KKTC’NİN 3. CUMHURBAŞKANI DERVİŞ EROĞLU:

 “MÜCADELEMİZİ KURDUĞUMUZ DEVLETLE TAÇLANDIRDIK”

Öncelikle, Türkiye’mizin hudut ötesindeki teröristleri hedef alan Barış Pınarı Harekatı’nı yürekten desteklediğimi, Kıbrıs Türk halkının da bu harekatı yürekten desteklediğini ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu harekatı zaferle tamamlamasını en samimi duygularımla ve Kıbrıs Türk halkına tercüman olarak ifade etmek istiyorum.

Belki biz görmeyeceğiz, ama bizden sonra gelen gençler, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin, anavatan Türkiye’nin yanında, uluslararası alanda tanınmış bir devlet olarak yaşadığını göreceklerdir. Bizim amacımız bu, hedefimiz bu uğraşımız da budur.  

Yazı ve fotoğraflar: M. KEMAL SALLI

 

KKTC 3. Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu, uzun süredir siyasetin ve günlük olayların dışında kalmayı tercih ediyor ve “Artık görev gençlerde” diyordu. Fakat anlattıklarından da anlaşıldığı gibi, Derviş Eroğlu gibi bir mücahidin hayatın dışında kalması mümkün değildi. 

Kıbrıs davamızın hemen her safhasında mücahit, doktor, milletvekili ve cumhurbaşkanı olarak görev yapmış olan Derviş Eroğlu, geçtiğimiz Cumartesi günü Yalova’da, Sözde Ermeni İddialarıyla Mücadele Derneği’nin düzenlediği “KIBRIS” konulu etkinliğe katıldı. Bugüne kadar pek duyulmamış bazı anılarını ve son gelişmelere ilişkin görüşlerini anlatan Eroğlu, “KKTC’yi yaşatmaktan başka şansımız yok” diyordu. 

Sözde Ermeni İddialarıyla Mücadele Derneği Başkanı Şemsettin Gürtekin’in Yalova’nın yetiştirdiği gençlere sahip çıkması gerektiğine ilişkin konuşmasının ardından kürsüye gelen Derviş Eroğlu, yaptığı coşkulu ve duygusal konuşmasının son bölümünde, Barış Pınarı Harekatı ve Kıbrıs Barış Harekatı konusundaki konuşmasıyla büyük tepki toplayan KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın Kıbrıs Türkü’nün duygularını aksettirmediğini ve toplumlar arası görüşmelerde izlediği politikanın Kıbrıs davamızı sıkıntıya sokabileceği uyarısında bulundu. 

KKTC 3. Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun konuşmasını, özel notları ve uyarılarıyla birlikte veriyoruz. 

Kıbrıs Türkü’nü özgürlüğe kavuşturabilmek için, ilk gençlik yıllarından itibaren bir mücahit ve savaş doktoru olarak, devletini yaşatmak ve uluslar arası arenada tanıtmak için savaşan bir devlet adamı olarak yaptığı mücadeleye yakından tanık olmuş bir gazeteci sıfatıyla, KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Derviş Eroğlu’nu tarih önünde saygıyla selamlıyorum. 

EROĞLU: “BARIŞ PINARI HAREKATI’NI YÜREKTEN DESTEKLİYORUM” 

“Çoktan beri konferans vermiyordum, bu konuyu gençlere devretmiştim. Fakat, Başkan Şemsettin Gültekin Bey’in uzun süredir ısrarla yaptığı davetlerine verdiğim sözü yerine getirmenin mutluluğu içerisindeyim. 

Öncelikle, Türkiye’mizin hudut ötesindeki teröristleri hedef alan Barış Pınarı Harekatı’nı yürekten desteklediğimi, Kıbrıs Türk halkının da bu harekatı yürekten desteklediğini ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu harekatı zaferle tamamlamasını en samimi duygularımla ve Kıbrıs Türk halkına tercüman olarak ifade etmek istiyorum. 

Biz, 1974 Barış Harekatı’nı yaşayan insanlar olarak, bu harekatların ne amaçla yapıldığını gayet iyi biliyoruz. 1974 yılına gelinceye kadar, 1974 öncesindeki bütün olayları yaşamış bir kardeşiniz olarak, bu harekatın ne büyük önem taşıdığını en yakından bilen kişiyim. 

