"Eskiden; Biz Bize Benzeriz derdik. Günümüzde; acaba aynı konumda mıyız?.." - Levon Panos Dabağyan- Süper devletlerin aralarındaki; pastadan büyük pay alabilme mücadeleleri, sadece dünya ülkelerinin dengelerini bozmamış, aynı zamanda umum milletlerin ahlâki değerlerini bozarak, karakter yapılarında bozukluklar meydana getirmiştir... Dahası, ülkelerin tarih yapıları dahi, günümüz tarihçileri tarafından "siyaseten değerlendirilmekte" ve yanlış veya çarpıtılmış bilgiler aktarılarak, yeni nesilleri istedikleri şekilde bilgilendirmektedirler. Evvelki gün, TV kanallarından birisinde çok beğendiğim bir tarihçiyi görünce, hemen izlemeye koyuldum ve keşke izlemez olsaydım. Hem üzüldüm ve hem de şaşırdım?!.. Benim beğendiğim tarihçinin karşısında bir başka tanınmış tarihçi "İstanbul'u anlatıyordu ve tarihten günümüze İstanbul ne evreler geçirmiş, kimler gelmiş, kimler gitmiş vs. anlatıp, durmaktaydı: (Sultan Fatih, Yahudileri Samatya-Kapı'ya yerleştirmiş bilahare Balat-Kapısı'na da yerleştirmiş, Bursa'dan getirdiği Yahudileri de ayrıca değerlendirmiş vs.) Benim, Musevilerle herhangi bir derdim yoktur: "İstanbul'da hangi semte yerleşmişler, ne yapmışlar, ne etmişler, beni hiç mi hiç alâkadar etmez ve zaten etmesi de şart değil. Ancak, Museviler'in "Ermenileriyle meşhur Samatya-Kapı semtinde", Ermenilerden ziyade ün yapmış olduklarını: Bu yaşıma geldim (76) henüz duydum. Dahası İstanbul tarihi ile alâkalı bütün tarih kitaplarında, Samatya-Kapı semtinin bilhassa Ermenilerle meskun bulunduğunu okur ve öğrenirsiniz. Bu nasıl iştir?!.. Adeta bir ayağı çukurda denebilecek yaşlardaki sözde tarihçinin "yalan üzerine yalan dizerek, Türkiye-Ermenilerini kendince dışlamaya kalkması ve Musevi kavminin adını da bu düşüncesine âlet etmeye kalkışması, cidden pek düşündürücüdür?!..." Beni daha da üzen,benim tarihçimin de bu iğrenç yakıştırmaları rahatlıkla izlemesi ve bazen de adamın söylediklerine ortak koşması olmuştur?!.. Gelelim "Kapalı-Çarşı esnafına. İstanbul'un meşhur Kapalı-Çarşısı'nın da "Musevi Sarrafları" ileri sürerek, onların ihya ettiği imajını ileri sürmesi, gerçekten pek komikti!... Son günlerdeki siyasî ortama bakıldığında, ülkemiz Ermenileri'nin ne yaman sıkıntılar içinde olduklarını tahmin edebilmek için münecim olmaya herhâlde lüzum yoktur!... Türkiye'de Ermeni yoktur ve belki de hiç mi hiç yaşamamıştır, gibi bir sakat fikir yapısı, şu veya bu şekilde yeni nesillere aktarılabilmek istenmektedir!... Biz Türk-Ermenileri, Türkiye'ye dış ülkelerden gelmedik. Ezelde vardık, ebede kadar da Türk Milletinin bir nüvesi olarak varlığımızı devam ettireceğiz. Bunun aksini düşünmek ise abesle iştigâlden gayrı hiç bir kıymet ifade etmeyecektir. Gelelim günümüz insanının bir çok açıdan değişim geçirmesine ki, emin olun bu durum Türkiye için hemen her şeyden önemlidir. Çünkü, yeni nesilleri, gerçekten büyük çapta değişim geçirmektedir!.. ABD'nin "sığır çobanları" tarafından giyilen ve blue jean olarak bilinen pantolonları; dizi yırtık veya yıpranmışının makbul oluşu ki, genç insanımız da, yaşlılarımız da bu nesneyi giyinmektedir ve genç erkeklerin bir de "küpe takmaları", acayip sakallar bırakmaları ki, sakal demeye bin şahit lâzımdır. Kızlarımızın da burunlarına halka takmaları, dillerine dahi minik mücevher takmaları vs. Gençlerimizin yeni yeni sözde modalara kapılıp gitmeleri ve bu duruma uyuşturucuların çeşitlerinin de mezkûr aksesuarı tamamlayan birer zehirli nesne olarak yerlerini almakta: Gençlerin kendi aralarında anlaşarak müstakil ev veya daire kiralayarak, ailelerinden uzaklaşmaları, Türk aile hayatının sonunu getirme tehlikesini açıkça göstermektedir!... Türk töresine uygun bir yaşantı sadece söz konusu dahi olsa, anında: "Faşist düşünce vs." gibi yakıştırmalar anında devreye girer... Lâkin sarmaş dolaş sokaklarda öpüşmek, berduş kılığında dolaşmak, umumi yerlerde sere serpe oturmak veya yere uzanmak, hiç de yadırganmamakta ve dahası böyleleri sözde "aydın kesim" gözüyle görülerek, (entel) deyimiyle adlandırılmaktadır. İslâmi giyim ve yaşantı