Güçlü Ailenin Önemi…
Türkiye’de de böyle bir çabaya yakın tarihimizde Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu girişmiş olup; “Türk ailesinin bütünlüğünün güçlendirilmesi ve sosyal refahın artırılması için gerekli araştırmaları yapmak ve projeler geliştirmek, bunların uygulamaya konulmasını sağlamak, aile ile ilgili milli politikanın oluşmasına yardımcı olmak “ maksadı doğrultusunda çalışmalar yapmış, aileye yönelik birçok yazılı ve görüntülü ürün ortaya çıkarmış, aile konusunda tez hazırlayan yüksek lisans ve doktora talebelerine karşılıksız burs temin etmiş, aile ile ilgili birçok açık oturum, sempozyum ve panel gibi etkinliklere imza atmıştır. Kurum birkaç yıllık aktif ömründe, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün tarihi boyunca en başarılı kurumlarından birisi olmuştur. Lakin güzelliklerin hep törpülendiği bu güzel ülkemizde işlevsiz hale getirilmiştir. Böylece Türkiye’ de aile konusu devlet politikası olmaktan, birkaç sene içerisinde çıkartılmıştır.
Aile Araştırma Kurumu’nun dramatik tercümesi bizi dönüp dolaşıp, aynı sorulara ulaştırmaktadır. Bu da feministlerin aileye, dine, devlete ve erkeklere bakış açıları nedir? Bu soruların cevabı tam olarak netleşmeden, tartışmaların ülkemizde “ Nevi şahsına münhasır” bir hal alabileceğini düşünmüyoruz. Kaldı ki ülkemizde feminist tartışmaların daha ziyade erkeğe, dine, devlete ve aileye karşı olmak gibi görev üstlendiğini gözlemekteyiz. Oysa din, devlet ve aile bir toplumun bekasının adeta varlık koşulları, onsuz olunamazlarıdır. Nitekim az evvel de bahsettiğimiz gibi bütün “İZM”lerin vatanı olan Avrupa ve Amerika ve hatta Rusya, resmi politikalarını aile merkezli oluşturmaktadırlar. Bu devletlerde üstü açık veya kapalı olarak “Aile politikalarının” kurumlaştığına şahit olmaktayız.
Kuşkusuz, modernleşme denilen realite batı da aile kurumuna birçok yönden saldırdı. Mekân bölündü. Duygusallık yerini bireyselliğe bıraktı. Aile çekirdekleşmeye başladı. Doğum oranları azaldı. Ahlaki yapı yozlaşmış oldu. Bütün bunlar özellikle ikinci cihan harbinden sonra batıda ahiliği sosyal politikaların merkezine yerleştirdi. Ancak batılı devletlerin hiçbirisi bu yöndeki problemlerini çözemediler. Aksine problem daha da arttı. Boşanma oranının yüksek olması çok farklı hayat tarzları doğum oranının düşük olması nüfusun yenilenmemesi gibi problemler bunlardan bazılarıdır. Batılı devletlerin bu ve buna benzer problemlerini önlemeye çalıştıklarını görmekteyiz. Sorunlarını çözmek yolunda en önemli projelerinin de kadını “ Kamusal alandan, özel alana” çekme çabaları olduğu görülmektedir. Yani kadın, iş hayatından ev hayatına çekilmeye çalışılmaktadır. İş hayatından evine çekilen ve çocuk doğuran kadına da Batı’da da devlet önemli yardımlar da bulunmaktadır.
Türkiye de ise, iki yüzyıllık modernleşme, batılılaşma çabalarına rağmen kültürel yapının sağlamadığından olsa gerek, ailelerimiz batılı ailelerin karşılaştığı problemlerle yeni yeni karşılaşmaya başladığı görülmektedir. Türk ailesi onca tahribata rağmen, bugün biyolojik, psikolojik, sosyolojik, dini, hukuki ve ekonomik ödevlerini yerine getirmeye çalışmaktadır. “Türk Milletinin aile nizamını elinden alınız, geride hiçbir şey kalmaz” diyen İsviçreli Aile hukuku profesörü Gaston Jezz’in dileğini gerçekleştirmek için birçok kişi ve kurum son yıllarda yoğun çabalar harcasa da; Türk ailesi henüz batı ailesinin karşılaştığı problemlerde debelenmektedir. Ancak, bu çabalar toplum gerçeklerimize dayanarak, aile ile ilgili meselelerimizin çözümler üretmeye çalışan kişi ve kurumların işlevsiz hale getirilmesine yol açmıştır. Her yönüyle örnek aldığımız batıyı keşke aile konusunda da örnek alsaydık. Ama batının doğrularına ortak olmaktan ziyade yanlışlarına ortak olma hastalığı daha fazla herhalde…
Velhasıl, cemiyetler beşikten-geleceğe dinamik bir halde, bir nehir gibi akarlar. Bu yolculuklarında bir takım kurumlar onlara pusula vazifesi görürler. Aile de toplumların bekasında çok mühim pusulalardan birisidir. Güçlü cemiyet bunu ailenin sağlam pusula olmasına borçludur. Tarihde ve gelecekte de iddiası bulunan Türk toplumunun aile ve onun sorunlarını çözmesi gerekmektedir.
Tek tek şahıslar Donkişotluğa ya da maceraya kalkışabilirler. Ama devletlerin böyle bir hakkı olmaz. Çünkü devletlerin “ Cemiyetlerinin sağlıklı bir şekilde bekasını sağlamak gibi çok mühim bir görevi de bulunmaktadır. Şu sıralar, Türk toplumun da bu vazifenin daha çok ehemmiyetli olduğunu görüyoruz. Kuşkusuz kadını yok saymıyoruz. Ancak, ilginç bir tarihin çocukları olarak çok daha ilginç bir geleceğe hazırlanırken “ISRARLA AİLE” demeliyiz.