“Lâ râhate fi’d-dünya.” / “Dünyada rahat yoktur.” denilmesinin bir hikmeti de, insanın dünyada, asker olma keyfiyetinden ötürü olsa gerek. Râhat yok deyip râhat edecek. Râhatlığı hizmette, kullukta ve emre âmâde olmakta bulacak ve mes’eleyi böyle bilecektir.

     Çünkü râhatlık zahmette. Zahmet rahatlıktadır.

     İşte bu yüzden, yol göstericiler de, hakikat ve gerçekleri hemen sunmuyor, hemen gözümüzün önüne koymuyor. Temsil ve örnekler ve bunlar üstünde kafa yormamız için, hikâye yollu anlatımlarda bulunuyor. Bizleri hakikate ulaştırmakta temsil yolunu seçiyorlar.

     Aslında temsil yolu, Kur’an’ın tercih ettiği bir metot ve yoldur. Nitekim, Kur’an-ı Kerîm’de 28 Peygamber kıssası olduğunu hepimiz biliriz.

     Çünkü bâzan olur ki, görmek duymaktan daha önemlidir. Bildiğiniz gibi, bilginler sayıca azdır. Halk çoğunluktadır. Klâsik deyimle halk iki kısımdır: Avam ve Havas. Avam yâni halk, Havas ise mektep, medresede okumuş; dinî yüksek okul ve üniversite mezunları olup, yüksek tahsil görmüş; kısaca aydınlar zümresidir.

     Avam, bir bakıma çocuk hükmündedir. Çocuk ise duyduğundan çok gördüğüne inanır. Bir nevi gördüğünü daha çabuk anlar. Gördükten sonra anlatılanı, daha kolay kavrar. Havas / aydınlar görmeseler bile, anlayış ve kavrayışlarında eksiklik olmaz.

     Nitekim, Kutsal Kitaplar seslenişlerinde, öncelikle halkı göz önüne almışlardır. Çünkü halka hitaptan aydın tabaka anlar. Fakat Havassa hitaptan, halk gereği gibi anlamayabilir. Burada Tenezzü’l-ü İlahî söz konusudur. Yâni Yüce Allah, insanın seviyesine göre hitap eder, öncelikle geniş halk kitlesini nazarıitibara alır.

     Bu üslûp insanlar için zordur. Çünkü anlayışı yüksek kimselere karşı konuşmak kolay. Lâkin  çocuk hükmünde olan halkın seviyesine inerek; onun anlayacağı tarz ve üslûpda konuşmak çok zordur. İşte İlahî mesajlar bu zoru başaran, harika metinlerdir. Büyük insanlar da, halkı irşat için aynı yolu seçmişler. Kutsal Kitaplar temsil yolunu seçtikleri gibi, onlar da temsil yoluna sık sık başvurmuşlardır.

     Çünkü başta Kur’an-ı Kerîm olmak üzere Kütüb-ü Mukaddese / Kutsal Kitaplar, İlahî mesajları hep bu şekilde vermişler. Kaldı ki  günümüzde bile, her çeşit yayın ve neşriyatta görselliğin ne kadar önde ve geçerli olduğu hepimizce mâlûm. Kitap ve gazetelerin inandırıcılıklarını resimlerle, fotoğraflarla takviye edip desteklemeleri, bunun en büyük kanıtı. Televizyon ise bu hususta, inkârı mümkün olmayan etkinliktir.

     Demek ki hakikatleri çıplak olarak kavramak zor. Hakikatlere bir kılıf giydirmek lâzım. Hakikatleri görünür hâle getirmek icab eder. Hakikatleri elle dokunur duruma sokmak gerek. Çünkü  eğitim ve öğretim dâvasının selâmeti ve sonuç alması buna bağlıdır.

     Üstelik bugünün insanı “Ben ancak gördüğüme inanırım.” hükmünün etkisi altındadır. Elbette bu sözün gerçekliği inkâr edilemez. Bununla beraber mutlak olmadığı da bir gerçek. Çünkü bu söz her şeyi içermez. Çünkü bugün ilim bize kanıtlamıştır ki, biz var olan her şeyi gözümüzle göremiyoruz. Hattâ gözümüzle göremediklerimiz, gördüklerimizden çok fazla.

     Ama yine de ilk bakışta, büyük haklılığı olan gözle görmek isteğini, bir kenara atamayız. Nitekim ne kutsal kitaplar ne de büyük yol göstericiler, bu hususu göz ardı etmemişler. Görme ve vizyonun önemini göz önünde bulundurmuşlar. Görme ve vizyonu yol göstericilikte baş unsur olarak görmüşler. Görme ve vizyon / görünüm hususunu hep hesaba katmışlardır.

     Görmek ve göstermenin yolu ise temsil ve örnek vermekten geçer. Mes’eleyi minyatürleştirmekten geçer. Nitekim çocuğa dünya yuvarlaktır derken. Çocuğa dünyanın yuvarlak olduğunu kavratmak isterken. Ne yaparız? Bir futbol topu büyüklüğünde ve küre biçimindeki dünya atlasını getirir önüne koyar. İşte dünya budur deriz.

     Nasıl ki, gölge asıldan haber verir. Nasıl ki damla denizi gösterir. Nasıl ki parça bütünü hatırlatır. İşte bu küre, bu top şeklindeki dünya atlası da, dünyadan haber verir. Dünyayı gösterir.

Velhasıl çocuğun dünyayı kavraması, zihninin dünyayı kapsaması, ancak bu şekilde sağlanmış olur.