Sayın Başbakanımız; “Taksim Gezisi mi; Topçu Kışlası mı mevzuunda. Referanduma gidilsin, İstanbulluya sorulsun, her türlü kararı öpüp başımıza koyarız” buyurmuşlar.
Sayın Başbakanımızın iyi niyetine, yapıcı önerilerine diyecek yok ve gerçekten taktir etmemek elde değil!... Ancak, önerileri bazı açılardan düşündürücüdür. Meselâ; İstanbullulara sorulması, onların isteğine göre hareket edilmesi fikir açısından her ne kadar olumlu ise de, icraat açısından hiç de olumlu sayılmayacaktır. Zira, ilk şu hususu arz edeyim: “Hakiki İstanbullu kalmamıştır denecek kadar azdır. İkincisi; Taş-Kışla veya Taksim Gezisi bahsinde, halk ne dereceye kadar bilgi sahibidir ki, bu konuda sıhhatli düşünebilsin!...”
Böylesi bir referanduma muhatap alınabilecek kimseler: “Tarihçi, Araştırmacı ve Şehircilik ekolünden Mimarlar” olmalıdır. Aksi taktirde referandumda ne netice alınsa alınsın. Olumlu olabilmesine imkân yoktur. Çünkü, eşyanın tabiatına aykırıdır!...
Dahası, Taksim Gezisi biz Türk insanına pek bir şeyler veremez ama, Taksim-Kışlası bazı açılardan Yunanlıların meşhur “Tahta At”ına benzeyen yönleriyle, yeni nesillere verebileceği tarihi mesajları olabilir ki, sonraki sahifelerde bu husus detaylarıyla ele alınmıştır.
90 GENÇLİĞİ NE İSTİYOR: BEŞ YILDA NELER DEĞİŞTİ?..
Gelelim, (90 Gençliği ne istiyor?) kayıtlarına. Evet, bilhassa medya kanalı ile halkımıza bazı mesajlar verilmek istenmektedir. Gerçi, “Aile Bakanlığınca” hazırlanan ve yedi ay sürecek kapsamlı bir anket olacağı belirtiliyor ve lâkin, konuya verilen başlık, pek hoş bir görünüm sunmamaktadır. Zira, bizlere anında (1968 Gençliğinin) trajik dönemini hatırlatmaktadır!...
Bilindiği gibi, 1968 Gençlik hareketi, Paris’te başlatılan ve bir anda bütün dünyaya yayılan, “Devlet Düzenine Başkaldırma” hareketinin başlangıç noktası idi ve bu hareket o günlerden günümüze, kademeli şekilde yayıldıkça yayıldı... Günümüzde; o günlerden “Deniz Gezmiş, Mahir Çayan” vs. Bütün bu gençler, “sağ cenah da” dahil olmak üzere; “Cihan Emperyalistleri”nin kahpece harcadıkları körpecik dimağlar olarak, ülkemizin istikbaline olumlu ışık tutabilecek değerler olabilecekken, tam tersi harcanıp gitmişlerdir!...
İşte bizim korkumuz bu noktadadır. Yâni, (90 Gençliği ne istiyor?) derken, körpecik dimağları hiç de istemediğimiz bir akıma sürüklemeyelim!... Gençlerin ne istedikleri konusu öyle uzun uzun araştırmalar yaparak, pek derin hesaplarla dikkate alınacak bir konu değildir.
Genç ne ister: “İstikbalinden emin olabilmeyi, sağlam bir eğitim almayı, mezuniyetinden sonra ‘diplomalı işsiz’ konumuna düşmemeyi” Sizler bu saydıklarımızı harfiyet tatbik edecek olursanız. Kalanı kendiliğinden düzelir. Zira, yarınları sağlam bir zemine oturtulmuş bulunan bireyler, hangi yaşta, hangi işte olursa olsun. Hiçbir zaman bir takım “siyasi akımlara” sıcak bakmaz.
