Fransa Cumhurbaşkanı koltuğunda oturan kişinin İslam’ı, Türkiye’yi ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan saldırılarının gerçek nedeni nedir?

Küresel aktörler arasındaki mücadelenin Doğu Akdeniz’de, Karabağ’da kördüğüm olduğu bir dönemde Türkiye, Macron’u çıldırtacak ne gibi hamleler yapmaktadır?  

Jeostartejik konumuyla, binlerce yıllık tarihinin ve kültürünün kazandırdığı stratejik derinliklerle, sahip olduğu genç ve dinamik nüfusuyla ve sahip olduğu yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle Türkiye, yeni dünya düzeninin lideri olmak için mücadele eden küresel güçlerin yanlarında görmek istedikleri bir ülke konumundadır. 

Uluslararası arenada ülkesine giderek büyüyen oranda güç ve itibar kaybettiren Macron’un İslam’a, Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik saldırılarının nedeni, kendini kurtarma çabalarıdır. Fakat, olumlu bir sonuç alma şansı yoktur.

ABD Büyükelçiliği’nin turizm sezonunun en hareketli olduğu bir mevsimde, “Terör saldırıları olabilir” gerekçesiyle vize işlemlerini durdurduğunu açıklamasını, ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun, Girit’teki villasında misafir kaldığı Yunan Başbakanı Mitçotakis ile samimi pozlar sergilemesini, Azerbaycan ve Ermenistan dışişleri bakanlarını arayarak Ermeni lobisine selam göndermesini, Rusya’nın doğalgaz sondajları yapmakta olduğumuz Karadeniz’de Mısır ile askeri tatbikat yapmasını, Peygamberimiz Hz. Muhammed’e hakaret eden Charlie Hebdo karikatürlerini resmi binaların cephelerine yansıtan Fransız Cumhurbaşkanı Macron’un Türkiye Büyükelçisi’ni geri çekmesini… “Neden Hedefiz?” başlıklı yazımızın devamı olarak okuyabiliriz. 

Uluslararası ilişkilerde “elçinin geri çağrılması”, köprülerin atılması, daha açık bir söyleyişle “savaş ilanı” demektir. Macron’un İslamiyet’i, Türkiye Cumhuriyeti Erdoğan’ı hedef alan bu gösterileri, güneşi giderek batmakta olan Fransa’nın itibarını kurtarma çabalarıdır. 

Peki, Fransa Cumhurbaşkanı koltuğunda oturan kişinin İslam’ı, Türkiye’yi ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan saldırılarının gerçek nedeni nedir?

Küresel aktörler arasındaki mücadelenin Doğu Akdeniz’de, Karabağ’da kördüğüm olduğu bir dönemde Türkiye, Macron’u çıldırtacak kadar önemli bir ülke midir? 

Kürsel çapta yaşanmakta olan gelişmeler, arka planlarındaki dinamiklerle birlikte değerlendirildiklerinde ve bu süreçte Türkiye’nin, çıkarlarını koruma konusunda sergilediği kararlılık dikkate alındığında, bu soruya verilecek yanıt “evet”tir. 

Jeostartejik konumuyla, binlerce yıllık tarihinin ve kültürünün kazandırdığı stratejik derinliklerle, sahip olduğu genç ve dinamik nüfusuyla ve başta bor ve toryum olmak üzere sahip olduğu zenginliklerle Türkiye, yeni dünya düzeninin lideri olmak için mücadele eden küresel güçlerin yanlarında görmek istedikleri bir ülke konumundadır.

Uluslararası arenada ülkesine giderek büyüyen oranda güç ve itibar kaybettiren Macron’un İslam’a, Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik saldırılarının nedeni, kendini kurtarma çabalarıdır. Fakat, olumlu bir sonuç alma şansı yoktur.

MACRON’UN DERDİ NEDİR?

Dünya haritasının hangi noktasında olursa olsun, yaşanan herhangi bir gelişmenin arka planında, ABD ile Çin ve destekçileri arasında yaşanmakta olan savaşın olduğu unutulmamalıdır. 

