Yaşadığımız son deprem faciası, aylardan beri başımızın belası olan pandemiyi bile unutturdu. Gözümüz kulağımız İzmir’e çevrildi. Enkaz altından bir canlı daha kurtarabilmek için gece gündüz çalışmalar devam etti.
Birkaç mucizevi kurtuluş haberi, özellikle masum çocukların o faciadan sağ salim çıkarılmaları hepimizin duygulu anlar yaşamasına sebep oldu.
Öncelikle depremde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yaralananlara da acil şifalar diliyorum.
Yetkililerin 6,6 olarak açıkladıkları ancak yeryüzüne yakın olması dolayısıyla etkisinin daha güçlü olduğunu bildirdikleri deprem, açık seçik ortaya koydu ki, hayati tehlikeyi doğuran asıl sebep çürük binalar.
İnternete yansıyan görüntülerde herkes gördü ki, yüzlerce bina arasından seçmece bazıları, sanki yığma tuğladan yapılmış gibi olduğu yere çöküverdiler.
1999 depreminden sonra sağlam bina yapmaya biraz daha özen gösterildiğini sanıyorduk. Gerçi yıkılan binaların eski tarihli olduğu söyleniyor ama, maalesef içlerinde yeni tarihli yapılanlar da var.
İzmir büyük bir tehlike atlatırken, deprem gerçeği bir kere daha gündeme geldi ve insanlar sanırım işin ciddiyetini bir kere daha anladılar.
Kızılay, AFAD ve devlet yetkilileri ilk andan itibaren bütün güçleriyle depremzedelerin yardımına koşarken, doğal olarak bazı muhaliflerin hükümeti suçlamaya yönelik sosyal medyada yaptıkları yayınlar da oldu ama pek dikkat çekmedi, ciddiye alınmadı.
Sebebine gelince bundan daha adice yapılmış tenkitler, yazılmış tweeler vardı.
Bu tür yaşanan âfetlerde insanî açıdan yardımlaşmak, bir medeniyet kuralıdır, bir insanlık görevidir. Gerçi genel olarak insanı hem iyilik hem kötülük yapabilecek şekilde yaratılmış bir varlık olarak tanımlıyoruz ama, “insanlık” dediğimiz zaman, iyi hasletleri bir araya toplamış “kişilik” akla gelir.
Kötü meziyetlerle öne çıkanlara, masum hayvanlara hakaret etmiş olmamak için “hayvan” bile demiyoruz, onları hayvandan daha aşağı mahluklar olarak nitelendiriyoruz.
Ülkemiz, Müslüman insanların yaşadığı bir İslâm devleti olarak algılanıyor. Hatta bu konuda iddialarımız da var. Tarih boyu İslâm’ın önderliğini yapmış bir millet olarak, yeniden aynı vizyonu ortaya koymaya meraklıyız.
Çeşitli açılardan bugün mevcut Müslüman ülkelerin en iyisi olduğumuz için, buna layık olduğumuzu da düşünüyoruz.
Gelgelelim bireysel olarak bu şuuru taşımak bir yana, daha insanlığın ve Müslümanlığın ne olduğunu tam olarak kavrayamamış, söylediği sözün, yaptığı hareketin nereye varacağını bilemeyecek kadar cahil, dini kendi küçücük aklıyla yorumlayıp kendince bir Müslüman profili çizmeye de cesaret edebilen ahmaklarımız var.
Şunu biliyoruz ki, din öncelikle akıllı olan bir varlığa, yani “insan”a hitap eden bir olgudur. Akıllı değilseniz zaten dinle de sorumlu olmazsınız. Akıllı insan ise, iyiyle kötüyü, doğruyla yanlışı, güzelle çirkini ayırt etmesini bilen kişidir.
Din dediğimiz şey, “güzel ahlâk”tan ibarettir. Dindar, ahlaksız olamayacağı gibi, ahlâksız biri de dindar olamaz.
Tüm Türkiye İzmir depremine kilitlenmişken, dualar sahtekâr müteahhitlerin yaptığı çürük binaların enkazı altında kalmış günahsız insanların sağ salim çıkarılmasına odaklanmışken, günlerdir sosyal medyada dolaşan ve herkesin diline dolanan bir tweet sinirlerimiz allak bullak etti.
İçinde dini bazı kavramlar geçtiği ve yanında da başörtülü bir kadın silüeti göründüğü için “Müslüman bir hanım” tarafından yazılmış gibi algılanan bu tweet, elbette çok büyük tepki çekti. Dine ve dindarlara karşı mesafeli duranlar, bir kez daha haklı çıktıklarını düşündüler. (Gerçi sonradan bu kişinin sahtekâr bir erkek olduğu ortaya çıktı)
Globalleşen dünyada kuru bir yaprak gibi savrulan, dinden imandan, manevi duygulardan hayli yoksun yetişen yeni nesil, nefretini daha da artırdı.
Sonuçlarına baktığımız zaman sosyal medyada dolaşan bu tür insanlık dışı, ahlak dışı iğrenç paylaşım yapanların, dine ve samimi dindarlara ne kadar büyük kötülük yaptığı apaçık ortada.