SANATÇILARLA GÖRÜŞME VE SAKINCALARI!...
Sanatçılarla görüşme sakıncaları, bir bütün olarak ele alınması ve ona göre tedbirde kusur etmemek açısından konuya hassasiyetle eğilmenin ve gerekli tedbirin alınmasından sonra böylesi bir yapıcı girişimde bulunulması elzemdir. 
İlk şu hususu peşinen kabullenmek lâzımdır: Bizdeki san’at dünyası çoğunlukla “solcudur” ve siyasi görüşü daha ziyade “sosyalizme” yatkındır. Sağcı demeyeceğim “milliyetçi cenah da” ise, acıdır ama doğrudur; sanatçı maddi açıdan pek destek görmez. Dolayısıyla san’at dünyamızda güçlü ekolümüz vardır diyemeyiz. Dahası san’at aleminden o derece uzağız ki; kim sanatçıdır, kim değildir? Bu ayrımı yapabileecek güçte bilgi sahiplerimizin de gerçekte pek azınlıkta kalmasıyla, “Devlet San’atçısı” olmaya kimlerin layık kimlerin olmadığı bahsinde, her daim yaya kalmaktayız. Yanî, demem o dur ki, bu mezkûr sahaya el atmak ve gerçek sanatçıları doğrudan himaye etmek. Devletimizin birinci derecede görevleri arasında olması lâzımdır!...
Sayın Başbakanımızın “eylemler bahsinde” sanatçılarla görüşmesi esnasında, sinemamızın ünlü isimlerinden “Hülya Avşar” kızımızla da görüşmeleri ve görüşmeden sonra Avşar Hanımın Medya mensuplarına beyanat verirken: (İKİ TARAFTA DA ÖN YARGI VAR, MÜDAHALE İZLENİMİ ALDIM!...) gibi eksantrik başlıklarla konuya girmesi ki, İstanbul Valisi Sayın Hüseyin Avni Mutlu bey, anında müdahale ile: “Böyle bir müdahale kararımız yok!” diyerek kırılan potu düzeltmeye çalışmışlardı.
Hülya Avşar kızımız, alaylı olmasına rağmen, çok yönlü bir san’at insanı olduğunu çoğu zaman, bizzat kanıtlamış bir sanatçıdır. Ve lâkin, politika âlemi öylesine karmaşık ve acımasız bir âlemdir ki, en bilgili sanatçıyı dahi tek kelime ile bir anda yaya bırakır!... Her ne ise, biz asıl konumuza dönelim ve Hülya Avşar kızımızın, “İKİ TARAFTA DA ÖN YARGI VAR” deyiminde; taraflardan birisinin “Devlet ve Hükûmeti” temsil ettiğini hiç dikkate almamış olduğunu, hatırlatalım!...
Görülüyor ki, sanatçı da aynen sıradan vatandaş gibi, siyaset âleminin dışında olduğundan sıhhatli düşünemez ve istemeden de olsa, yanlış yargılara varabilir. Nitekim, yine san’at dünyasından, “Kurtlar Vadisi” dizisinin meşhur “Polat Alemdar’ını canlandıran, Necati Şaşmaz” ve mizahçı “Hasan Kaçan”la da görüşen ve görüşmeden sonra basına verdikleri beyanatta, şöyle buyurmuşlar: (Bana göre bu ülkeye nazar değmiştir.) ifadesiyle, meseleyi tam manada kavrayamamış olduğunu göstermektedir ve zaten bir siyasetçi kadar kavrayabilseydi. Zaten san’atçı olamazdı. Gelelim bir heyet olarak Başbakanımızı ziyaret eden sanatçılarla, Taksim Dayanışma’dan TMMOB Başkanı Eyüp Muhcu ile Semt Dernekleri Sözcüsü Cem Tüzün. Görüşmede görüş ve fikirlerini sayın Başbakan’a arz ettiler ki, San’at dünyasını temsil edenler: “Sunay Akın, Yavuz Bingöl, Ceyda Düvenci, Halit Ergenç, Sertap Erener, Mahsun Kırmızıgül, Nebil Özgentürk ve Ali Sunal” gibi tanınmış sanatçılar da yer almışlardı.
