesinde değerlendirmek gerekir.

Boğaziçi katliamında oklar DEAŞ’ı gösteriyor, ama DEAŞ, PKK, YPG, Nursa, Hizbullah gibi örgütler, hedeflerine vekalet savaşıyla ulaşmak isteyenlerin kullandıkları maşalardır. O nedenle, Boğaziçi katliamını, “DEAŞ’ın ideolojisi gereği gerçekleştirdiği bir eylem” olarak okumak da gerçeklerin ifadesi olmayacaktır. Irak’ın işgali sonrasında ortaya çıkmasından itibaren bir örgüt değil, bir devlet aklıyla hareket eden İŞID/DEAŞ’ın arkasında uluslar arası bir destek olmasa, kısa bir zaman diliminde, Irak ve Suriye’de İngiltere büyüklüğünde bir coğrafyayı ele geçirmesi mümkün olabilir miydi? 1991’de, Kuveyt’e giren Saddam’ın düzenli ordusunu, “Bağımsız bir ülkeyi işgal etti” gerekçesiyle üç günde tepeleyen ABD ve Batılı ortaklarının DEAŞ’ın Ortadoğu’daki egemenliğini uzun süre sessizce izlemeleri, pek çok soruyu beraberinde getiren bir tutumdur. 

Boğaziçi katliamında, Reina gibi, elitlerin eğlence mekanının hedef alınması, istihbarat birimlerine takılmaması için yerel birimler dışındaki bir elemanın kullanılması, bu eylemin yalnızca “hayat tarzına bir saldırı” olmadığının göstergeleridir. Hayat tarzına saldırı, terörün korku üzerinden tabanda yer bulmasına, yayılmasına neden olabilir, ama burada asıl görmemiz gereken, bu terör eylemleriyle kimin, hangi sonucu elde etmeye çalıştığıdır.  

Boğaziçi katliamında Reina gibi bir mekanın seçilmesi, DEAŞ’ın ideolojisine uygun bir eylem görüntüsü veriyor. Bu eylem, Türkiye’nin, Fırat Kalkanı bağlamında El Bab’ta DEAŞ’a karşı gerçekleştirdiği operasyonlarla ilişkilendiriliyor. Bu ilişkilendirme doğru olabilir. Fakat, Türk silahlı kuvvetlerinin DEAŞ’a karşı gerçekleştirdiği bu operasyonda, söz verdikleri halde, Türkiye’ye hava desteği vermeyen Batılı dostların bu  tutumları da sorgulanması gereken bir durumdur. 

Türkiye, PYD’nin vurucu gücü, PKK uzantısı YPG’yi “Suriye’deki kara gücü” ilan eden ve güney sınırları boyunca bir terör koridoru oluşturmak isteyen Batılı dostlarının bu tutumlarına karşı,  sınır güvenliğini sağlamak amacıyla, Fırat Kalkanı operasyonu gerçekleştirmeye mecbur kalmıştır. 

Türkiye’nin Rusya ve İran’la birlikte Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olduklarına ilişkin imzaladıkları Moskova Anlaşması sonrasında, Batılı koalisyon ortaklarının DEAŞ’a yönelik Musul operasyonunu durdurmaları, buradaki militanların Rakka üzerinden El Bab’a yardıma koşmalarına fırsat oluşturmuştur. Bu dolaylı yardım, Türk askerlerinin El Bap operasyonunu zora sokmasına ve şehitler vermesine neden olmuştur. 

Türkiye’nin, Rusya ile uçak krizi nedeniyle buzlanan ilişkilerini normalleştirerek Fırat Kalkanı operasyonu başlatması, Suriye krizinin ortaya çıkmasından bu yana ABD ve Batılı ortaklarının oluşturmaya çalıştıkları “Kürt Koridoru” görünümlü terör koridoru ya da ABD/İsrail Koridoru”na karşı duran Rusya ve İran ile birlikte hareket etmesi, “Türkiye eksen kayması mı yaşıyor?” sorgulamasına neden olmuştu. 

Fırat Kalkanı operasyonu sonrasında Türkiye’de toplumu huzurunu hedef alan terör eylemlerinin giderek sıklaşmasını, “DEAŞ’ın ideolojisi gereği gerçekleştirdiği eylemler” olarak okumak doğru bir değerlendirme değildir. 

Fırat Kalkanı operasyonu sonrasında giderek sıklaşan DEAŞ eylemleri çok boyutlu değerlendirilmesi gereken saldırılardır. “DEAŞ yapımı” görünümlü Boğaziçi katliamı sonrasında sormamız gereken soru şudur: Bu katliamı, “DEAŞ’ın ideolojisi gereği gerçekleştirdiği bir eylem” olarak mı okuyacağız, yoksa, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Milli birliğimiz, toprak bütünlüğümüz, ekonomimiz büyük bir saldırı altındadır” mesajı ile birlikte mi değerlendireceğiz? 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni yıl mesajını bir kez daha okuyalım: “Sınırlarımız, PYD, YPG, DEAŞ dahil, terör örgütlerinden temizlenmektedir. İçinden geçtiğimiz dönemin adını doğru koymak gerekiyor. Türkiye son yıllarda yeni bir İstiklal Harbi vermektedir. 2017’de, hem terör örgütlerinin başını ezeceğiz hem de çok daha büyük ekonomik başarılara imza atacağız.” 

“Amin” diyerek, yeni yılınızı kutluyor, tüm insanlığa huzur ve barış getrmesini diliyoruz.