Özellikle, Barış Harekatı süresince cephe gerisinde savaş doktorluğunu yapmış ve savaşın gerçek yüzünü görmüş biri olarak, eğer Barış Harekatı yapılmamış olsaydı, Kıbrıs Türkü’nün başına neler geleceğini tahmin eden bir kişi olarak, o Barış Harekatı’nı da yürekten kutladım. O Barış Harekatı’nın gerçekleşmesi için de, yıllarca dua ettim.  Barış Harekatı gerçekleşinceye kadar, genç bir doktor olarak, Magosa bölgesinin bütün sancaklarında mücahit doktor olarak görev yaptım. 74 Barış Harekatı’nda cephe gerisinde doktorluk yaptım ve savaşın gerçek yüzünü gördüm. 

Eğer Kıbrıs Barış Harekatı yapılmamış olsaydı, ne olacaktı? 

Birincisi, Kıbrıs Cumhuriyeti, Helen Cumhuriyeti olacaktı. İkincisi, Kıbrıslı Rumlar arasında 10 bin Kıbrıslı komünistin öldürülmesi listesi yapılmıştı, onlar öldürülecekti sonra Akridas Planı kapsamında biz Türkler öldürülecektik. Toplu mezarlar hazırlanmıştı; bu mezarlara gömülecektik. 

Demek ki bir barış harekatı bir Türk toplumunu mahvolmaktan,  toplu mezarlara gömülmekten kurtarmıştır, bizi toplu mezarların eşiğinden döndürmüştür. Onun için ben ve Kıbrıs Türk halkı Türkiye’ye ve Türk Silahlı kuvvetlerine şükran duygularıyla dopdoluyuz

Ben Cumhurbaşkanıyken, muhatabım olan Rum cumhurbaşkanına, Komünist AKEL (Emekçi Halkın İlerici Partisi) lideri Dimitris Hristofyas cumhurbaşkanıydı  Hristofyas’a dedim ki, “Ben her akşam Türk Silahlı Kuvvetlerine şükrediyorum, Kıbrıs Türk halkını ve benim de canımı kurtardığı için. Senin de aslında şükretmen lazım.” 

“Niye?” dedi bana..

Sen komünistsin. 10 bin komünist listelenmişti, öldürülecekti. Yani Türk Silahı Kuvvetleri gelmeseydi, Kıbrıs’ta Rum komünist kalmayacaktı…

“DAĞLIK KARABAĞ’DA AZERBAYCANLI KARDEŞLERİMİZ DE, KIBRIS TÜRKÜ DE AYNI HAKSIZLILARLA MÜCADELE EDİYOR”

Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Derneği’nin düzenlediği bu toplantıda sizlerle buluşmak beni için de çok önemlidir. Öncelikle şunu söyleyeyim, bu dernekle bizim düşüncelerimiz arasında bir fark yoktur, Kıbrıs Türkü arasında. . 

Dağlık Karabağ’da, Azerbaycanlı kardeşlerimize Ermenilerin, biz Kıbrıslı Türkler de, Rumların bize yaptıkları haksızlıklarla mücadele ediyoruz. Bizim karşımızdakilerin hedefleri bellidir. Hedefleri Türk ulusunun bölgede etkin olmasını, Türkler arasında bağların sağlanmasını engellemektir. 

Yıllardır süren Ermeni iddialarının tek hedefi, Türkiye’mizin güçlenmesinin önüne geçmektir; dünyada Türkiye’yi yalnızlığa itmektir. 

Bir Türk yurdu olan Dağlık Karabağ’ın 1990 yılından bu yana Ermenistan’ın işgalinde olması, tesadüfi değildir. Bütün amaç, Türk coğrafyasının birbiri ile olan bağlantısını kesmektir. 

Bu noktadan hareket ederek, konuyu Kıbrıs’a getirirsek; Kıbrıs Türklerinin haklarının bir türlü teslim edilmemesinin ardında yatan neden de, Türkiye’nin Akdeniz’e açılmasını ve gelişmesini engellemektir. Doğu Akdeniz’deki kaynaklara, ticarete, Rumların, dolayısıyla Avrupa Birliği ülkelerinin hakim olmasıdır. Dolayısıyla, Kıbrıs konusunda Ermeni iddialarını bilmek ve azimle mücadele etmek zorundayız. 