Dört saati aşan uzun görüşme esnasında, Taksim Dayanışma, daha evvel Sayın Arınç’a arz ettikleri talepleri, burada da yenilemişler ki, özetle şu isteklerden müteşekkildir: “Gezi Parkı, park olarak kalacak, AKM’ye dokunulmayacak, Valiler görevlerinden alınacak, gaz bombaları yasaklanacak, gözaltılar serbest bırakılacak, eylem yasakları son bulacak, 3. Köprü ve 3. Havalimanı, HES’lerin yapılmaması taleplerin yer aldığı” listeye sayın Başbakan karşı çıkmış ve bu meyanda, danışmanlarıyla vardığı bir kararla: Gezi Parkı Eylemlerinin müdahale olmadan hafta başına kadar tamamlanması kararlaştırıldı. 
Görülüyor ki, sanatçılar kendilerinin değil, Gezi Parkındakilerin isteklerini sayın Başbakan’a iletmişlerdir. Dahası sanatçılar; “AK Parti’nin Ankara ve İstanbul’da yapacağı mitinglerin tahrik ve kamplaşmaya yol açabileceği gerekçesiyle iptal edilmesi talebinde bulunmuşlardır.”
En enteresanı da; hafta sona yapacağı mitinglerin iptalini isteyenlere; Çarşı Grubu’nun içinde, illegal aşırı uçlar olduğunu söyleyen Başbakan, ardından emniyette hazırlattığı polise yönelik şiddetle alâkalı 17 dakikalık bir filmi izleten Başbakan, ağır şiddet görüntüleri ile dolu filmi izletirken, sanatçılara: “Bu şiddeti görmezden geldiniz” diyerek serzenişte bulununca. Sanatçılardan birisi (adı açıklanmamış), gerilimi tırmandırmamak, kutuplaşmayı arttırmamak için bu ve benzeri filmlerin kamuoyuna gösterilmemesi ricasında bulundu. Ertesi günü, Başbakan’ın sanatçıların ricasını kabul etmiştir haberi geldi. Bu duruma göre ‘polis’e yönelik şiddete dair film, basına dağıtılmayacaktı.
Baştan beri bütün bu yazdıklarımızdan da anlaşılacağı gibi; Taksim Gezesinde Hükûmet’e yönelik eyleme girişenler, sözde halk adına, demokrasi adına, hareket ettiklerini ileri sürmelerine rağmen; aslında tam zıttı hareket ettiklerini görmekteyiz!... Nitekim, değerli hukukçularımızdan sayın Haşim Kılıç Bey, Anayasa mevzuatını dikkate alarak şöyle buyurmuşlardır:
(Toplumun bir kesimini dışlayan Anayasa’nın başarı şansı yoktur.)
Halk Partisi ise, adını halktan almış olmasına rağmen. Hiçbir zaman halkın duygularını, inançlarını kavrayamamıştır!... CHP için, halk nedir?... kendi cenahında olanlar halk, olmayanlar ise: “ahali, kalabalık vs.
“Haber Türk” yazarı Sayın Serdar Turgut; “16 Haziran 2013 Pazar” tarihli köşe yazısında, Taksim-Gezisi konusuna değinirken, şu tarihi notu düşmüş ki, hemen her şuurlu insanın sadece okumak değil, hayatı boyunca saklaması icap adan özelliklere haizdir. Aynen geçiyorum:
(“Yıllardar vermiş olduğum coşkulu desteklere lanet olsun, keşke yazmamış olsaydım” dedirten hükûmet, ilk kez yüreğimi aydınlatan bir yol tutturmuş ve paylaşmak zorunda olduğumuz bu ortak yaşama güzel gelecek adımlar atıyordu.
