Paris’in orta yerinde yaşanan bu terör şokundan, “Ne oldu, kim yaptı, niçin yaptı?” sorularına yanıt arayan çeşitli yorumlar okuyacağız, izleyeceğiz. Sözü hiç uzatmadan söyleyelim; “2. Paris katliamını kim, niçin yaptı?” sorularının yanıtı bellidir. Bu katliam, Ortadoğu ülkelerinin enerji kaynaklarını yağmalayabilmek için, ABD ve koalisyon ortaklarının devlet eliyle uyguladıkları terörün bumerang etkisidir. Bunun dışında söylenenler, gerçeği kamufle etmeye yönelik saptırmalardır.

Fransa, 5 ay önceki Charlie Hebdo katliamından sonra ikinci büyük terör şoku yaşıyor. Paris’te eş zamanlı olarak düzenlenen 7 silahlı ve bombalı saldırıda konser salonunda rehin alınan 100 kişi katledildi. Diğer saldırılarda 40 masum insan hayatını kaybetti.

Terör eylemlerinin her türlüsü insanlık vicdanıyla asla bağdaşmayan eylemlerdir. Terörü amaçlarına ulaşmak için bir araç olarak kullananları şiddetle lanetliyoruz.

Paris’in orta yerinde yaşanan bu terör şokundan, “Ne oldu, kim yaptı, niçin yaptı?” sorularına yanıt arayan çeşitli yorumlar okuyacağız, izleyeceğiz. Sözü hiç uzatmadan söyleyelim; “2. Paris katliamını kim, niçin yaptı?” sorularının yanıtı bellidir. Bu katliam, Ortadoğu ülkelerinin enerji kaynaklarını yağmalayabilmek için, ABD ve koalisyon ortaklarının devlet eliyle uyguladıkları terörün bumerang etkisidir. Bunun dışında söylenenler, gerçeği kamufle etmeye yönelik saptırmalardır.

Paris katliamları, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında, Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) hayata geçirme bağlamında I. Körfez Savaşı’yla (1991) başlatılan, 11 Eylül 2011 İkiz Kuleler şoku eşliğinde hızlandırılan işgallerin, yağmalamaların, devletler eliyle uygulanan işkence ve katliamların yarattığı öfke ve nefretin insani değerleri nasıl yok ettiğini gösteren çok çarpıcı örnekleridir. Bilimsel gerçektir; “şiddet şiddeti doğurur.”

1991’de, I. Körfez Savaşı’yla uygulamaya konulan ve Kuzey Afrika’dan Pakistan’a uzanan ve çoğunluğu Müslüman olan 22 ülkenin haritasını değiştirmeyi hedefleyen operasyonlar, kısa bir zaman dilimine büyük değişimler sığdırmayı amaçlayan, tarihin akış hızını zorlayan uygulamalardı. Yüzlerce yıllık demografik oluşumlar kısa sürede yıkılıp, yerlerine BOP’un hedeflerine uygun demografik iklimler oluşturulmaya çalışıldı. O günlerden bu yana, Cehennem’e dönüşen BOP coğrafyasında uluslararası hukuk, insani değerler ayaklar altına alındı; kan ve gözyaşı eksik olmadı. Hukukun ve insani değerlerin olmadığı yerlerde kaos egemen olur; “orman kanunu” geçerli olur. Yasaları, haklı olanın değil, güçlü olanın belirlediği coğrafyalarda terör egemen olur.

Bunu anlamak için çok uzaklara gitmeye gerek yoktur. Hemen güney komşumuzda milyonlarca Iraklının hayatı pahasına gelinen noktada hangi demokrasiden, hangi insan haklarından bahsedilebilir? Ama bilinen bir gerçek vardır ki; Irak, Libya ve Suriye halklarına ait olması gereken enerji ve diğer kaynakları ABD liderliğinde Batı güçlerinin denetimine girmiştir.”

ESKİ OSMANLI COĞRAFYASINDA BİR ENERJİ İMPARATORLUĞU

İlerde İsrail merkezli bir enerji imparatorluğu oluşturabilme adına hiç de gerçekçi olmayan gerekçelerle, “Demokrasi götürüyoruz”, “Arap Baharı” kandırmacalarıyla ülkeler işgal edildi, işkenceler, katliamlar yapıldı. Milyonlarca masum insan hayatını kaybetti. Sağ kalanlar da, BOP’un amaçlarına uygun demografik iklimler oluşturabilmek için, terör örgütleriyle korkutularak göçe zorlandılar. Eski Osmanlı coğrafyasında İsrail merkezli bir enerji imparatorluğu hedeflendiğinden, bu uygulamalardan özellikle Türkmenler zarar gördü; yüzlerce yıllık Türkmen yerleşim birimlerinden insanlar ölüm korkusuyla göçe zorlandılar..

Ülkeleri işgal edilen insanlara hapishanelerde insanlık vicdanının asla kabul edemeyeceği işkenceler uygulandı, aşağılandılar, horlandılar gururları törpülendi. Uyuşturucu bağımlısı işgalci askerler, gecenin bir vaktinde ellerinde silahlarla girdikleri evlerde, ailesinin gözü önünde genç kızlara tecavüz ettiler. Terör örgütleri kadınları, kızları “cariye” olarak alıp götürdüler. İşgalci devlet yöneticileri ve dünya kamuoyu bu insanlık dışı uygulamaları yalnızca seyrettiler.. Ortaya çıktığı günden beri İslami terör örgütü olarak anılan IŞİD/DEAŞ’ın “Allah-ü Ekber!” nidasıyla kafa kesme görüntüleri, İslam’ın imajını zedelemek, adı “barış” olan İslam’ı itibarsızlaştırmak için bütün medya kanallarına özellikle servis edildi.