Özellikle gençlerimizin bilgilendirilmesinin, bu iki konuyu bilerek savunmasının yaşamsal bir önemi vardır. 

“KIBRIS TÜRKLERİ OSMANLI’NIN ECDADIDIR”

Hepinizin bildiği gibi, Kıbrıs Türkleri Osmanlı ecdadındandır. Yani bizler 1575’ten sonra Osmanlı’nın Anadolu’dan Kıbrıs’a taşıdığı insanların torunlarıyız. Mesela benim ailem, 1850’lerin ikinci yarısında Kayseri’den gelenlerdir. Akrabalarımızla buluştuk, görüşüyoruz.  

Benim büyük dedem kardeşiyle Kıbrıs’a gelmiş, sonra kardeşi, zaman içerisinde Türkiye’ye dönmüşlerdir. Onların torunları veya torunlarının çocuklarıyla bizim büyük dedemizin biz çocukları buluştuk. Yıllar sonra akrabalarınızla buluşup kucaklaşmak çok önemlidir. Onların sizlere yaptığı mantıları yiyorsunuz, çocuklarının çocuklarıyla tanışıyorsunuz. Bu hakikaten heyecan veren, gurur veren bir olaydır. İnsanın aslını bilmesi de çok önemlidir. 

1575’ten sonra gelenler, hepsi benim akrabalarım gibi yakın zamanda gelmedi, ama 1974 mutlu Barış Harekatı’ndan sonra Türkiye’nin değişik bölgelerinden Mersin, Adana, Antalya’dan… Kuzey Kıbrıs’a vatandaşlar gelmiştir. Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden gelenlerle, mutlu Barış Harekatı’nın yarattığı coğrafya üzerinde biz, bir devlet kurma politikası gütmeye başladık. 

Önce ne yaptık? 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni kurduk ve izlediğimiz nüfus politikası çerçevesinde, güneye kaçan Rum topraklarının sahipsiz kalmaması düşüncesiyle nüfus aldık. 

O nüfus yerleşmiştir, kökleşmiştir ve şimdi artık üçüncü nesil, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne sahip çıkan gençler olmuşlardır. Daha önce Kıbrıs’a yerleştirilenler de, 1975’e gelenlerle, bir amaç doğrultusunda o topraklara yerleştirilmişlerdir. Hedefimiz, o topraklarda Türk bayraklarını dalgalandırmak, o topraklara Türk vatanı damgasını vurmak ve o mührün bir daha silinmeyecek bir şekilde Türk Dünyası içerinde yerini almasını sağlamaktır. 

“BİR DEVLET DOĞMUŞTUR ARTIK”

Bizim de benimsediğimiz birçok Türk devleti var. Onların da kendilerine göre bölgesel sorunları vardır. Dolayısıyla, bizim 1983 yılında kurmuş olduğumuz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni maalesef onlara tanıtamadık, ama onalar bizi biliyorlar; öğrencileri geliyor, bizim üniversitelerimizde eğitim görüyorlar. Azerbaycan’ın Karabağ sorunu var, diğer kardeş ülkelerin Rusya ile sorunları var. 

Bir devlet doğmuştur. Bir bilimadamı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin doğuşunu ve geleceğini veciz bir şekilde şöyle anlatmıştı: “Bir çocuk doğmuştur; ana rahmine döndürülmesi mümkün değildir.” 

Doğrudur, 1983’ün 15 Kasım’ında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni kurduk, dünyaya ilan ettik, ama maalesef Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplanarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınmaması şeklinde bir karar almıştır. Pakistan ve Bengladeş gibi devletler tanımaya hazırlanırlarken geri çekilmişlerdir.

“KKTC, ULUSLAR ARASI ALANDA TANINMIŞ BİR DEVLET OLARAK, TÜRKİYE’NİN YANINDA YERİNİ ALACAKTIR”

 Belki biz görmeyeceğiz, ama bizden sonra gelen gençler, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin, anavatan Türkiye’nin yanında, uluslararası alanda tanınmış bir devlet olarak yaşadığını göreceklerdir. Bizim amacımız bu, hedefimiz bu uğraşımız da budur.  