İçim Türkiye için umutla doluydu sabahın erken saatlerinde. Sonra Gezi Parkı’ndan ilk açıklama geldi. “Eyleme devam” deniyordu. Birden fiziksel yaşım kadar gerçekten yaşlandığımı hissettim.
“12 Eylül 1980 sabahı arkadaşlarımın alınmaya başlandığını öğrendiğimde, olağanüstü yenilmişlik duygusunu tekrar tattım!...
12 Eylül öncesinde kendi devrimci coşkularının büyüsüne kapılmış bazı yazarlar, bazı idealler uğruna gençlere gaz veriyorlardı. Sonunda çok insan öldü, asıldı, sakat kaldı, büyük acılar çekildi.
O korkunç insanlık hatası benim bilincimi derinden etkilemiştir. Üniversitedeki odamdan çıktıktan 10 dakika sonra vurularak öldüğü haberi gelen öğrencim halâ rüyalarıma girer...)
Sayın Serdar Turgut Bey, (“12 Eylül 1980” öncesinden bahsederken; bazı yazarlar; kendi devrimci coşkuları içinde, idealleri uğruna dönemin gençzlerine gaz veriyorlardı...) netice olarak da çok insan öldü, sakat kaldı, asıldı vs. kaydı düşmüşlerdir...
Biz gençleri bir tarafa bırakalım ve kendi kendimizi eleştirmesini bilelim. Çünkü, başka şekilde ne bizler ıslah oluruz ne de talihsiz gençlerimiz doğruyu görebilirler!...
Meselenin en açık ve en mantıklı açıklaması şudur: İpin ucu, dış ülkelerdedir ve bizdeki siyasî hareketlerin temelinde her daim olduğu gibi dış faktörlerin tesiri büyük olmuş ve olmaktadır!...
İslâm dini, manevi dünyamızda bizim tmel inancımızdır. Yanî, Türkiye bir İslâm ülkesidir. Bizler istesek de, istemesek de bu böyledir. Dolayısıyla, Bizim bu durumumuzun dikkate alınması ve batı tarzı hayat yaşamamızın söz konusu olmasına rağmen, İslâmi yönümüzü de asla unutmamamız lazımdır. Kahir ekseriyete haiz bir kütle hiçbir şekilde küçümsenip, geri plâna itilemez. Böyle bir durum, her daim menfi yönden bir takım gelişmelere başlıca sebep teşkil eder. O hâlde bu menfi durumun bir an evvel hâl yoluna sokulması en azından “Millî menfaatlerimiz icabıdır.”
TV haberlerinden öğrendiğimize göre; eylemciler iki polisimizi tabanca kullanarak yaralamışlar. Bu duruma göre; eylemciler bundan böyle “Orantısız güç” kullanılıyor diyemeyecektir: Taş, sopa, molotof kokteyli ve en nihayet tabanca da kullandıklarına göre, bundan böyle: “Orantılı güç”ler arası çatışma denebilecektir.
Aslında bakılacak olunsa, ülkemiz içinde bir takım siyasî anlaşmazlıkların temelinde dıştan kaynaklanan bazı siyasî hareketlerin tehlikeli boyutlara doğru tırmandığını görmemek için bir insanın gerçekten “bakar-kör” olması lâzımdır!...
Demem odur ki, “Türkiye gayet ağır bir dönem geçirmektedir ve bu dönem içinde aynen eskiden olduğu gibi, “öğrenim gençliği” adeta bir silah olarak değerlendirilmekte ve hiç acımadan tepe tepe harcanmaktadır...
Bilhassa gençlerimizin bu ikazımızı dikkate almaları elzemdir!... Unutulmasın, söz konusu olan Türkiye’dir. Şayet siyasetçilerin ikbal hırsı ile, bakar-kör oluşunun kurbanı olmamalıyız”...
Şayet nasipse, önümüzdeki hafta buluşabilmek umudu ile cümle okuyucularıma mutlu ve başarılı bir hafta diliyorum efendim.