İDLİB SATRANCI

Rusya, Astana Uzlaşması uyarınca Suriye hava sahasını açarak Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarını yapmasının önünü açmıştı. Fakat, bu bölgelerden Türkiye yönelik terör ve göç tehdidinin bütünüyle ortadan kalkmamış olmasına rağmen, Türk askeri varlığının Suriye’de daha fazla kalmasını istemiyor. Rusya’ya göre Türkiye, Soçi Uzlaşması çerçevesinde  oluşturulan gözlem noktalarında, çatışmasızlık bölgelerinde kalıcı olmak niyetindeydi; olmaması gereken yerlerde de asker bulunduruyordu. 

Rusya’nın bu konudaki rahatsızlığı, bizi acılara boğan saldırının ertesi günü Moskova’dan yapılan yazılı açıklamaya da yansıyordu: 

“Türk askeri olmaması gereken yerlerde bulunduğu için rejim tarafından vurulmuştur.” 

Mübarek Regaib Kandil gecesinde İdlib’ten gelen acı haberle ciğerlerimiz dağlandı. Vatan topraklarını sınırötesinde savunurken şehit olan askerlerimize Allah’tan rahmet yaralı askerlerimize acil şifalar diliyoruz. 

Peki, mübarek Kandil gecesinde büyük bir acı yaşamamıza neden olan noktaya nasıl gelinmişti? 33 canımızın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan saldırının arka planında neler yaşanmıştı? Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığından kimler neden rahatsızlık duyuyorlardı?

Tüm bu sorulara doğru yanıtlar bulmak için gelişmeleri 2011’den bu yana özetlemek gerekir, fakat biz bu gelişmelerin son dilimini anlatarak ne kadar duyarlı ve her yöne evrilebilecek bir noktaya geldiğimizi anlatmaya çalışalım.

Astana Süreci’nin devamında oluşan Soçi Uzlaşması bağlamında İdlib’te oluşturduğumuz gözlem noktalarından bazıları bir süredir Esat güçlerinin kuşatması altına girmişti. 

Esad rejiminin ve ona destek sağlayan Rusya’nın en çok önem verdikleri stratejik hedef, bir zamanlar Suriye’nin üretim merkezi olan Halep’i Şam’a bağlayan M-5 Otoyolu’nun kontrol altına almaktı. Bu yolun en önemli noktalarından biri de, Halep’i Lazkiye’ye bağlayan M-4 Karayolu ile M-5 Karayolu’nun kesişme noktasında yer alan Serakib kasabasıydı. Serakib, hem M-4 hem de M-5 karayollarının kontrolü açısından çok stratejik bir konumdaydı. 

M-4, M-5 VE HALEP

Soçi Uzlaşması bağlamında oluşturduğumuz gözlem noktalarına takviyeler yaptığımız son günlerde, İdlib’e güneyden saldırılarını sürdüren rejim güçlerinin 6 Şubat’ta Serakib’i ele geçirdikleri haberi canımızı sıkmıştı. Çünkü, Esad güçlerinin kuzeye doğusunu yürümesine engel olabilmek amacıyla Serakib çevresinde  kurduğumuz kontrol noktaları, bu saldırı sonrasında kuşatma altında kalmışlardı. Bundan cesaret bulan Esad güçleri kuzeye doğru ilerlemeyi sürdürdüler ve 11 Şubat’ta Halep’e ulaşarak M-5 Otoyolu’nu bütünüyle kontrol altına aldıklarını duyurdular. 

26 Şubat gecesi TSK’nın yoğun topçu ateşiyle desteklediği muhalif grupların Serakib’i geri almasıyla, önceden oluşturduğumuz gözlem noktalarının çevresindeki kuşatma büyük ölçüde kırılmış ve İdlib’e yönelik rejim güçleri baskısı zayıflamıştı. 

Serakib’in yeniden TSK destekli muhaliflerin eline geçmesi, Esad güçlerinin, Halep’i  Şam’a ve ülkenin güneyine bağlayan M-5’in kontrolünü kaybetmesi demekti. Bu durum, M-5 Karayolu’nu yıllar sonra kontrol altına alabilen Esad rejimini de destekçisi Rusya’yı da rahatsız etmişti. M-4 ile M-5’in kesişme noktasındaki Serakib’in yeniden muhaliflerin kontrolüne geçmesi, Fırat’ın batısındaki trafiğin önemli ölçüde TSK destekli muhaliflerin kontrolüne geçmesi demekti. 

TÜRKİYE SURİYE’DE KALICI DEĞİLDİR, AMA…

Rusya, Türkiye’nin, İdlib sorununa çözüm bulunana kadar, Soçi Uzlaşması bağlamında oluşturulan gözlem noktalarında asker bulundurma ısrarını, “Türkiye Suriye’de kalıcı olmak istiyor” şeklinde değerlendiriyor ve Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığını, Suriye’deki kazanımları açısından tehdit olarak görüyor. 