 1963 yılında Tıp Fakültesi’nden mezun oldum. Yalova’yı ilk defa öğrenciliğim sırasında görmüştüm. Kıbrıs’a döndükten kısa bir süre sonra kendimi olayların içerinde buldum. 1955’te lisedeyken, Kıbrıs’ta EOKA terörü başlamıştı.  

1 Nisan 1955 günü patlattıkları ilk bomba İngilizlere karşı bir harekat gibi gösterildi, ama hedefleri, Kıbrıs’ı İngiliz idaresinden kurtarıp Yunanistan’a bağlamaktı. Kıbrıs’ta varolan Türklüğü de imha etmek, Yunanistan’a bağlamaktı, yani enosisti. Aslında biliyorsunuz, Yunanistan’ın hayalleri büyük; yıllardan beri o hayaller içerisinde yaşıyorlar. EOKA da Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak etmek amacıyla kurulmuş bir dernektir, silahlı bir harekettir. 

Biz onlara karşı, geceleri elimizde kovalar, kovaların içinde boya fırça, kireçlerle duvarlara yazmaya başladık. Sonraları, 1955-56 yıllarındaki Türkiye Hükümetinin desteği ve Türkiye’den gelen subaylar vasıtasıyla Türk Mukavemet Teşkilatı’nı (TMT) kurduk. TMT’nin çatısı altında planlı bir mücadele yapmaya başladık. 1974 Barış Harekatı gerçekleştiği zaman da, TMT, yetiştirdiği genç arkadaşlarla birlikte, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yardımcı olmuş, birlikte mücadele etmişlerdir. 

1954 yılına gelinceye kadar da, zaman zaman, o dönemdeki büyüklerimiz Türkiye’ye gelmişler, Kıbrıs davasını Türkiye’nin davası haline getirmek için uğraş vermişlerdir. 1954-55’ten sonra Kıbrıs Türkiye’nin milli davası olmuştur. Ogün bugün çok şükür beraberiz. 

Gençliğimde, benim de okuduğum Namık Kemal Lisesi’ne Türkiye’den çok değerli öğretmenler geliyordu. Bu değerli öğretmenlerimiz bize milliyetçiliği aşılamışlardır. 

İngiliz müstemleke döneminde Türk bayrağı asmak yasaktı. Buna rağmen biz her cumartesi günü bayrak töreni yapar, bayrağı çeker, İstiklal Marşı okurduk. Bazen Türk filmi seyretme imkanımız olurdu. O filmlerde geminin arkasında dalgalanan bir Türk bayrağı veya bir Türk subayı göründüğünde, bütün salon ayağa kalkarak bayrağımızı selamlarlardı. Çocukluğumuzu, Türklüğümüzün ve Türkiye’nin hasretiyle yaşadık. 1974 Barış Harekatı’ndan sonra gelenlerle kucaklaştık, birbirimizi daha yakından gördük, daha yakından tanıdık. 

O HASRETLİK BİTTİ ARTIK

O hasretlik bitti artık. Türk askeri Kıbrıs’tadır. Türkiye’den gelenler artık Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşı olmuşlar, bizimle kaynaşmışlardır. Bazen sokakta, bazen Meclis’te kavga ederiz, bazen aynı parti içinde buluşuruz, ama Kıbrıs Türkü’nün varlığını dünyaya duyurmak için birlikte mücadele ederiz. Türk yer yerde Türk’tür, her zaman Türk’tür. 

Bizim Rumlarla anlaşmamızın mümkün olmadığını yıllardan beri söylüyorum. Bugün bizim anlaşmamızı gerek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi olsun, ABD, İngiltere ve Rusya olsun, gerekse AB ülkeleri olsun, maalesef, Kıbrıs’ta Rum’un uzlaşmazlığını körükleyen ve onların yıllarca sürdürülen görüşmelerde herhangi bir anlaşmaya yanaşmamasının tek müsebbibi onlardır. 

1974.. BM Güvenlik Konseyi toplanıyor, Kıbrıs’a Barış Gücü gönderecekler, ama muhatap olarak Kıbrıs Rumlarını Kıbrıs Cumhuriyeti olarak kabul ediyor. Şimdi Rumlar BM üyesi. BM mesaj yayınlıyor, “Kıbrıs’ta görüşmeleri engelleyecek bir davranışa girmeyin” şeklinde. 

“BM VE AB ÜYESİ BİR DEVLET BİZİMLE ANLAŞMA YAPAR MI?”

