Sadece müstesna baharatçılarda bulabildiğimiz sahlep paketleri market köşesinde duruyordu. Ünlü bir markanın ürünü, yine de muhtevasına baktım. İçindekilerin çoğu kıvam artırıcı, rayiha verici, tatlandırıcı, renklendirici ve ne olduğu belirsiz zehirlerdi. Birkaç yerde sahlep ismi geçiyordu fakat kendisi değil, kokusu, boyası, kıvamı gibi kelimelerdi. Zaten pastanelerde, vapurlarda sahlep içmeyi terketmiştim. 

Tarım bakanının açıkta satılan ürünler yerine paketlenmiş ürünleri tavsiyesini dinledik. Uzmanlık alanı kültürel emperyalizm ve sömürgecilik olan bir akademisyenden öte, sıradan vatandaş olarak bu uyarı canımı fazlaca sıktı. Bir yetkilinin, vatandaşları hijyen konusunda uyarması gereklidir. Ancak sayın bakanın üslubu ise “sıtma ile korkutup ölüme yöneltmek” (aynen) demektir.

Her apartmanda, her aile çevresinde gittikçe artan sayıda kanser vakalarına karşı hemen her doktorun tavsiyelerinin başında “paketlenmiş ürünlerden uzak durum” uyarısı vardır. Halbuki her eve giren bu ürünler Tarım Bakanlığının izni ve ilgili mevzuata uygun üretim yapıyorlar. Ancak ürünün muhtevasına baktığınızda herkesin bildiği kanserojen maddelerden geçilmiyor, çoğuda gizlenmiş ifadelerle. Ancak uzmanların bilebildiği maddeler var ki bunların önemli bir kısmı böbrekleri, karaciğeri, bağışıklık sistemini tahrip eden kimyasallar olup birçoğu da domuz yağı türevlerinden üretilmiştir. Dolayısıyla tarım bakanlığının öncelikle halkın sağlığını tehdit eden birçoğu Avrupa ülkelerinde yasaklanmış veya oldukça sınırlandırılmış kimyasallar, emülgatörler, koruyucular, jelatinler, nişasta bazlı şekerler konusunda yasal tedbirlere öncülük yapması ve halkı aydınlatması, uyarması gerekmektedir. Halkın önemli bir kısmının domuz ürünlerine karşı hassasiyeti olduğunu da dikkate alarak en azından paketlerde bu ürünlerden bulunup bulunmadığı açıkça yazılmasını da sağlamalıdır.

Çevremdeki doktorların hemen tamamı, Tarım Bakanının özellikle zikrettiği süt ve zeytinyağının kutulanmış olanını değil de açıkta satılanını tercih etmektedir. Yıllardır kapmıza gelen veya sırf bu işi yapanlardan açık süt alarak yoğurdumuzu yaparız, sütü tüketiriz. Yıllar önce ünlü bir firmanın pazarlama müdürüne “sizin yoğurtlara güvenebilir miyiz” diye sorduğumda “bizim ürünleri güvenle yiyebilirsin” demişti. Bir hafta sonra ise “Sayın hocam, mutfaktaki yöneticilerle konuştum, sakın hazır yogurtlarımızı yemeyiniz, günlük süt alıp evde yogurt yapın” demişti. Bana bu bilgi verilirken iyi bilinen firma domuz ürünlerine karşı hassas idi. Ancak şimdi aldığım haberlere göre domuz kemiklerinden yapılan jelatin bu firma yoğurdunun (birçoğunun olduğu gibi) önemli bir girdisini oluşturmaktaymış. Yoğurt haftalar geçtiği halde bozulmaz, ekşimez, kalıp gibi durur, mantıya kattığınızda sulanmaz. Ama bunların hangisinde domuz jelatini bulunduğunu, diğer hangi kimyasalların katıldığını kutuların üzerinde vatandaşın bilgisine sunmak öncelikle Tarım Bakanlığının görevidir. Asıl görev ise süt, yogurt, peynir üzerinden kanserojen tüketimini yasaklayacak tedbirlerdir!

