1991’deki Körfez Savaşı’ndan bu yana, Türkiye’ye yönelik göçleri, tarihi boyutunu gözardı ederek, nedenleri ve üreteceği olası sonuçlarını doğru başlık altında irdelemezsek, giderek beka sorununa dönüşmekte olan “mülteci sorunu”na kalıcı ve etkin çözümler üretemeyiz. 

Karşı karşıya olduğumuz sorun, yalnızca bir “mülteci sorunu” değil, bölgenin demografik yapısını belli bir amaç doğrulusunda değiştirmeyi hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) güncellenmiş versiyonunu hayata geçirme operasyonlarının günümüzdeki devamıdır. 

Yanıtını bulmamız gereken soru şudur; Giderek, toplumda bölünmelere, kutuplaşmalara neden olan gelişmeleri, “mülteci, sığınmacı ya da göç sorunu” başlığı altında mı, yoksa, 2005’te, dönemin ABD Dışişleri Bakanı G. Rice’ın açıkça ilan ettiği gibi, Ortadoğu’da 22 ülkenin haritasını değiştirmeyi, güncellenmiş Büyük Ortadoğu Prrojesi’ni hayata geçirmeyi hedefleyen operasyonlar çerçevesinde mi tartışmalıyız?

Türkiye, milyonlarca inanın hayatlarını kaybetmelerine neden olan “mülteci sorunu”nun, 1991’deki Körfez Savaşı’ndan bu yana sürdürülen belli amaca yönelik siyasi ve askeri operasyonlar dizisinin bir sonucu olduğunu ortaya koymak zorundadır. Türkiye, oluşumunda hiçbir rolü olmayan bir sorunu tek başına yüklenmek zorunda değildir. Bu gerçeği birbirimize değil, dünya kamuoyuna anlatmak zorundayız. 

“Mülteci sorunu”nun, üstesinden gelmekte zorlanacağımız boyuta ulaşmasına izin vermemeliyiz. 

M. KEMAL SALLI

1. Körfez Savaşı’ndan (1991) bu yana Afganistan’dan Kuzey Afrika’ya uzanan coğrafyada Ortadoğu merkezli yaşanmakta olan nüfus hareketleri/demografik değişimler doğal bir afet sonucunda meydana gelen spontane gelişmeler miydi, yoksa belli bir amaca yönelik planlı, programlı operasyonlar mıydı? 

Gaza getirilerek Kuveyt’e sokulan Irak Devlet Başkanı Saddam’ın, “Bağımsız bir ülkeyi işgal etti” gerekçesiyle, ABD öncülüğündeki Batılı koalisyan güçleri tarafından tepelenip ülkesinin bölünmesiyle başlatılan büyük operasyondan günümüze uzanan süreçte yaşananlarla, ABD’li ideologların kurguladıkları Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) birbirinden bağımsız gelişmeler midir? Kapsama alanı giderek genişleyen Büyük Ortadoğu Projesi’ni hayata geçirme operasyonlarının hedefinde Türkiye de var mıydı? 

1991’deki Körfez Savaşı’ndan bu yana, Türkiye’ye yönelik göçleri, tarihi boyutunu gözardı ederek, nedenleri ve üreteceği olası sonuçlarını doğru başlık altında irdelemezsek, giderek beka sorununa dönüşmekte olan “mülteci sorunu”na kalıcı ve etkin çözümler üretemeyiz. 

Karşı karşıya olduğumuz sorun, yalnızca bir “mülteci sorunu” değil, bölgenin demografik yapısını belli bir amaç doğrulusunda değiştirmeyi hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi’nin güncellenmiş versiyonunu hayata geçirme operasyonlarını daha fazla yara almadan savuşturma çabalarıdır. 

