Fransız Cumhurbaşkanı Macron’un, “NATO’nun beyin ölümü yaşanıyor” açıklaması gönlündeki özlemlerin ifadesi olabilir, ama Türkiye, yeni ittifakların kurulduğu bir çalkantılı süreçte, sert bir eksen değiştirmesine sıcak bakmayacak köklü bir devlet geleneğine sahiptir. 

Türkiye, yaşadığı deneyimlerden ders çıkararak yolunu belirlemeye çalışırken, yeni düşmanlar değil, yeni dostlar kazanma peşindedir. 

NATO, 4 Aralık’ta Londra’da yapılacak 70’inci kuruluş yılı kutlamasına hazırlanırken, Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron NATO’nun beyin ölümünü ilan etti. Macron, küresel medyanın Nostradamus’u İngiliz Economist dergisine yaptığı açıklamada NATO’nun ömrünü tamamladığını söylüyordu: 

"Şu an yaşadığımız şey NATO'nun beyin ölümüdür. ABD, Avrupa projesine sırtını döndü. ABD ve NATO müttefikleriyle stratejik karar alma mekanizmasında bir koordinasyon yok.”

Aynı Macron dün de Barış Pınarı Harekatı’nı hedef alarak şöyle konuştu:

“Türkiye hem Suriye'de oldubittiyle operasyon düzenleyip, hem de NATO müttefiklerinden dayanışma beklememeli..." 

Bu ucu açık bir tehdittir. Macron’un karın ağrısının nedenini ve ne ima etmek istediğini görmemiz gerekir. 

SIKINTILI GÜNLER

Türkiye, bölgeye ve Suriye’ye ilişkin hedefleri olduğunu, ABD’nin PKK/YPG eliyle hayata geçirmeye çalıştığı terör koridoruna asla razı olmayacağını ilan ederek Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarını gerçekleştirmişti. Ardından, Fırat’ın doğusundaki terör yuvalarını dağıtmayı hedef alan Barış Pınarı Harekatı başlatması, bölgeye ilişkin tarihi hesapları olanları da, bölgenin yeni konuklarını da rahatsız etmişti. Şimdilerde, Türkiye’yi Ortadoğu denklemi dışına savurmayı hedefleyen gizli-açık bir dizi senaryo hayata geçirilmeye çalışılıyor.

Küresel kutuplaşmaların oluşumuna paralel olarak sıkıntılı günler yaşamaktayız. Türkiye’siz bir Ortadoğu denkleminin kurulamayacağı anlaşıldığından bu yana, “Türkiye’yi nasıl kontrol altına alırız?” hesapları yapılıyor. 

Suriye krizi nedeniyle başlamış bir arayış değil bu; ABD’nin, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında tek kutuplu kalan dünyada “Küresel Lider” sıfatını bölgenin enerji kaynaklarını kontrolü altına almak amacıyla başlattığı operasyonlar dizisi sürüyor. ABD’nin 1’inci Körfez Savaşı’yla (1991) başlattığı, 2001’deki İkiz Kuleler şoku, Afganistan, Irak ve Libya’nın işgaliyle birlikte uygulamaya koyduğu Büyük Ortadoğu Projesi’yle (BOP) sürdürdüğü operasyonlar dizisi, Rusya ve İran’ın alana inmesiyle Suriye’de tıkanmıştı. Ortadou’nun önemli coğrafyalarından bir olan Suriye’deki kriz, giderek genişleyerek, bir küresel çatışmaya dönüştü. 

Suriye krizinin devam ettiği süreçte Doğu Akdeniz’de büyük hidrokarbon yataklarının keşfedilmesi, Rothschild’lerin ve İngiltere’nin desteklediği Çin’in Bir Yol Bir Kuşak/Yeni İpekyolu projesinin gündeme gelmesi, Çin ile ABD arasında ticaret savaşlarının yaşanması, Suriye’de, küresel aktörler arasında vesayet savaşları şeklinde devam eden çatışmaların küresel boyuta genişlemesine neden oldu. 

ABD AVRUPA BİRLİĞİ’Nİ NEDEN HEEF ALDI?

ABD, küresel egemenliğini ve doların saygınlığını sürdürebilmek için Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarından kimseye pay vermek istemiyordu. Ortadoğu’yu eski arka bahçeleri sayan İngiltere ve Fransa’yı denklem dışına savurabilmek için Avrupa Birliği’ni hedef aldı. Bir taraftan Fransa’nın Afrika’daki kaynaklarına el atarken, diğer taraftan Brexit oylamasıyla İngiltere’yi AB’den koparma operasyonunu başlattı. İngiltere, AB ile sancılı bir ayrılık süreci yaşamakta..