karşısında adeta pür dikkat kesilen yazılı ve sesli basında; söz ABD'nin ülkemize soktuğu dejenere yaşantı ile yine Batı'dan kaynaklanan "Sosyalizm adı altında sunulmaya çalışılan, Komünizm" inancına geldi mi, methiye üzerine methiye; adeta ağıtlar şeklinde uzar gider... Bilindiği gibi: Bendeniz doğrudan bir "Atatürk'çü" vatandaşım. Yânî mezkûr sütunumda herhangi bir ideolojinin veya inancın saflarında olarak, bir kesimi savunmuyorum. Benim için önemli olan sadece bir tek husustur: (ATATÜRK'ÜMÜZÜN KURDUĞU CUMHURİYET DEVLETİMİZİN, KENDİ KURALLARI İÇİNDE VARLIĞINI İLELEBET DEVAM ETTİREBİLMESİ.) Bunun dışında ne bir ideolojim ve ne de bir özel inanç kaygım var. Ancak, baştan beri yazdığım gibi: (Vatan ve Atatürk) mevzuunda doğrudan tarafım. Zira, biz azınlıkların tümünün de "Öz Vatanları Türkiye'de huzur içinde yaşayabilmelerini doğrudan Atatürk'e medyundurlar." Günümüzde Türkiye'de yaşanan hayat ciddi şekilde tetkik edildiğinde: "Türkiyeli insanın yaşadığı hayat olmadığı açıklıkla görülür." Türk insanının "Atalarına, büyüklerine, devlet ve ileri gelenlerine" sonsuz saygılı olduğu ve tarih boyunca bu özelliğinden hiç bir zaman uzaklaşmamış olduğu bir gerçektir. Ancak, günümüzde bu hasletinden çok şey yitirmiş bulunduğu da ayrı bir gerçektir!.. TV kanallarında oynatılan hemen bir çok dizide: (Türk erkeği vahşi, gaddar, ırz düşmanı, yuva yıkıcı, cinayet işleyen kâtil ruhlu varlıklardan müteşekil bir yaratık olarak) gösterilmektedir. Bunun aksi olanları ise, ya sarsak veya homo varlıklardan müteşekil görmekteyiz. Türk kadınına gelince: (Dedikoducu, şirret, hak yiyici, ana düşmanı, gelin düşmanı, evlâdına karşı duyarsız, paradan başka hemen hiç bir şey tanımayan mahlûkatlardan müteşekil yaratıklar.) Yukarıda kayda geçtiğim iddiaların doğruluk derecesini hemen hepimiz bilmekteyiz. Ancak, ekseriyetimizin basiretleri bağlı olduğundan gerçekleri görememekteyiz!... Dahası: Hemen her TV dizisinde; oto kazası, yoğun-bakım, mezarlık, mezar, hastalık, cinayet vs. mevcuttur ki, halkımıza TV kanallarından sadece onları melankoliye sürükleyecek, yaşama azmini yitirtecek "arabesk yapımlar" sunulmaktadır. Hangi hükûmet olursa olsun, sadece bir siyasî partinin temsilcisi olarak değerlendirilmekte ve ona göre, muhalefetle işbirliği yapılarak elden geldiğince kötü gösterilmeye çalışılmaktadır. Şanlı Ordumuz ise; Türkiyemizin başlıca koruyucusu hem de her açıdan koruyucusu olduğu hâlde, bir şekilde "siyaset içine çekilerek" yıpratılmaya çalışılmaktadır!... Böylesi şartlar altında bir millet, bir bütün olarak, "Hükûmetine güven besleyemez." Dahası, mezkûr hükûmet, ülke idaresini en âlâ şekilde tatik etse dahi, ille de yanlışı var diye bar bar bağırıp dururuz!... Ben bu babda daha fazla yazmak istememekteyim. Zira kelimenin tam mânâsıyla içim acıyor, hem de bütün tahminlerin fevkinde!.. Şimdi soruyorum! Hem de hemen herkese: Yukarıdaki satırlarda sıraladığım bu basit (!) meseleleri acaba benden gayrı hiç gören yok mudur?!.. Tabii ki vardır. Ancak basiretleri açık olanlar ne yazık ki, çoğunluğu değil, azınlığı temsil eder!... Şu "Azerbaycan-Ermenistan" meselesinde dahi, aklıselim olarak hareket edilmemiş ve sadece: (Soydaşlık mevhumu) ön plânda görülmüştür. Soruyorum: Böyle siyaset, böyle politik görüş olur mu?.. Tabii ki, olmaz. Olmaz ama, bizlerde siyaset artık böyle uygulanmaktadır. Yânî: "Soydaşlık statüsüne göre" değerlendirilmektedir. Öz Türkçesi: (Haklı olan her daim soydaş olacaktır.) İşte milletler arası münasebetlerdeki statü!.. Ancak en önemlisi, makalemin başlarında yazdıklarımdır. Zira, o durum bizlere "Millî açıdan" alârm vurdurmaktadır ki, özetle şudur: 1-: (Türk kadınına hiç bir açıdan güven olmaz.) 2-: (Türk erkeği hoyrat bir mahlûkattır.) Lütfen, kendimize gelelim. Bizler bu durumu düzeltemezsek, ne Azeri soydaşlığı, ne din kardeşliği, Türkiye'ye herhangi bir fayda sağlayamayacaktır!... Yeni bir yazımda buluşabilmek dileği ile mutlu tatiller diliyorum sevgili okuyucularım. Önemli not: (Bu makale 18 Nisan 2009 Cumartesi günü yazılmıştır.)