Merhaba kızım.

Dünyamıza hoş geldin.

Sana, dünyamıza nasıl geldiğini anlatacağım.

Öncelikle belirtmeliyim ki uzun yıllar sonra ilk defa, pazartesi, salı, çarşamba ve perşembe günümü, Bursa'da geçirmek zorunda kaldım.

Bu zorunluluk elem ve ızdırap verici değil; aksine, mutluluk ve heyecan verici idi.

Cumartesi günü, annenin kontrolleri için, doktorumuz Sühendan Benderli'ye gittik. 

Senin çok kilo aldığını, annenin yoğurt ve sütü kesmesini, bol bol yürüyüp, spor yapmasını önerdi. 

Tabii biz de annene bunları dikte ederek, yaptırdık.

Pazartesi günü tekrar kontrole gidecektik, kontrol sırasında annenin canı çok fazla yandığı için, biz de salı günü gitme kararı aldık.

Anneannen, babaannen, annen ve ben gittik. 

Ne güzel, ilk defa doktorda sıra yok. İnanılır gibi değil! 

Meğerse günlerden 30 Ağustos'muş, bundan dolayı da yarım gün çalışıyorlarmış. 

Karar verdik, ertesi gün sabah erkenden kalkarak, hastaneye gideceğiz.

Çıktık yola, bir trafik var ki İstanbul trafiğine taş çıkarır.

Her neyse, vardık.

Vardık varmasına da doktorumuz çok sevildiğinden, sabahın o saatinde dahi, yoldaki trafiği aratmayan bir yoğunluk var.

Üç saat sonunda, bize de sıra geldi. 

Doktorumuz, doğumun yaklaştığını, hatta yarın gelmemizi, hatta ve hatta işimiz yoksa, bugün bol bol yürüyüp, tekrar gelmemizi söyledi. 

Biz de kahvaltı yapmamıştık, hem de Almanya'dan misafirlerimiz vardı, gittik, kahvaltımızı yaptık, misafirlerimizi yolcu ettik ve yola çıktık.

Arabayı hastaneye uzak bir yere bırakarak, hastaneye yürüyerek gittik.

Uzun bir beklemeden sonra, annenin kontrolü yapıldı ve hemşire, gerekli çantaların getirilmesini, annenin her an doğuma gireceğini söyledi.

Tabii ben o heyecanla, hemen haber vermem gereken kişilere haber verdim ve beklemeye başladık, senin dünyaya gelmeni.

Annene ameliyat kıyafetlerini giydirmişler, gördük birbirimizi, doyasıya sarıldık...

Tabii sen inatla dünyaya gelmemekte direniyordun.

İnatçılığın, daha burada ön plâna çıkıyordu.

Olsun, baban da inatçıydı ve bundan bir şey kaybetmemişti ömür boyu.

Ölçülü olan her şey güzeldir.

Gerçi sen bize karşı ölçüyü kaçırdın; ama pek de ses edemedik sana.

Sen dünyaya gelmemekte direnince, anneni odaya çıkardılar ve başladık beklemeye.

Senin kalp atışını ve annenin sancılarını ölçen bir aleti annenin karnına bağladılar, seni dinliyoruz.

Annen seni o kadar rahat ettirmiş ki karnında, geniş dünyadan dar dünyaya hicret etmek istemiyorsun.

Biraz zaman geçtikten sonra, doktorumuz geldi, annenin sancılarının ilerleyen saatlerde daha çok şiddetleneceğini, hatta beş-altı saat boyunca çıldırtan dereceye varacağını söyledi.

Doktorumuz gittikten sonra, annenin sancıları şiddetini arttırdı; lâkin annen gayet dayanıklı bir şekilde “bana mısın” demiyordu.

Ama ilerleyen saatlerde, durum hiç de iç açıcı olmadı.

Gece 4'te iyice şiddetini arttıran sancılar, gerçekten de çıldırtan cinstendi.

Annenin bu sancılarına hiçbirimiz dayanamıyor, içimiz parçalanıyordu.

Doğumdan sonra bir daha aşık olurmuş adam olanlar eşlerine, gerçekten de öyle olması gerekiyormuş.