Batı ülkelerinde hemen her türlü yiyecekte başta istenmeyen hayvan ürünleri olmak üzere nelerin olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz. Ancak ülkemizde önemli bir kısmı yine batı sermayeli olan firmalar lobisi –kısaca gıda emperyalistleri- bunu engellemekte, zehir veya domuz ürünü yediğinizi, içtiğinizi tesadüfen öğrenebilmektesiniz. Zaman zaman tartışmalara konu olduğu gibi paketlenmiş yoğurt, süt, ayran, peynir elbette kanserojen değildir. Fakat bunların aylarca bozulmasını önleyen kimyasallar tehlikelidir. Neredeyse her sokak başında rastladığımız diyaliz araçları da bu paketlenmiş zehirlerin sonuçlarındandır.

Dünyada bu kadar çok ekmek tüketildiği halde ekmeğin içine bu kadar zehir yükleyen başka bir ülke düşünemiyorum. Askeri ve siyasi emperyalizmden kurtulduğu halde ekonomik ve kültürel emperyalizm pençesindeki Afrika ülkelerinde dahi bu cinayet görülemez. Nerdeyse yarım asırdır hemen her doktorun yasakladığı ürünlerin başında beyaz ekmek bulunmaktadır. O ekmek ki devlet mevzuatına göre üretilen unlardan ve yine bunun gerektirdiği katkı maddelerinden oluşsun! Un üretilirken en faydalı maddeleri ayıklansın, içine binbir türlü zehir katılsın! Hemen her doktor, tıp uzmanı on yıllardır bunun tehlikelerinden bahsettiği halde bu fabrikalar ve üretim sistemi aynen devam etsin! Hiçbir bakan, yönetici, sorumlu niçin bu zehir değirmenlerini kapatmıyoruz, demesin! Bu gaflet ve ihanet ancak narkozlanmış bir toplumda görülebilir. Yöneticisiyle, yönetileniyle, araştırmacısıyla uyuşmuş, ne dediğini, ne yaptığını bilmeyen, anlamayan yığınlar gibiyiz.

Avrupa Birliği’ne üyelik konusunda hiçbir ümidim bulunmadığı halde üyelik sürecinde kısmen de olsa sağlık konusundaki düzenlemeler yüzünden bu sürecin devamını isterim. Bununla beraber AB’de yasaklı nice maddeler bizim paketlerimize katılıyor. Samimi doktor veya eczacılar bunları fısıldıyorlar veya hassasiyetinize göre bir takım tedbirler alabiliyorsunuz. Ancak kitleler önüne geleni mideye indirirken hastanelerde adım atmak mümkün olmuyor.

Ekonomik ve kültürel emperyalizmin bileşkesi “gıda emperyalizmi” ülkemizi kuşatmıştır. Çok uluslu şirketlerle bağlantılı firmalar, yöneticileri, hatta bakanları istedikleri gibi yönlendirebilmektedir. Halbuki sivil toplum kuruluşları, tabip odaları, meslek kuruluşları ve tüketici birlikleri ile akademik camia bu tehlikeyi öncelikle ortaya çıkarmalı ve gerekli tedbirleri almalıdır. Paketlenmiş yiyeceklere katılan kimyasalların zararları, ayrıca hangi hammaddeden veya hayvansal üründen imal edildiği yazılmalı, anlatılmalı, gerektiğinde yasaklanmalıdır. Tarım bakanlığı bu bağlamda halkın sağlığı yanında inancının gereklerine göre beslenmesinden de sorumludur. Açıkta satılan sütten veya zeytinyağından bakteri veya mikrop bulaşma “ihtimali” vardır. Paketlenmiş ürünlerin önemli bir kısmının kanserojen, böbrek çürüten, alerjiye yol açan, diyabet üreticisi ve domuzsal ürünlerle dopdolu olduğu “kesin”dir.

Et ve et ürünlerindeki kimyasallar, domuz, ölü ve sair hayvan etlerinin yığınla piyasalara ve yemek fabrikalarına girişi ayrı bir konudur. Batıdan bize gıda maddelerine katılmak üzere sadece konteynerler dolusu kimyasallar, e-türevleri, domuz ürünleri gelmez. Aynı zamanda konteynerler dolusu insülin, antibiyotik ve diğer ilaçlar gelir. Bunlar birbiriyle bağlantılı stratejiler olup adı gıda ve ilaç emperyalizmidir.