Bağdat şehri, Kanuni döneminde feth edilmiş; ama 1626 yılında tekrar İran’ın eline geçmişti. Aynı yıl Osmanlı Serdar-ı Ekrem’i Hafız Ahmet Paşa, 29 Mart 1626’da kalabalık bir kuvvetle Bağdat Kalesi kapılarına dayandı. Ancak bütün hücumları boşa çıkıyor, bir türlü kaleyi alamıyordu. Bu başarısızlığını, padişahın, Bağdat gibi çok mühim bir şehrin ehemmiyetini kavrayamadığı için, kendisine yeteri kadar asker vermemesine bağladı ve görünüşte kendi kendini eleştiren, fakat gerçekte padişahı tenkit eden bir şiir yazarak gönderdi:

“Hâfızâ, Bağdat’a imdat etmeğe er yok mudur?

Bizden bir imdat beklersin, sende asker yok mudur?

Ebu Hanîfe şehrin, Şîîler vîrân ettiler.

Sende hiç gayret-i dîn ü Peygamber yok mudur?”

Bu mektubu alan Padişah IV. Murat, şu beyti yazarak onu görevden aldığını bildirdi:

“Bir âl-i sîret veziri şimdi serdar eyledim. 

Yüce Peygamber muîn(yardımcı) olmaz mı, rehber yok mudur?”

Hafız Ahmet Paşa’nın yerine Vezir-i azam ve Serdar-ı Ekrem tayin edilen Hüsrev Paşa, derhal Bağdat’a hareket etti. Sonra da ise Padişah IV. Murat sefere katıldı. İşte IV. Murat’ın Bağdat Seferi’ne katılan ve günümüze kadar gelen Genç Osman adındaki gönüllü bir askerin hikâyesi dilden dile yüzyıllar boyu anlatılır oldu. Olay on yedinci yüzyılın yeniçeri âşıklarından Kayıkçı Kul Mustafa’nın destanıyla da bestelenerek günümüze kadar gelmiştir. Günümüze farklı söylemler halinde gelen menkıbenin konusu şu şekildedir: 

Yukarı da belirtiğim gibi İran Şahı, Dicle Nehri’ni geçip Bağdat’ı ele geçirmiş, kendi mezhebinde olmayanlara şiddetli eziyetler ve mübarek makamlara karşı hürmetsizlik etmektedir. Haber Sultan Murat Han’a ulaştığında Padişah’ın canı sıkılmış, harp divanını toplamış ve Bağdat’a sefer için ordunun hazır olmasını dilemiş. Sultan yeniçeri ve sipahilerden başka gönüllülerin de sefere gelmesini istemiş ve bu hususta şöyle buyurmuş: 

Ayrıca ulaklar salın her yere. 

Gönüllüler dahi gelsin sefere. 

Gönüllü olanlar bıyık burmalı. 

Öyle ki, üstünde tarak durmalı. 

Bıyıksız gençlerle Bağdat iline varamam... Buyruğum böyle biline Padişahın bu fermanına rağmen gönlü cihat ateşiyle yanan, 18 yaşında, üç aylık evli Genç Osman kendini asker olarak yazdırmayı başarır. Fakat bu haber padişahın kulağına gider. Murat Han: 

“Kim  ola ki bu densiz. O söz dinlemezden hesap sorayım!” diyerek huzuruna çağırtır. 

Osman’ı gören bütün vezirler ve beyler padişahın onu cezalandıracağını düşünerek: 

“Eyvah bu tüysüz yiğide yazık olacak!” dediler. 

O günkü yaşanan sahneyi anlatanlar şöyle dile getirirler:

Osman otağ içre el-pençe divan. 

Gök gibi gürledi Sultan Murat Han. 

Bre bilmez misin eyledik ferman. 

Şol Bağdat üstüne gider olanda. 

Gönüllü olanlar bıyık burmalı. 

Öyle ki üstünde tarak durmalı. 

Bir pençe vuruşta kalkan kırmalı. 

Düşman üzere hamle eder olanda. 

Osman kaşla göz arasında cebinden çıkardığı demir tarağı üst dudağına vurdu. Demir tarak körpe dudağa saplanıp titredi ve durdu. Tarağın dişlerinin dibinden kandamlaları dökülürken, elleri göbeğinin üzerinde göğsü kabarık, başı dik olduğu halde şöyle dedi: 

Gündüz gece gönlü ayık sultanım. 

Bin Bağdat şehrine layık sultanım. 

İşte tarak işte bıyık sultanım. 

Ölürüm ben, size keder olanda. 

Murat Han fevkalade memnundur. Hemen Osman’ı şu övgü ve dualarla taltif ettikten sonra Bağdat’a ilerleyen öncü kuvvetlere komutan tayin etti:

İsmini bağışla duyalım oğul.

Namını cihana yayalım oğul.

On kişiye bedel bir askerimiz.

Seni yüz askere sayalım oğul.  

Genç Osman bundan sonra kırk gün Bağdat kuşatmasında cansiperane çarpıştı. Kırkıncı gün Osmanlı sancağını surlara dikti. Bu sırada kolları ve bir rivayete göre de başı kesilmesine rağmen savaşmaya devam etti. Neticede Bağdat’ın kesin olarak elde edilmesinden sonra vasiyetini yaparak toprağa uzandı: 

Sözümü iletin ol Murat Han’a. 

Din ve devlet için boyandım kana. 

Akşam, sabah her an yolumu gözler. 

Bir taze gelinle bir garip ana. 

Anam gözlemesin artık yolumu. 

İncitmesin benim körpe dulumu. 

Ak sütünü helal etsin oğluna. 

Böylesine arz eyleyin halımı. 

Bu sefere iştirak eden Kapıkulu Süvarileri’nden biri olan Kayıkçı Kul Mustafa, Genç Osman için şu ağıtı yaktı:

Genç Osman dediğin bir küçük uşak.

Beline bağlamış ibrişim kuşak.

Askerin içinde birinci uşak.

Allah Allah deyip geçer Genç Osman.

Genç Osman dediğin bir küçük aslan.

Bağdat’ın içine girilmez yastan.

Her ana doğurmaz böyle bir aslan.

Allah Allah deyip geçer Genç Osman.

Bağdat’ın kapısın Genç Osman açtı.

Düşmanın cümlesi önünden kaçtı.

Kelle koltuğunda üç gün savaştı.

           Allah Allah deyip geçer Genç Osman.