Yanıtını bulmamız gereken soru şudur; Giderek, toplumda bölünmelere, kutuplaşmalara neden olan gelişmeleri, “mülteci, sığınmacı ya da göç sorunu” başlığı altında mı, yoksa, 2005’te, dönemin ABD Dışişleri Bakanı G. Rice’ın açıkça ilan ettiği gibi, Ortadoğu’da 22 ülkenin haritasını değiştirmeyi, güncellenmiş BOP’u hayata geçirmeyi hedefleyen operasyonlar çerçevesinde mi tartışmalıyız? 

Mülteci, göçmen ya da sığınmacı.. Adını ne koyarsanız koyun, tarih boyunca yaşanmış olan bir bölgenin demografik yapının değişmesine neden olmuş bütün hareketlenmeler çözümü hiç de kolay olmayan sorunlar üretmişlerdir. Bunun en çarpıcı örneği Kavimler Göçü’dür ki, insanlık tarihini derinden etkileyen gelişmelere neden olmuştur. 

Bir bölgenin demografik yapısı, o bölgenin kimlik belgesi gibidir. Bir bölgenin nüfusunu oluşturan insanların yaşam biçimleri, kültürleri, o bölgenin bitki örtüsünden mimarisine kadar yakından ilişkilidir. Gittiğiniz bir yerleşim biriminde beş vakit ezan okunuyorsa, bir İslam coğrafyasıdır. Gittiğiniz bir ülkede insanların adları Abdullah bin Muhammet şeklinde söyleniyorsa, orası bir Arap ülkesidir. Gittiğiniz bir ülkede Pazar günleri çanlar çalınıp kiliselere gidiliyorsa, orası bir Hıristiyan ülkesidir. 

İnsanlar, üzerlerinde yaşadıkları topakları, benimsedikleri ortak değerlerle “VATAN” yaparlar.  Belli bir coğrafyada belli bir kültürü benimsemiş olan insanlar milletleri oluştururlar ve belli gelişmeler karşısında ortak tepki verirler. 

Millet olabilmiş toplumlar, üzerinde yaşadıkları coğrafyanın gönüllü bekçileridirler. Kendilerine yabancı bir kültürü benimsemiş olan birinin ya da bir başka kültür iklimine mensup birinin aralarına girip yaşayabilmesi, toplumun ortak rızasına bağlıdır. Büyük çapta demografik değişimlere neden olan hareketlenmelerin belli kuralları vardır; bu kurallar çiğnendiğinde çatışmalar, savaşlar yaşanır. O nedenle emperyalistler, kontrolleri altına almak istedikleri bir coğrafyanın önce demografik yapısını bozmaya çalışırlar ya da, Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de yaptıkları gibi, ilerde kaos üretecek yapay ülkeler oluştururlar. 

Osmanlıyı, binlerce yıl at koşturduğu Balkanlardan söküp atmayı hedefleyenler, 1789 Fransız Devrimi’nin getirdiği özgürlük söylemlerinden yararlanarak, Balkan coğrafyasında, önce mikro milliyetçilikleri körüklediler. Yüzyıllarca birlikte yaşamış olan insanlar arasında yeterince düşmanlık duyguları oluşturulunca da, Balkanlarda 5 milyon Müslümanın katledilmesiyle sonuçlanan büyük bir göç olayı yaşandı. Milyonlarca Balkan Türkü Anadolu’ya sığınmak zorunda kaldı. 

Bu demografik değişim, bir doğal afetin neden olduğu spontane bir gelişme değil, bilinçli bir operasyondu. Bu operasyon, yalnızca Balkan Türklerini değil, Avrasya coğrafyasındaki bütün Türkleri Asya’ya göndermeyi hedefleyen bir operasyondu. Türklerin, uzun bir hazırlık dönemi sonrasında Balkanlardan Anadolu’ya sığınmaya mecbur edilmeleri basit bir göç olayı değil, Balkan coğrafyasının demografik yapısını değiştirmeye yönelik büyük bir operasyondu. Bu operasyon, 1. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı’ya dayatılan Sevr Anlaşması’yla taçlandırılmak istenmiştir. 