Petrolü euro ile satma kararı alan Irak lideri Saddam’ın idamı canlı yayınla tüm dünyaya izlettirildi. Ülkesi kaosa sürüklenip işgal edilen “Kıvırcık Kafa” Kaddafi’nin hunharca katledilişinin görüntüleri de aynı şekilde tüm dünya televizyonlarına telif hakkı talep edilmeden servis edildi; birilerine mesaj gönderildi. Saddam ve verdiği maddi destekle Sakozy’i Fransa’nın cumhurbaşkanı yapan Kaddafi’nin trilyonları hala “kayıp” (!) Dünya petrol rezervlerinin büyük bir bölümünü barındıran Irak, Suriye ve Libya’da insanlar can derdinde; ülkelerinden kaçabilmek için fırsat oluyorlar. Kaçıp da Batı’ya sığınmak için yola çıkanlar, kucaklarında çocuklarıyla birlikte

Akdeniz’in azgın dalgaları arasında boğulup gidiyorlar..

ŞİDDET ŞİDDETİ DOĞURUR”

Altalta sıraladığımız, insanları iliklerine kadar titreten bu vahşet tablolarının insanların ruhsal yapılarında yaratacağı tahribatın, bu travmanın ne gibi kontrolsüz sonuçlar doğurabileceğini bilim adamları öngöremiyorlar mı? “Şiddet şiddeti doğurur” kuralı bir bilimsel gerçek değil midir?

Bili adamalarının suskunlaştığı bir dünyada haktan hukuktan söz etmek mümkün olabilir mi? Şirketleşen devletler yalnızca kendi çıkarlarını düşünürler. Çokuluslu şirketlerin, BM şemsiyesi altında, devletlerin silahlı güçlerini peşlerine takarak sınırötesi askeri operasyonlar yapabildikleri, ülkeler işgal edebildikleri bir dünya düzeninde uluslararası hukuktan, insan haklarından, demokrasiden söz edilebilir mi? Ne diyor Bernard Lewis, “Avrupa, Amerika ve Uzakdoğu ülkeleri gibi dış dünya devletleri Ortadoğu ile üç konu ile ilgililer: Enerji gereksinimleri için kaynak, mal ve hizmetleri için zengin ve genişleyen bir pazar ve bu ikisini güvenceye almak için, görünüşte de olsa, uluslararası hukuk ve düzen’in sağlanması.” Lewis’in, “görünüşte de olsa” vurgulaması dikkatinizi çekmiştir..

Son zamanlarda, Suriye’de ABD ile Rusya arasında, “IŞİD/DEAŞ’ı bombalıyoruz” kamuflajı altında bir güç gösterisi, bir paylaşım savaşı izlemekteyiz. Ortaya çıktığı günden beri bir terör örgütü aklıyla değil de bir devlet aklıyla hareket ettiği açıkça görülen IŞİD/DEAŞ aslında, bir zamanlar Afganistan’da izlediğimiz El Kaide benzeri bir kurgulama. Uygulanan vahşetten sorumlu olmak istemeyen devletlerin maşa olarak kullandıkları yapılanma, bir taşeron örgüt. Gücünü, kendini kurgulayanlardan alıyor. Söylenenlere kanmamak gerekir; ne “Arap Baharı” ne de IŞİD/DEAŞ spontane oluşumlar değildir. Öyle olsaydı, Irak ordusuyla Kuveyt’e giren Saddam’ı bir koalisyon gücü oluşturarak üç günde tepeleyen ABD, IŞID’DEAŞ gibi terör örgütünü birkaç askeri operasyonla kısa sürede yokedebilirdi. Demek ki, bazı hedeflere ulaşabilmek için IŞİD/DEAŞ’ın yaşaması, yaşatılması gerekiyor. Paris katliamlarını IŞİD/DEAŞ üstlendi, biliyorsunuz..

2. PARİS KATLİAMINI KİM, NİÇİN YAPTI?

2. Paris katliamını kim, niçin yapmış olabilir konusuna gelince.. 2. Paris katliamı da BOP coğrafyasında yaşanmakta olan yağmanın, talanın, hukuksuzluğun, vahşetin insanlık vicdanında yarattığı travmanın bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Yanlış anlaşılmasın, katliamı onayladığımız falan yok. Demek istediğimiz, Ortadoğu’da yıllardır yaşanan vahşet tablolarından dolayı insanlık vicdanında oluşan öfke ve nefret, birileri tarafından kendi amaçları doğrultusunda kullanılmıştır. Bu yönüyle 2. Paris katliamı, terörün bumerang etkisidir. 2. Paris katliamıyla kimlere, nasıl bir mesaj verildiği ayrı bir yazının konusudur.

O zamana kadar size iki soruluk bir ev ödevi:

1) Charlie Ebdo katliamını telin yürüyüşüne İsrail’in neden çağrılmak istenmedi?

2) Verdiği maddi destekle Sarkozy’i Fransa Cumhurbaşkanı yapan “Kıvırcık Kafa” Kaddafi’nin 42 trilyon dolarlık kayıp servetinin nerede; yerini kimler biliyor?