Devletimizin ’’Cumhurbaşkanlığı Sistemiyle mi? Yoksa Parlamenter Demokratik Sistemle mi?’’ Yönetilmesini belirleyecek, 16 Nisan 2017 Anayasa Referandumuna az bir süre kala ülkemizin siyasi ortamını hep birlikte izlemekteyiz.

Referandumla ilgili konuşmalarda, miting meydanlarından verilen mesajlar arasında sıkçasına kullanılan ‘tek adam’, ‘diktatör’ söylemlerinin özellikle devletimizin kurucusuna, Atatürk’e yönelik mesajlar çağrıştırmasına, bu tanımlamaların yapılabilmesini tarihe yazılı belgelere baktığımızda, yaşanan olaylarla mukayese ettiğimizde görülecektir ki; bu söylemler gerçeklerle örtüşmemekte,  son yüzyılın bu büyük liderine haksızlık yapılmaktadır.

O nedenle bu tür söylemlere en iyi yanıtın tarihin içinden gelmesi, tarihin sesiyle verilmesinin, o dönemin gerçeklerini bir kez daha hatırlamanın uygun olacağını düşünüyorum.

Çünkü bu gerçekler, tarih sayfalarına Asil Türk Milletinin canı ve kanı pahasına yazılmıştır. Hiçbir şekilde değiştirilemez, dönüştürülemez.

Düşman işgaliyle parçalanmış Osmanlı Devletinde çaresizlik içerisine düşmüş, adeta tarih sayfalarından silinmesine ramak kalmış Büyük Türk Milleti’nin; hürriyetine, bağımsızlığına kavuşabilmesi için önderlik yapan, bu süreçte milletine olan inancından, güveninden başka hiçbir gücü olmayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün:

Düşmanın denize dökülmesinden sonra ümmet olmaktan bağımsız, hür bir millet olmaya taşıdığı, kimliğini ‘Türk Ulusu’ olarak nitelediği milletimizle birlikte bu büyük başarıyı taçlandırmak adına; ‘’TBMM’yi açarak, ‘’Halk Egemenliğine’’ dayanan bir devlet kurmasına, modern Türkiye’nin temel taşları olan devrimlerine bakıldığında,

. Cumhuriyetimizin sadece ilk on yılına sığan mucizevî gerçekler bir kez daha değerlendirildiğinde,

. TBMM’de çoğu kez gösterdiği adayları, Yüce Meclisin onaylamamasını saygıyla karşıladığı gerçeği ortadayken,

.  Dönemin anayasasında TBMM’ni fesih yetkisi olmadığı da vurgulandığında,  

. ‘’Savaş, mutlak bir zaruret olmadıkça, cinayettir’’ diyen tek asker. ‘’Yurtta Sulh Cihanda Sulh’’ diyerek; sadece ülkesinde değil, dünya barışını da hedefleyen bir lider olduğunu unutmadan,

. Savaş paktları değil, barış paktları kuran bir devlet adamı olarak tarihe geçtiğine göre,

. Bağımsızlık savaşı veren tüm sömürgelere umut ışığı olan lider kimliğiyle,

. 1937’de Meclis açılış Nutku’nda ‘’….Efendiler, topraksız çiftçiyi topraklandırma kanunu çıkarınız…’’ Diyerek; ‘’Köylü Bu Milletin Efendisidir.’’ Tanımlamasıyla,

.‘’Ben, manevî miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında belki gayelere tamamen erişemediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar.’’   Söylemine bakarak, yukarıda sıraladığım tarihe yazılı gerçekleri bir kez daha okuduğumuzda;

Gücünü sadece Büyük Türk Ulusundan alan, kurmuş olduğu devlet felsefesini ‘Türk Milletinin İradesine’ oturtan böylesine büyük bir lidere; ‘’tek adam’’, ya da ‘’diktatör denebilir mi?

Eşsiz liderlik niteliklerini sadece halkımızın aydınlık yarınlarına sunan o büyük insanı; o süreçte yaşayan ‘’Adolf Hitler, Benito Mussolini, Franco’’ gibi nitelemek, mümkün müdür?

Milletimizin bundan yaklaşık bir asır önce yaşadığı şartlara baktığımızda, vatan topraklarımızı işgal ederek parça, parça bölerek yutup, yok etmek isteyen düşmana karşı çıkan, ‘’Ya İstiklal, Ya Ölüm’’ diyerek milletine önderlik yapan,

Çanakkale Geçilmez destanını yazan Mehmetçiğe emir komuta eden, Dumlupınar’ın, Anafartalar’ın Sakarya Meydan Muharebelerinin Muzaffer Komutanına, ‘’Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir, İleri’’ diyerek; düşmanlarımızı geldikleri serin sulara gömen, Mustafa Kemal Paşa’ya, milletimizin gönlünde taht kuran Atatürk’e:

Tarihi gerçeklerle uyuşmayan bu tür olumsuz nitelendirmeler yapmak büyük bir vefasızlık olduğu gibi; bu tanımlamalar, tarihi gerçeklerimizle de uyuşmamaktadır.