ABD ile Çin arasında Ticaret Savaşları olarak başlayan ve küresel ekonominin lideri olmayı hedefleyen mücadele, Çin’in elektronik devi Huawei’nin kızının Kanada’da CIA tarafından tutuklanmasıyla bir başka boyuta evrilmiş ve hemen sonrasında da, mavi gezegenimiz, tarihin derinliklerinde yaşanmış olan veba salgınlarını anımsatan ölümcül koronavirüs salgınıyla sarsılmaya başlamıştı. 

Peki, Fransa ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron bu mücadelenin neresindedir? Macron’un İslamiyet’le, Türkiye ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Erdoğan’la derdi nedir?

MACRON KENDİNİ KURTARMAYA ÇALIŞIYOR

Kaddafi’nin vurulması kararlaştırıldığında, NATO’dan önce davranarak Kaddafi’nin mirasına el koymaya kalkışan Sarkozy’nin siyasi intiharının ardından yapılan seçimlerde Macron, küresel finans baronları tarafında Fransa Cumhurbaşkanı koltuğuna taşınmış bir banka memuruydu. Koltuğa oturduğunda kendini gerçek cumhurbaşkanı olarak görmeye başladı. O nedenle de, hem kendisini o koltuğa taşıyanlar tarafından hem de muhatapları tarafından tokatlanıp duruyor. 

MACRON AVRUPA ORDUSU’NU KUARACKTI, AMA…

ABD’nin “küresel lider” sıfatına son vermek ve Çin’in küresel ekonominin lideri olduğu bir model oluşturabilmek amacıyla, yıllardır Yeni İpekyolu’nu hayata geçirmeye çalışan küresel finans baronları, Fransa ve Almanya öncülüğünde, nükleer gücü de olan bir Avrupa Ordusu kurmayı planlıyorlardı. Merkel de bu konuda çok istekliydi; bir Avrupa Ordusu kurma düşleriyle yanıp tutuştuğu günlerde Ankara’ya gülücükler göndermesinin nedeni, Türkiye’yi de yanlarına çekebilme arzusuydu. 

Yeni İpekyolu’na destek veren İngiltere’nin ve Türkiye’nin dahil olacakları bir Avrupa Ordusu, küresel finans baronlarının vurucu/caydırıcı gücü olacaktı. 

Brexit operasyonunu, ABD’nin  Avrupa Ordusu’nu engelleme konusundaki en önemli operasyonu olarak okumak mümkündür. Türkiye de, kendisini 50 yıldır kapıda bekleten, üyelik müzakereleriyle uyutan AB’nin bu yöndeki tekliflerine sıcak bakmamıştı.  

Fransa, kendini önemli bir küresel aktör konumuna yükseltecek Avrupa Ordusu’na destek vermediği için, Türkiye’ye tepkiliydi. Çünkü, Avrupa Ordusu’nın komutanı olarak Fransa, Afrika’daki kazanımlarını ABD’ye karşı kolayca koruyacağı gibi, eski arka bahçesi saydığı Ortadoğu’da önemli kazanımlar elde edebilecekti. Yeni İpekyolu merkezli olarak kurulacak yeni dünya düzeninin ordu komutanı olarak, düşlediği siyasi ve ekonomik hedeflere kolayca ulaşabilecekti. 

2005’te J. Chirack, eski arka bahçesi Lübnan’ın Başbakanı Refik Hariri ile gizli bir anlaşma yapmıştı. Fransa, ülkeyi karıştırıp kaosa sürükleyecek, Başbakan Hariri de Fransa’yı, düzeni sağlaması için ülkesine davet edecekti. Lübnan’a çıkartma yapmaya hazırlanan Fransa, Başbakanı Refik Hariri’nin, düzenlenen bombalı bir saldırıyla katledilmesi sonucu büyük bir düş kırıklığı yaşamıştı. Avrupa Ordusu’nu hayata geçirmeyi başaramayan Fransa, 2020’de, Beyrut Limanı’nın 2750 ton nitrat gübresiyle dinamitlenip haritadan silinmesiyle, Lübnan konusunda 2005’tekine oranla, çok daha büyük bir düş kırıklığı yaşamış oldu. 