Müslümanlığın böyle bir bakış açısı olamayacağını biliyorsak, bu yapılanlardan kimin fayda kimin zarar gördüğüne bir bakmalıyız.
Azıcık akıl, fikir ve sağduyu sahibi herkes, İslâm’ın insanları aşağılayan, kötüleyen bir anlayışa sahip olmadığını bilir. O yüzden bu konuda Müslümanlığı anlatmak veya bir din bilgininden görüş almak gerektiğini de düşünmüyorum.
Son zamanlarda çok sık duyduğumuz “komplo teorisi”, manipülasyon”, “algı operasyonu” kavramlarını hatırlarsak, önyargılı bir davranışla, yanlış kararlar verip yanlış sonuçlara da varabiliriz.
Birinci ihtimal, bu yayınları yapanların böyle bir art niyetle hareket etmiş olabilecekleridir. Bunun elbette tasvip edilecek bir tarafı yoktur. Bir tür “ruh hastalığı” olarak nitelendirebileceğimiz bu iğrenç düşmanlık, bizi birbirimize düşürüp düşmanlarımızı sevindirmekten başka bir işe yaramaz.
İkinci olasılık, gerçekten böyle bir fikre sahip bir kişi vardır ve kendince yaptığı bu iğrenç şeyi “doğru” zannetmektedir. Bu da bir tür tedavi edilmesi gereken ruh hastalığıdır.
Yaşadığımız felâketin telâfisi için maddî manevî yardımlarını esirgemeyen, dualarını eksik etmeyen milyonlarca insanın varlığını hiçe sayıp, -gerçekten varsa- böyle kendini bilmez birinin yaptığı ahlaksızlığı, çirkefliği, bütün bir topluluğa maletmek, sanki herkes ona vekâlet vermiş, Müslümanlar onu kendilerine temsilci seçmiş gibi, onun üzerinden samimi dindarlara bühtanda bulunmak, en basit anlamıyla peşin hükümlü olumsuz bir yaklaşımdır.
Toplumda her çeşitten insan var. Sosyal medyaya girmeyen, bu tür eylemler yapmayı bilmeyen, ama kendince dini eksik, yanlış ve çarpık yorumlayan kimseler yok mudur? Elbette vardır.
Gerçek medeni bir insan olarak bizim görevimiz, bu tür cahillerin üzerinden İslâm düşmanlarının yörüngesine girip dini sorgulamaya veya yargılamaya kalkışmak değildir.
Madem ki böyle bir din anlayışının, böyle bir Müslümanlık anlayışının olamayacağını biliyoruz, madem ki Müslüman bir kişiliğe sahio insanın nasıl davranması gerektiğinin farkındayız, niye bunun gibi marjinal kişileri “Müslüman” kabul ediyoruz ki?
Müslüman, insanların, elinden, dilinden, hareketlerinden emin oluğu, güven duyduğu, kendisine hiçbir zarar gelmeyeceğini bildiği kişidir. İslâm peygamberi Müslümanı böyle tarif ediyorsa, biz de artık sadece bu vasıflara sahip olan kişilere “Müslüman” diyelim.
Olaylara soğukkanlılıkla ve bilinçle bakmamız lazım. “Müslüman nasıl böyle bir iğrençlik yapar, Müslüman nasıl böyle bir ahlaksızlık yapar” demek yerine, “böyle bir ahlaksızlığı, böyle bir iğrençliği yapan kimse, kendisini nasıl Müslüman olarak tanımlar, hangi cesaretle kendisini inançlı biriymiş gibi nitelendirir” diyelim ve bundan sonra bu gibi densizlerle samimi Müslümanları aynı kefeye koymayalım.
Siz keser tutmasını, çivi çakmasını bilmeyen birine marangoz der misiniz? O istediği kadar kendini marangoz ilan etsin…
Müslümanlığa inansak da inanmasak da aşağı yukarı onun temel görüşlerini hepimiz biliyoruz... Yalan söylemek, iftira atmak, gıybet, dedikodu yapmak, başkasının canına malına ırzına namusuna göz dikmek, haksızlık yapmak ve savunmak, bencil davranmak, ketum olmak, adaleti çiğnemek, kendine yontmak gibi insani değerlere ne kadar aykırı haslet varsa, bunlar aynı zamanda İslâm’ın da yasakladığı hasletlerdir.
Kendimiz yapamasak da, uygulayamasak da karşımızda bu kurallara uymayanları, aykırı davrananları, yanlış yapanları görünce cinimiz tepemize çıkıyor değil mi?
Madem ki bu ayırımı yapabiliyoruz, o zaman bir Müslümanda olması gereken özelliklerin hiçbirini taşımayan, sadece yüzeysel görselliğe önem verip riyakârlık yapanları ve özellikle sloganlaşmış laflara dayalı atıp tutanları, müslüman olarak nitelendirmeyelim.
Onlar her ne kadar kendilerini böyle vasıflandırmış olsalar da- bu çerçevenin dışına çıkanları Müslüman olarak kabul etmeyelim ve onlar üzerinden Müslümanlığı yargılamayalım.…