Ben böyle bir can çekişme hâline, daha önce hiç şahit olmamıştım!

Beklediğimiz Almina Ada olunca, sancısı da büyük oluyormuş demek ki.

Saat sabah altı olduğunda, annenin sancıları dayanılacak boyutu çoktan aşmış, bize bir çözüm bulmamız için sitem ederek, yalvarıyordu.

Derken, doktorumuz geldi.

Annen doktorumuza sezeryanla seni dünyaya getirmesi için yalvarıyordu. 

Ama doktorumuz, annene biraz daha dayanmasını, normal doğumun çok daha sağlıklı olduğunu, eğer dayanamaz ise son çare olarak onu yapacağını söylüyor, teselli etmeye çalışıyordu.

Tabii annenin o hâli, hepimizi derinden yaralıyordu.

Zaman bir yandan hızla akıyor, bir yandan da donup kalıyordu.

Zaman geçti ve anneni tekrardan aldılar doğumhaneye.

Artık hepimizin çeşitli yerlerine gerginlikten ağrılar saplanmıştı.

Çok kalabalıktık ve yaklaşık 26-27 saattir uyumadan ayakta duruyorduk.

Ercan deden, annenin çektiği acıya dayanamamış, iyice gerilmişti.

Saat öğlen 12’yi geçmiş, hâlâ senden bir haber yoktu.

Bekliyor, bekliyor ve bekliyorduk...

Ben de Ercan dedenin yanına indim ve bekliyordum.

Zaman durmuyor, ilerliyordu.

Derken, saat tam öğlen 1’de, müjdeli haber geldi ve sen; yani biricik kızımız, prensesimiz, bitanecik bebeğimiz, babasının kara kızı, tüm inatlarına rağmen dünyaya gelmiştin.

Sevincimizin, heyecanımızın, mutluluğumuzun tarifi yok!

Geçtim içeri, seni beklemeye başladım.

Bir doktor geldi ve bebeğin yakını olarak, kimin olduğunu sordu.

Hemen "ben babasıyım" dedim ve doktor bizi bilgilendiren bir açıklama yaptı.

Doğum sürecin çok uzun sürdüğü için, içeride bayağı hırpalanmış ve nefessiz kalmışsın. Bundan dolayı da seni müşahade altına alacaklarını, herhangi bir sağlık sorununun olmadığını, ciğerlerin temizlendiği gibi, seni bize vereceklerini söyledi.

Tabii ki seni müşahade altına almadan önce görecektik.

Seni ilk kucağına alan, ben olmak istiyordum.

Derken, hemşire seni kucağında yanıma getirdi.

Kucağıma seni alamasamda öptüm ve bağıra bağıra ağlamak istedim!

Ama nerdeeee!

İçerisi ana-baba günü.

Seni öptüm ve hemen oradan uzaklaştım.

Dedenin yanına indim ve seni öptüğümü söyleyerek, güzelce bir kucaklaştım.

Çekinmesek, o sarılma esnasında, hüngür hüngür ağlayacaktık. 

Dedene fotoğrafını gösterdim ve o da hemen duygulandı.

Dünyaya gelişin, böyle olmuştu sevgili kızım.

Sen bu kirli dünyaya gelmek istemiyor, gelmemekte ısrar ediyordun. Ben ise bu kirli dünyada yalnız kaldığım mücadelemde, yanıma bir yoldaş arıyordum.

Geleceğin aydınlık Türkiye'sini inşa etmek, dünya insanlığına fayda sağlamak, Allah'ın Kur'an'i nizamını dünyaya hâkim kılmak, insanlık âlemine adaletin mührünü vurmak, onurlu ve vakurlu bir duruş, senin Almina'n, yani Kızılelma'n olsun kızım.

Yüce Allah’ım bir ömür, yolunu ve bahtını açık etsin.

Hoş geldin kızım, gönül makamımızın en yüce mertebesine hoş geldin...

Selâm, sevgi ve muhabbet ile…

(Not: Bu yazı, 1 Eylül 2016 tarihinde dünyaya gelen, kızım Almina Ada için kaleme alınmıştır.)