Bir tarihi hatırlatma.. Dönemin küresel güçlerinden İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nu çöküş sürecine sürükleyen Kırım Savaşı (1853-56) öncesinde, Hindistan/Pakistan ve Afganistan’a saldırmıştı. Amaç, Osmanlı İmparatorluğu ile imparatorluğun beslendiği ana kaynak olan Türkistan’ın ilişkisini koparmaktı. Günümüzde Türkiye’yi, güney sınırları boyunca uzanacak bir terör devletiyle kuşatmak isteyenlerin amacı, Türkiye ile köklü tarihi ve kültürel bağları olan Ortadoğu coğrafyasıyla olan bağlarını koparmak değil midir? 

Yıllarca Afganistan’ı işgal altında tutan Sovyetler Birliği’nin, Özal döneminde Afganistan’ın kuzey bölgesinde bir Türk devleti kurmamıza engel olan ABD’nin amacı, Türklerin 15’nci, 16’ıncı yüzyıllarda olduğu gibi, bir küresel güç oluşturmalarını engellemek değil midir? 

En canlı, en taze örnek olarak, 15 Temmuz savrulmasını unutmayalım, Osmanlı’yı parçalamayı, mirasını paylaşmayı hedefleyen “Büyük Oyun” dosyası henüz kapanmamıştır. 

BÖLGENİN DEMOGRAFİK YAPISINI DEĞİŞTİRMEYİ HEDEFLEYEN OPERASYONLAR

1991’deki Körfez Savaşı’yla başlatılan, 11 Eylül 2001’deki İkiz Kuleler şoku sonrasında 2003’te Afganistan ve Irak’ın işgaliyle hızlandırılan, 2011’de estirilen “Arap Baharı” rüzgarları sonrasında Libya ve Suriye’nin işgaliyle sürdürülen operasyonlar, Afganistan’dan Libya’ya uzanan coğrafyanın demografik yapısını belli bir amaca yönelik olarak değiştirme operasyonlardır. 

Bu operasyonların amacı devlet sırrı da değildir; 2005’te, Irak’ın işgali sonrasında Ortadoğu’yu ziyaret eden dönemin ABD Dışişleri Bakanı G. Rice, “Bölgede 22 ülkenin haritası değişecek” demişti. Bugün Afganistan’ın, Irak’ın, Suriye’nin ve Libya’nın toprak bütünlüğünden söz edilebilir mi? 

BALKANLARDAN SONRA, ORTADOĞU’NUN DEMOGRAFİK YAPISINI DEĞİŞTİRMEYE YÖNELİK OPERASYONLAR

Balkanlarda çok acılı örneklerini yaşadığımız demografik yapıyı değiştirme operasyonlarını Justin McCharty’nin, “Balkanlarda beş milyon Müslüman katledilmiştir” saptamasıyla hatırlatarak Ortadoğu’ya, “Büyük Oyun”un günümüzdeki devamına dönemlim. 

Ortadoğu’nun demografik yapısını belli bir amaca yönelik olarak değiştirme operasyonları, G. Rice’ın 2005’teki duyurusundan çok önce, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından hemen sonra yaşanan 1. Körfez Savaşı’yla başlatılmıştı. Saddam’ın ülkesi Irak 36. Paralel boyunca bölünmüş, kuzeyi savaş uçaklarının uçuşuna yasaklamış ve bu bölgede yaşayan 600 bin Iraklı Türkiye’ye gönderilmişti. Dönemin ABD Dışileri Bakanı James Baker de “göçü” helikopterle yakından izlemişti. 

ABD 2003’te Irak’ı işgal ettiğinde, ilk yapılan operasyonlardan biri de, yüzlerce yıllık Türk yerleşim birimleri olan Musul ve Kerkük’ün tapu ve nüfus kayıtlarının yağmalanıp yakılmasıydı. Bu kentlerin yerleşik halkı ölüm tehditleriyle göçe zorlanmış, ev ve toprak bağışlarıyla buraların demografik yapıları değiştirilmişti.