Atatürk’e yapılan bu haksız ithamları yanıtlamak adına, tarih sayfalarını aralamaya devam edelim:

Mustafa Kemal’in, 22 Haziran 1919’da yayınlamış olduğu ‘’Amasya Genelgesine’’ bakıldığında:

. Vatanın bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir.

. İstanbul Hükümeti durumun vahametini idrakten acizdir. Bu milleti yok saymak demektir.

. O halde milleti bu durumdan, gene bu milletin azim ve kararı kurtaracaktır.

Diyerek 19 Mayıs’ta başlattığı milli mücadelede; hiçbir askeri ve sivil makama emir verme yetkisi olmayan, vatanın kurtuluşunu milletin azim ve kararlılığında gören, yalnızca milletine inanan, güvenen bir lidere tek adam, ya da diktatör denebilir mi?

Diktatörlükle yönetilen ülkelerde:

‘’Diktatörler dikte ederler, danışmazlar. Ama o hep milletine sordu, TBMM’ne danıştı.

Diktatörler, genelde sivildirler ama mareşal üniforması giyerler. Ama o milli mücadeleyi başlattığında üzerinde ne üniforması, ne de bir unvanı vardı. O asil Türk Milletinin bir ferdi olarak, sadece milletine güvendi.

Diktatörler güçlerini halktan değil, silahtan alırlar. Ama o, gücünü yalnızca Türk Milletinden aldı.

Yönetimde egemen olan halkın iradesi değil, diktatörün iradesidir. Ama o, ‘’Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir’’ dedi.

Yine tarihin anlattığı başka bir gerçek:

‘’1930’lu yılların başında, Atatürk’e yönelik bir takım yazıların gazetelerde görüldüğü de oluyordu. Bu gazetelerden biri, güya Fethi Bey’in Atatürk’e ‘’yaşam boyu’’ Cumhurbaşkanlığı önerdiğini yazmıştı. Tamamen uydurma olduğu anlaşılan bu haber derhal tekzip edilmiş, fakat yankıları sürmüştü. Gazetelerin Ankara temsilcileri bu vesileyle ve kamuoyunu aydınlatmak için Atatürk’ü ziyaret ettiler. Sordukları soru şuydu: ‘’Farz edelim ki size böyle bir teklif yapıldı. Yanıtınız ne olurdu?

Atatürk şu yanıtı vermişti:

‘’Bana öteden beri bu ve buna mümasil (benzeyen, andıran) tekliflerde bulunanlar çok olmuştur. Siz ve efkârı umumiye (kamuoyu) bilmelisiniz ki, bu yoldaki teklifler hoşuma gitmemiştir ve gitmez. Benim gayem Türkiye’de, Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde millet hâkimiyetini egemen kılmak ve ebedileştirmektir. Dediğiniz gibi bir teklifi, benim idealimi cidden rencide eden bir manada telakki ederim. Bu noktada şu veya bu tefsirlere giden sözlerin manasını, beni iyi tanımış olan Türk Milleti, benden daha iyi takdir eder.’’

Atatürk’ün bu ifadesi; günümüz Türkiye’sinde kendisini tek adam, diktatör tanımlamasıyla nitelendirenlere verilebilecek en net cevaptır.

Kendilerine türlü çıkarlar sağlayabilmek adına özel yasalar çıkarttıran devlet adamlarına dünyanın her yerinde rastlanmış, bundan sonra da rastlanacaktır.

Fakat nesi var nesi yok, tüm mal varlığını ulusuna, yani hazineye bağışlamak için özel yasa çıkarttıran bir devlet adamına, ne Atatürk’ten önce ne de sonra, bir daha rastlanmamıştır.’’

Tüm dünyanın büyük bir saygı duyduğu, fikirleriyle tüm mazlum milletlere örnek olan böylesine büyük bir devlet adamına, ‘’tek adam’’ ya da ‘’diktatör’’ denebilir mi? 

Unutulmasın ki, Gazi Mustafa Kemal Atatürk;

Çöken bir imparatorluktan, halk egemenliğine dayalı, hukukun üstünlüğünü esas alan, çağdaş ve laik, demokratik bir cumhuriyet çıkaran bir devletin kurucusudur. 

Bu gerçek sonsuza değin böyle yaşayacak, böyle bilinecektir.

(Not: Tırnak içerisini almış olduğum bölümler; araştırmacı yazar kimliğiyle bilinen, bilgi birikimiyle temayüz etmiş; Maltepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Öğretim Üyeliği, Bölüm Başkanlığı yapmış; Çok Değerli Dostum Dr. Orhan Çekiç’in ‘’1938 Son Yıl’’ isimli kitabından özetlenmiştir.)