Sevgili okuyucularım, aylar oldu köşemde sizlerle hayata bir es verip kalanından devam etmeyeli... Beden yorgun, kafa yorgun neticede gündem yorgunluğu da var... en beteri de ruh yorgun… ama olsun yine de hayat mücadele ve yola revan...

Yazıma bir soru sorarak başlamak istiyorum... Bıkmadan usanmadan bu soruyu sormak mı gerekiyor: İnsanlarımız niye ölüyor? Malum bu günlerde fazlası ile tüm dünyayı saran virüs ile olan azınsanamayacak bir mücadele ile olan kayıp var... tabii ki ecel ile takdir – i ilahinin  addi ile olan da... elbette yüce yaradan rahmet etsin... mekanı cennet olsun... huzurla uyusun ve dahası yapılması gereken duygu yüklü sözlerle kalp alma durumu yaşıyoruz... zihnimiz cevaplar arıyor... elbette dünya fani ama kayıp olunca sorulur oluyor...

Malum geçtiğimiz yıllar içerisinde büyük bir gizlilik içerisinde pişirilmiş, kotarılmış, kiminin alkışladığı, kimininse şiddetle protesto ettiği bir “teknolojik savaş”, çok zor sorunları bizlerle tanıştırdı. Bende yaptırımsal duruma istinaden soruyorum...

Teknolojinin hapsi ne kadar faydalı? İnsanoğlu içerde ne kadar zorunlu yaşam sürdürebilme ihtiyacını gerçek kabul eder? Sıkıştırılan beyinler isyan edici olmaz mı? 

Yaşam içerde ve dışarda hayat bulur... soruyorum... bu yaptırımsal zorunlu konum nereye kadar sürdürülebilir? 

Çözüm sadece zipleyerek sonuç buluyor mu? Aaaaa... pek tabi içerde zorunlu olarak duygu karmaşası ile bedenleri yoran bir sıkıştırma faydalı olacaksa... maalesef tam tersi de olabiliyor... 

Konuyu uzatmadan soruyorum nedir bu paylaşılamayan? Yapma etme dünyası... Masal masal Matilda... 

Nedir bu kompleks, narsistlik ve bencillik? Hey arkadaş! Kefenin cebi yok... 

Ne yaparsan yap... istersen dünyayı satın al... Bir tek sahip var... 

Sen onu da çok iyi biliyorsun ama ne yapmaya çalışıyorsun? 
Daha doğmadan yani hayat bulmadan ne kadar nefes alacağın hesaplı...
Biraz durum ve gerçeğe ulaş... 

Kimse sana Nietzche' nin üst insanı ol demiyor...
Evet, ol ama önce İnsan ol...

Nitekim insanoğlunun da her birinin bildiği kavramsal yaşam değer olan evrende de her şey zıttı ile birlikte anlam kazanır...

Sıralayacak olursam...

İyilik-kötülük, Gece-gündüz, Kadın-erkek, Güzellik-çirkinlik, Acı-neşe, Adalet-adaletsizlik, Az-çok, Eski-yeni, Varlık-yokluk, Yaşam-ölüm, Geçicilik-ebediyet,
Az-çok, Eski-yeni, Varlık-yokluk, Yaşam-ölüm...

Hareket de bu zıtlıkların mücadelesi ve rekabeti  ile ortaya çıkan yaşam enerjisidir...

Gece olmadan gündüze dönemeyiz,
Acı olmadan neşenin varlığı bilinemez,
Bugüne girerken dünü terk edemeyiz,
Ölüm olmadan yaşamın, geçicilik olmadan sonsuz olanın bilgisine ulaşamayız...

İşte Afrodit ve Hephaistos'un birliği de bu zıt kutupların doğada bir bütün olarak varlığını işaret ediyor...

Ve bir gün herkes hak ettiğini bulur... diyor.

Sonuç olarak; hayatımızda ne kadar zıtlıklar olursa olsun, ki; olacaktır bu evrenin kuralı... siz bu zıtlıkların içinden mutlulukları yakalamayı ihmal etmeyin... mutluluklar ve huzur dolu bir yaşam olsun tüm okuyucularıma...