Avrupa Ordusu sayesinde güçlenecek bir Fransa’nın Cumhurbaşkanı olarak Macron, Paris sokaklarını ateşe veren Soros’un sarı yeleklileriyle de kolayca savaşabilecekti. 1916’da İngiltere ile Osmanlı mirasını paylaşmak amacıyla gizlice imzaladıkları Skykees-Pico Anlaşması’nı gündeme getirebilecekti. Fakat Macron, kendisini cumhurbakanlığına taşıyanların düşlerini gerçekleştirme konusunda hiçbir başarı elde edemiyordu. 

Macron Libya’da, Afrika’nın derinliklerinde, Suriye’de, Lübnan’da ABD’den şamar yedikçe, acısını Türkiye’den çıkarmak istiyor, Türkiye’ye, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve İslam’a saldırıyordu.

Sarkozy’nin bir dizi skandalı ardından, “Avrupa Ordusu’nu kurmak” gibi büyük bir görevle cumhurbaşkanlığına taşınan Macron, böyle bir görev için isabetli bir seçim olmadığı anlaşıldıkça kenara itilmiş, bu da Macron’un hırçınlaşmasına neden olmuştur. 

Diplomatik sözlüklerle bağdaşmayan söylem ve davranışlarıyla ülkesinin imajını sürekli erozyona uğratan Macron, İslam’a ve Türkiye gibi giderek yükselen bir değere saldırarak kedisini kurtarmaya çalışıyor. 

Çok acıdır ki, Macron’un İslam’a saldırmasına, Peygamberimize hakaret sayılan Charlie Hebdo karikatürlerini devlet dairelerine yansıtmalarına Pakistan dışında hiçbir İslam ülkesi tepki göstermiyordu. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan da yanıtını alıyor: 

 “Suriye’nin Irak sınırı tarafında yeni bir terör oluşumu gayretlerine hız verildiğini görüyoruz. Orada bir terör devleti kurma gayreti var. Türkiye, böyle bir terör devleti kurulmasına asla izin vermeyecektir.

Fransa başta olmak üzere Libya’da darbecilere destek veren hiçbir ülkenin artık dünyanın diğer yerlerindeki demokrasi mücadeleleri konusunda söz etme hakları kalmamıştır. Hele hele bu Macron denilen zatın İslam’la derdi nedir ya, Müslümanlarla derdi nedir?”

‘ZİHİNSEL TEDAVİYE İHTİYACI VAR’

“…Macron’un zihinsel noktada bir tedaviye ihtiyacı var. Ülkesinde yaşayan milyonlarca farklı inanç mensubu insanlara bu şekilde davranan bir devlet başkanına başka ne denilebilir? Öncelikle bir akli noktadan kontrol. İkide bir Erdoğan’la uğraşıyorsun, ya Erdoğan’la uğraşmak sana birşey kazandırmaz.”

‘DÜPEDÜZ İSLAM DÜŞMANLIĞI’

Avrupa coğrafyasında yükselmekte olan ırkçılığa ve İslam düşmanlığına değinen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Müslümanları hedef alan saldırıların Avrupa’yı içten çökerteceğini söylüyor: 

“…Almanya’da bir camiye yüzlerce polisle saygısız bir şekilde yapılan baskının ne güvenlik kaygısıyla ne de başka bir gerekçeyle izahı olamaz. Bunu adı düpedüz İslam düşmanlığıdır. Bunun benzerini Müslümanlar olarak biz Hristiyanların mabetlerine yaptık mı? 

Yapmadık ve yapmayız. Avrupa’daki her İslam düşmanlığının aynı zamanda Türk düşmanlığı olduğunu da asla aklımızdan çıkarmamalıyız. Çünkü Batılı için Müslüman, Türk’tür aynı şekilde Türk, Müslüman’dır. Ülkemizin üyeliğine karşı sergilenen riyakarlık da AB değerleri diye dünyaya yutturulmaya çalışılan bağnaz ve faşist zihniyeti zaten görmüştük. Şimdi kendi vatandaşı olan Müslümanların haklarına yönelik bu tür saldırılarla Avrupa faşizmi yeni bir safhaya geçmiştir. Avrupa, Müslümanlara karşı açtığı cepheyle aslında kendi sonunu hazırlıyor. Bu hastalık Fransa’sından Almanya’sına tüm Avrupa’yı içten çökertecektir.”

Macron, İslam’a ve Türkiye’ye saldırırken kendi kuyusunu kazdığının farkında mı?