Rothschild’lerin de yönlendirmesiyle Fransa, ABD’nin bu ataklarına  Avrupa Ordusu’ya (PESCO) karşılık vermeyi denedi. Almanya ve Fransa’nın işbirliği ile kurulacak PESCO dünyada nükleer silahlara sahip yeni bir askeri güç oluşacaktı. Bu oluşumu önlemek amacıyla Almanya ve Fransa’ya bir dizi “mesaj” verildi; Almanya Başbakanı Merkel’in uçağı havada arızalandı, konuşma yaparken titreme nöbetleri yaşadı, Fransa’da Charlie Hebdo katliamları, “Kanlı Noel”ler yaşandı, Soros’un sarı yeleklileri Paris sokaklarını ateşe verdi. İngiltere’de Kraliçe, malikanesinin bahçesinde dolaşırken, korumasının silahı patlayıverdi. 

Başkan Trump, AB ülkelerine, “Sizi  korumaya mecbur değiliz, pamuk eller cebe!” diyordu. Trump’ın bu çıkışı, bir Avrupa Ordusu kurma arayışında olan Macron ile Merkel’i hareketlendirmişti. Fakat Macron, Avrupa Ordusu konusunda yaptığı çağrılara Türkiye’den net bir yanıt alamamıştı. 

 Macron Avrupa Ordusu’na açık destek vermeye yanaşmayan Türkiye’ye kızgındı. O nedenle her fırsatta Türkiye aleyhine konuşuyor. Son olarak Economist dergisinde yayınlanan söyleşide, Türkiye’nin Barış Pınarı Harekatı’na yeşil ışık yaktığı ve askerlerini güneye çekmeye razı olduğu için Trump’ı, "NATO müttefikimiz Türkiye, bizim ilgimizin olduğu bir alanda haber vermeden askeri harekat düzenliyor" sözleriyle de Türkiye’yi eleştiriyordu. Macron’un “Bizim ilgi alanımız olduğu bir alan” dediği yer, 1946’da çekip gittiği Suriye.. 

Macron Suriye’yi hala eski arka bahçesi olarak görüyor. Yüzlerce yıllık Türk yerleşim birimi olan Halep’i, Bayır-Bucak Türkmenlerini, Araplaşan Türkmenleri, bütün taşımalara rağmen Suriye’nin kuzey bölgelerindeki Kürt nüfusun yüzde 20’leri geçmediği gerçeğini görmezden geliyor. 

Almanya Başbakanı Merkel, yaşadığı bunca badireden sonra, Avrupa Ordusu konusunda ümitlerini yitirmiş gibi, “Bu Transatlantik ittifaka ihtiyacımız var” diyor. Macron, Çin’in Yeni İpekyolu yürüyüşünden tedirgin; Soğuk Savaş döneminin büyük düşmanı Rusya ile işbirliği yaparak bir Avrasya kutbu oluşturma arayışında. 

MACRON TÜRKİYE’Yİ ELEŞTİRİYOR, AMA..

Macron, “Bir NATO üyesi olan Türkiye’yi, 1986 Adana Anlaşması’ndan doğan haklarına dayanarak gerçekleştirdiği Barış Pınarı Harekatı’ndan dolayı eleştiriyor, ama NATO’nun, Türkiye’nin en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde, güney sınırlarımıza konuşlandırdığı Patriot savunma sistemini söküp gitmesine, Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi almaya mecbur bırakmasına bir açıklama getiremiyor. 

Türkiye jeostratejik konumuyla, Ortadoğu coğrafyası ile olan tarihi ve kültürel bağlarıyla, ekonomisi ve askeri gücüyle bölgede kurulacak herhangi bir dengenin dışında bırakılamayacak bir ülke. Türkiye’nin, “Avrupa Ordusu’na katıl” teklifine,  “öncelikle kendi çıkarlarım” demesi Macron’un hoşuna gitmemiş olabilir. Fakat Türkiye’nin, Yeni bir dünya düzeninin kurulduğu bir süreçte, Rusya ve Çin ile olan ilişkilerini geliştirirken, içinde bulunduğu NATO gibi ittifaklardaki konumunu güçlendirme arayışı konjonktürel bir zorunluluktur. 

TÜRKİYE, KÖKLÜ DEVLET DENEYİMİ OLAN BİR ÜLKEDİR

Macron’un, “NATO’nun beyin ölümü yaşanıyor” açıklaması gönlündeki özlemlerin ifadesi olabilir, ama Türkiye, yeni ittifakların kurulduğu, yeni kutupların oluştuğu çalkantılı bir süreçte, sert bir eksen değiştirmesine sıcak bakmayacak köklü bir devlet geleneğine sahiptir. 

Bu arada Türkiye’nin, üyesi olduğu NATO’dan, PKK/YPG’nin terör örgütü olduğuna ilişkin siyasi destek, Suriye’nin kuzey bölgesinde oluşturmak istediği güvenli bölge konusunda da maddi destek istemesi en doğal hakkıdır. (NATO’nun Nevada ve Afrika’da yaptığı, Türkiye coğrafyasına benzer bir ülkeyi hedef alan müdahale tatbikatı ayrı bir yazı konusudur.) 

Türkiye, yaşadığı deneyimlerden ders çıkararak yolunu belirlemeye çalışırken, yeni düşmanlar değil, yeni dostlar kazanma peşindedir.