27 Şubat gecesi Regaib Kandili’ni yaşadığımız bir gecede, İdlib’ten gelen acı haberle sarsılmamızın arka planında Rusya’nın bu kaygısının ağır bastığını unutmamamız gerekir. . 

Buna benzer bir acıyı,  20 Ağustos 2019 günü, Rusya’ya önceden bilgi vererek, Morik’teki 9 numaralı gözlem karakolomuzun güvenliğini sağlamak üzere M-5 Karayolu üzerinde devriye gezen konvoyumuzun uğradığı hava saldırısında da yaşamıştık. Hava saldırısında, konvoyumuza öncülük yapan kamyonetteki 3 sivil ölmüş, 12 sivil de yaralanmıştı. Sedat Ergin 24 Ağustos tarihli yazısında, “Türk konvoyuna ateş açan uçağın kokpitinde kim vardı?” sorgulaması yapmış, Murat Yetkin’in yazısına dayanarak, Milli Savunma Bakanlığı’nın açıklamadığı bu öznenin SU-22 tipi bir Rus savaş uçağı olduğunu açıklamıştı.

İDLİB SORUNU BÖLGESEL DEĞİL, KÜRESEL BİR SORUNDUR

İdlib, Rusya’nın, Suriye içsavaşına dahil olduğu Eylül 2015’ten bu yana Esad muhaliflerinin kontrolünde. Rusya ve İran’ın desteğiyle güçlenen Esad rejimi, 7 Mayıs 2017’de, Kazakistan Kurucu Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in yönlendirmesiyle, Türkiye, Rusya ve İran ile birlikte, Astana süreci çerçevesinde gerilimi azaltmak üzere dört çatışmasızlık bölgesi ilan etti. Esad, Rusya ve İran’ın desteği ile İdlib dışındaki üç gerilimi azaltma bölgesi olan Humus, Doğu Guta, Deraa ve Kuneytra’yı kontrolü altına aldı ve buralardaki terörist gruplarla rejim muhaliflerini kuzeye İdlib’e süpürdü. 

Bu süpürme harekatı sonrasında İdlib’in nüfusu 4 milyonu aştı ve çok sayıda terörist grupların yığıldığı patlamaya hazır bir bombaya dönüştü. İlgililer listesine bakıldığında, İdlib sorunu bölgesel değil, küresel bir soruna dönüşmüştür.  

18 Eylül 2018’de imzalanan Soçi Uzlaşması ile İdlib’in terörörist gruplardan temizlenmesi sorumluluğu Türkiye’ye verildi. Halbuki, 10 Maddeden oluşan 7 Mayıs 2017 tarihli Astana Uzlaşması’nda teröristlere ilişkin bir madde yoktu. İdlib konusunu irdelerken, “Rusya, Soçi Uzlaması’nı, Astana Süreci’ni dolanmak amacıyla bir araç olarak mı kullanmak istemiş olabilir mi?” sorusunun yanıtını da aramamız gerekir. 

TÜRKİYE’YE YÖNELİK TERÖR VE GÖÇ TEHDİDİ SONA ERDİ Mİ? 

Rusya, Astana Uzlaşması uyarınca Suriye hava sahasını açarak Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarını yapmasının önünü açmıştı. Fakat, bu bölgelerden Türkiye yönelik terör ve göç tehdidinin bütünüyle ortadan kalkmamış olmasına rağmen, Türk askeri varlığının Suriye’de daha fazla kalmasını istemiyor. Rusya’ya göre Türkiye, Soçi Uzlaşması çerçevesinde  oluşturulan gözlem noktalarında, çatışmasızlık bölgelerinde kalıcı olmak niyetindeydi; olmaması gereken yerlerde de asker bulunduruyordu. 

Rusya’nın bu konudaki rahatsızlığı, bizi acılara boğan saldırının ertesi günü Moskova’dan yapılan yazılı açıklamaya da yansıyordu: 

“Türk askeri olmaması gereken yerlerde bulunduğu için rejim tarafından vurulmuştur.” 

Vatanlarını sınırötesinde savunan 33 canımız şehit oldu. Yaramız derin, acımız büyük. 

Bu hain saldırı elbette karşılıksız bırakılmayacaktır. 

Yalnız burasının Ortadoğu Cehennemi olduğunu unutmamız gerekir. 

Bu saldırıya nasıl yanıt vermemiz kararlaştırılırken unutmamız gereken bir gerçek daha var: Gelinen noktada İdlib, yalnız İdlib değildir. 

Matruşka tehlike yumağına dönüşen İdlib’te atacağımız her adımın üç adım ötesini de hesaplamak zorunda olduğumuzu unutmayalım. 

Yine unutmayalım ki, Fırat’ın doğusu ve batısındaki ki yeni komşumuz da Suriye’de kendilerinden başka birilerinin bulunmasını istemiyorlar.