24 Nisan 2004’te, Rumlar Annan Planı’nı reddediyor, Mayıs 2004’te Rumlar Avrupa Birliği’ne üye yapılıyor. Şimdi, dünyanın tanıdığı bir devlet, ayrıca AB üyesi olan bir devlet gelip de bizime bir anlaşma yapar mı? Yapmaz! 

Bizimle anlaşma yapmak için ne istiyorlar? 

Türkiye’nin garantisi, müdahale hakkı olmayacak, Türk askeri çekilecek.. Siz bizim azınlık olduğumuzu kabul edeceksiniz, egemenlikten söz etmeyeceksiniz, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden vazgeçeceksiniz, Federal Kıbrıs Cumhuriyeti içerisinde bizim azınlığımız olacaksınız ve Federal Meclis’in aldığı kararlara itaat edeceksiniz…

 Türkiye’den kopuyoruz, askerinden kopuyoruz, Rumların azınlığı oluyoruz. Daha Kıbrıs Cumhuriyeti’ni teslim almadıkları zamanda bile bizi silah zoruyla Kıbrıs’tan kaçırmaya çalışanlar, böyle önemli bir görevi dünyanın kendilerine layık gördükleri takdirde, bizim başımıza neler geleceğini bir düşününüz.. 

Ben Kıbrıs olaylarını başından beri takip eden biri olarak, bu zeminde bir anlaşmaya razı olamam. Biliyorsunuz, Denktaş Bey’le birlikte 1975’te bir parti kurmuştuk, yıllarca aynı dava içinde birlikte hareket ettik, müzakereci olarak kendisini hep destekledik. 

TEK ÇIKAR YOL, TEK KALICI ÇÖZÜM, KKTC’Yİ YAŞATMAKTIR

Saydığım nedenlerden dolayı bu müzakerelerle bir yere varılamayacağına göre, biz  ne yapacağız? 

Zaman içerisinde bu halkı, müzakerelerle bir yere varılmayacağına inandıracağız, tek çıkar yolun, tek kalıcı çözümün ayrı bir devlet kurmak olduğunu anlatacağız. Ama bu devleti kurarken de, en büyük desteğimizin anavatan Türkiye olduğunu, dolayısıyla şu üç konuda duyarlı olduğumuzu vurgulayacağız:

 1) anavatanla olan ilişkileri en sıcak noktaya taşımak, 

2) anavatan sevgisini kökleştirmek, 

3) anavatandaki kardeşler de Türk’tür, biz de Türk’üz ve Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur. 

Bazen yanlış anlaşılmalar oluyor. Benim her zaman söylediğim şudur. Bizim anavatan Türkiye’yi sevmekten başka şansımız yoktur. Hükümetler gelip geçicidir, Türk halkı kalıcıdır. Bizim en büyük garantimiz sizlersniz.

“RUMLAR NE YAPMAK İSTİYOR?” 

Şimdi ne diyorlar? 

Türkiye askerlerini çeksin, tek başına müdahale etme hakkından vazgeçsin. Şimdi diyorlar ki, bir anlaşmaya varabilmek için, Türkiye sismik araştırma gemilerini de, deniz kuvvetlerini de Akdeniz’den çeksin, o zaman gelin konuşalım. 

Peki, başka ne istersiniz? 

Bizim şartlarımızı kabul edeceksiniz, azınlık olarak yaşamayı kabul edeceksiniz.. Maalesef demokrasiden, medeniyetten, eşitlikten bahseden dünya, Kıbrıs’a gelince gözü görmez oluyor. 

“MÜCADELEMİZİ KURDUĞUMUZ DEVLETLE TAÇLANDIRDIK”

Kıbrıs’ta bir devlet kurulmuştur. Tarihte kurulan devletler, bir halkın mücadelesi sonucunda ortaya çıkmışlardır. 

Biz niye mücadele ettik yıllarca? 

Özgürlüğümüz için mücadele ettik. Gün geldi, Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs’a müdahale etti ve Barış Harekatı’nın yarattığı coğrafya üzerinde bir devlet kurma şansımız oldu ve devletimizi kurduk. Özgürlük mücadelemizi bir devletle taçlandırdık. Bu alkışlanacak bir şahlanıştır

Biliyorsunuz Denktaş Bey müzakereleri yıllarca sürdürdü. