Göçe, güncel tartışmaların ötesinde bir bakış atmaya ne dersiniz?

Göç insanlık tarihinin değişmeyen bir parçası. Aslında daha iyiyi, daha güzeli, daha rahatı ve daha güvenli olanı aramanın doğal bir sonucu…

Hem göç sadece insanların değil, doğadaki pek çok canlının da içgüdüsel olarak yaşadığı doğal bir süreç.

Göçmen kuşlar, yüzlerce yıldır şaşmayan bir rotada binlerce kilometre uçup duruyorlar. Bazı balık türleri ve diğer deniz canlıları, nesillerini sürdürüp çoğalabilmek içgüdüsüyle denizden denize yüzüp duruyorlar.

Son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalardan anlıyoruz ki, göçmen olmayan kara hayvanları, mesela ayılar bile yıl içinde yüzlerce kilometre yol kat ediyorlar.

Hayvanların göçünde anlaşılabilir iki temel etken rol oynuyor. Yeterli yiyeceğe ulaşmak ve kendilerini korurken nesillerini  sürdürebilmek. Bu içgüdüyle hareket edip duruyorlar.

Hayvanların içgüdüsel olarak yaptıkları bu yer değişikliğini, düşünebilen tek canlı olan insan da benzer gerekçelerle yapıyor. Üstelik düşünebildiği gibi, duygusal yanı da ağır basan bir canlı olarak, göçün sadece fiziksel yükünü değil, duygusal yükünü de sırtlanarak yapıyor bunu.

Hepimiz yaşamışızdır bir mekana bağlanma hissini. Ayrıldığımız bir mekanın hiç de anlamlı  olmayan bir yeri aklımıza geldiğinde burnumuzun direği sızlamıştır. Mesela geçmişte yıllarca geçtiğimiz sokağın, yerinden sökülmüş parke taşı, komşu evin bahçesinden yayılan leylak kokusu aklımıza geldiğinde belki de anlamsız bir özlem duyarız. Ama ayrıldığımız yerde kalan canlar varsa daha yakıcıdır o yerden ayrılmak. Anne, baba, kardeş, evlat, dost veya arkadaşla birlikte o mekanda kalır kalbimizin bir yarısı…

Aslında zamanı geldiğinde, şartlar gerektirdiğinde göç kaçınılmaz bir zorunluluktur. 

İyi bir üniversite eğitimi almak için çıkarsınız bazen o yaşa kadar yaşadığınız yerden, bazen bir yuva kurmak için ayrılırsınız hem şehrinizden, hem ailenizden.

Bazen bir kan davasından kaçarsınız, bazen töre işkencesinden.

Topraklarınız işgal edilir de savaşamayacak durumda olanlar yola koyulur mecburen vatan topraklarının güvenli yerlerine. Bugün Anadolu’nun her yeri, kendilerine 93 muhaciri diyenlerle doludur. 1877-1878 Osmanlı Rus harbi sebebiyle işgal edilen topraklardan dağılan binlerce insanın torunlarıdır.

Bazen mübadele zorlar sizi göçe, bazen mezar taşlarını bile değiştiren Bulgar asimilasyonu.

Atalarımızın Orta Asya’yı terk edip dünyanın dört bir yanına yayılmasına sebep olan ve dünya tarihini değiştiren şey de o mekanların artık yaşanılamaz oluşudur aslında.

İki cihan güneşi (SAV) doğup büyüdüğü şehir olan Mekke’yi terk edip Medine’ye göçtü. Müslümanların bin kısmını, adaletli ve merhametli kralına sığınmaları için Habeşistan’a gönderdi.

Hz İbrahim, ateşe atıldıktan sonra, önce Filistin’e, sonra Mısır’a ve  sonra Kenan diyarına göçtü.

Hz Musa ve kavmi de göç etti artık yaşama imkanı kalmayan mekandan.

1960’lardan itibaren Avrupa’nın her yerine göç eden gurbetçileri motive eden, gitmekle kaybedecekleri şeylerin azlığı idi,

Sürgün, geçmişte bizimki de dahil olmak üzere hukuk sistemlerinde yer alan bir ceza idi. 

Velhasıl şunu anlıyoruz ki, göç çoğu zaman bir tercih değil, şartlar oluştuğunda bir zorunluluk.

Göçü tetikleyen, bazen bulunduğunuz mekandan iten korku ve yokluk iken, bazen  gidilecek mekana sizi çeken umut oluyor. Çoğu zaman da bu ikisi birden   aynı yönde etki ederek düşürüyor sizi göç yollarına…

Bugün Türkiye’de doğduğu yerde yaşayanların oranı %15 bile değil. Her yıl orta büyüklükte bir Avrupa ülkesi kadar nüfus, Türkiye içinde o kentten bu kente, o  bölgeden bu bölgeye göçüp duruyor.

Bu satırların yazarı, ömrünün son 25 yılında, 7 coğrafi bölgede 11 değişik ilde yaşadı. 

Üstelik ne can korkusuyla gittik bunca mekandan, ne de açlık veya yokluktan. Ama içimiz burkula burkula, kalbimiz parça parça ayrıldık mekanlardan bir bir.

 Her ayrıldığımız yerde arkadaşlar, dostlar, akrabalar ve en önemlisi  o yaşlarımızı ve o hallerimizi bırakarak yelken açtık yeni yerlere, yeni dostlara, yeni anılara ve yeni yaşlara. Cebimize anıları koyarak yol aldık yeni biriktirilecek anılara…

Göç çoğunlukla zorluklar sebebiyle böylesine hayatın bir parçasıyken bir de göç hayalleri var hatırlamamız gereken….

Bugün İstanbul ve Ankara’da yaşayan kaç kişi bir Ege sahil kasabasına veya köyüne göçme hayali kuruyordur acaba,,,

Kaç genç kapağı Amerika’ya veya bir Avrupa ülkesine atmaya can atıyordur.

Tabi bir de karavanla tüm dünyayı dolaşıp, oradan oraya göçmek hayali kuran milyonları da unutmamak gerekir.

Sahi Hz Adem ve Havva yasak meyveyi yiyerek işledikleri günah (suç) sebebiyle, cennetten dünyaya sürgün edilme cezası almamışlar mıydı? Bu cezanın bir kısmı da birbirlerinden uzun yıllar (300 yıl) ayrı kalmaları oldu. (Demek ki sürgün ve ayrılık önemli bir ceza)

Dünyada kötü şeyler yapanları bekleyen son dünyadan çok daha kötü olan cehenneme sürülmek iken,  iyi ve yararlı şeyler yapanları bekleyen son dünyadan kat kat güzel cennette yaşama imkânı…

Kendi irademizle veya zorla bir mekandan başka mekana gitmek veya gönderilmek insanlığın kaçınılmaz kaderi…

Dünya ve Türkiye yeni göçleri tartışırken, göç olgusu bana bunları düşündürdü..

Bu yazıda kısaca değindiğim gurbet kuşlarına ise bir veya birkaç yazımı ayırmak istiyorum. İlk gidenlerin dramı ayrı, ikinci ve üçüncü neslin dramları ayrı… kendilerini her yerde yabancı hisseden, hiçbir yere ait olmayan hayatlar…