Geçen gün caddede karşıdan gelen bir arkadaşı tanıyamadığım için kendisini üzdüğümde karar verdim yeterince göremediğimi. 

Ya unutkanlık ya da gözlerim insanları belli bir mesafeden seçememeye başlamıştı!

Aklım başımdaydı unutkanlık gibi bir rahatsızlığım yoktu.  Soluğu doktorda aldım. 

Bunun teyidini psikolog ve nörolog arkadaşlardan almıştım ne alakası varsa! 

Psikolojik ve nörologluk bir durumum olmadığına göre olsa olsa gözlerde bir rahatsızlık vardır diye önce “Fatih Optik” e uğradım! E, ne de olsa bizler kahvehaneye, mahalleye gelen gözlük satıcılarından deneye yanıla gözlük alan bir neslin torunlarıydık!  

Sağ olsun Fatih kardeşimiz ilgilendi. Mevcut gözlüğümün yeterli olmadığını, göz doktoruna gitmem gerektiğini güç bela ikna etti. Gönülsüz de olsa doktora gittik. Gitmek istemesek te önümüzde onlarca örnek vardı gözler bizi yarı yolda bırakabilirdi. İhmalkârlıktan gözlerini kaybetmiş ya da okuyamamaya, yazamamaya başlamışlardı aklıma gelen onlarca örnek kişi! Bizim için hava gibi, su gibi önemli ve gerekli olan yazma-okuma meşguliyetinden uzakta kalmak hayattan uzakta kalmak anlamına geleceği için elimiz mahkûm gözlerimizi yeniden rektifiye ettirmekten başka çare bulamadık!

Onu tanıdığımda sakalı uzamış, traşı uzamış ve kesilme zamanı geçmiş bir hali vardı. 1987’nin Nisan ayıydı. Kısa zaman sonra; Haziran ayında vefat edeceğini bilmezdik. Ancak gözleri görmüyordu. 

1916-1987 yılları arasında yaşayan bir üstadı biz ancak 1986’da yeni tanıyabilmiştik. Hele bir de 38 yaşında gözlerini kaybettiğini öğrenince hepten tanımak istemiştim üstadın. Asıl verimli döneminin gözlerini kaybettikten sonra başladığını söylerler.  Doğrunun peşinde koşan bir cengâverdi sanki. Cemil Meriç’ten bahsettiğimi anladınız elbette. İlk tanışıklığımız gözleriyle oldu. Daha sonra sesi, kendisi, kitaplarına hayran hayran bakışımla devem etti.

Gözlerin ne denli kıymetli olduğunu Cemil Meriç’i yakından gördüğümde anladı. Sonra Mitat Enç’in hayat hikâyesini okuduğumda emin oldum.

 Gözlerimiz bizi hayata bağlayan en önemli uzuvlarımızdan birisiydi. Işık kaynağımızdı. Birkaç sendeleme ve biraz bocalamadan sonra göz doktorunun koltuğunda buldum kendimi. İyi ki daha fazla zaman geçirmeden doktora gitmişim. Yoksa görme bozukluğum daha fazla artabilir ve bırakın karşıdan gelenleri kitap okuyamaz hala gelebilirmişim doktorun ifadesine göre! 

Aman Allah’ım! Doktorun gerçeği hiç çekinmeden yüzüme faş ettiği ifadeleri derin kaygı oluşturdu bende. Hemen rahmetli anamın “Oğlum kitaplara çok bakıyorsun. Allah korusun gözlerine bir şey olacak diye korkarım!” cümlesi yankılandı kulaklarımda. 

Gözlerimin derecesi artmış! Bu kadarla kalsa iyiymiş! 

Çaresizce babamın 80’li yaşlarda gözlük bile kullanmadığını anlatmaya çalışıyorum doktora. Nafile. 

Meğer katarakt olanların gözleri zaman içinde düzelirmiş! Biz katarak değilmişiz. Hatta göz tansiyonumuz bile yokmuş! Yani sizin anlayacağınız gözler sadece kalbin değil ruhun, kültürün, okuyup yazmanın, evreni, insanları anlamanın da dışa vurumu bir bakıma. Ruhumuzun derinliklerinde her ne varsa gözlerimizle yansıtıyoruz. 

Yeni gözlüğümü bekliyorum. 

Bir haftadır ne bir kitap okuyabildim ne gözlerimi fazla yoracak bir şey yapabildim! Bu korkunç bir gerçek benim için. Hayatın, aşkın ve sağlığın gerçeği...  

Hatta masamda yarım bıraktığım cümleler,  planlar, projeler bile yeni gözlüğümü bekliyor. Kulağım Fatih’in “...gözlüğünüz hazır…” müjdesini verecek telefonunda!

Dilimde “Gözler kalbin aynasıdır/yalan nedir bilmez onlar/…/gözden kalbe bir yol gider…” şarkısı.