2011’de estirilen Arap Baharı rüzgarlarıyla Suriye işgal edildiğinde yine Türken yerleşim bölgeleri hedef alınmış, yüzbinlerce Türkmen ya katledilmiş ya da göçe zorlanmıştı. 2015’te Rusya da sahaya inince Türkmen yerleşim bölgeleri tamamen sahipsiz kalmıştı. Yüzlerce yıllık Türk kenti olan Halep bugün haritadan silinmiştir. 

Bütün bu operasyonlarla Irak ve Suriye’nin kuzey bölgelerindeki Türkmen nüfusu yok edilirken, Türkiye’nin güney illerinin demografik yapıları bozulmuştur. 

Irak ve Suriye’den sonra, şimdi de Afganistan’daki Türk varlığı göçe zorlanmaktadır. İran’ın da destek verdiği bu göç dalgalarıyla Afganistan’dan Türkiye’ye gelenlerin sayısı belli değildir. Sayıları giderek artan bu göçler sonrasında, Türkiye’nin Afgan Türklerini bir bayrak altında toplayarak huzura kavuşturmayı hedeflediği “Güney Türkistan”ın hayata geçirilmesi konusundaki umutlar da giderek zayıflamaktadır. 

ABD MEKSİKA SINIRINA DUVAR ÖRERKEN…

Yanardağ patlaması, sel, yangın, kuraklığın neden olduğu açlık gibi doğal afetlerin neden olduğu sığınmacı sorunlarıyla, belli bir bölgenin demografik yapısını değiştirmeyi hedefleyen silahlı operasyonların neden olduğu zorunlu göçleri aynı başlık altında tartışmaya açtığınızda olumlu bir sonuç alamazsınız. Düşmanın ekmeğine yağ sürmüş, toplumu gereksiz yere germiş olursunuz. 

Küresel ekonominin kaptanı, insan haklarını yılmaz savunucusu ABD, savaş nedeniyle değil, yalnızca açlık tehdidi nedeniyle ülkesine sığınmak isteyen Meksikalara karşı sınırlarına duvarlar örerken, Türkiye’nin savaştan kaçan Iraklı,  Suriyeli ve Afganistanlı sığınmacılara kucak açması bir insanlık örneğidir. Fakat, bu iyi niyeti, Türkiye’nin üstesinden gelmekte zorlanacağı bir toplumsal soruna dönüştürülmek isteniyorsa, adına ne denirse densin, bu sorununun acilen masaya yatırılması ve köklü çözüm üretilmesi gerekir. 

Giderek büyüyen göçler nedeniyle, giderek büyümekte olan sorun, bir mülteci, sığınmacı sorunu olmaktan çıkarak, bir beka sorununa evrilmektedir. Bu tehlikeli gidiş nedeniyle, 1991’den bu yana, Afganistan’dan Libya’ya uzanan coğrafyada yapılan katliamların neden olduğu göç olaylarında hiçbir rolü olmayan Türkiye, ülkesine sığınan milyonlarca insanın yaşadıkları sorunları bütün açıklığı ile insanlığa duyurmak durumundadır. 

Türkiye, milyonlarca inanın hayatlarını kaybetmelerine neden olan “mülteci sorunu”nun, belli amaca yönelik planlı siyasi ve askeri operasyonlar dizisinin bir sonucu olduğunu ortaya koymak zorundadır. Türkiye, oluşumunda hiçbir rolü olmayan bir sorunu tek başına yüklenmek zorunda değildir. Bu gerçeği birbirimize değil, dünya kamuoyuna anlatmak zorundayız. 

“Mülteci sorunu”nun, üstesinden gelmekte zorlanacağımız boyuta ulaşmasına izin vermemeliyiz.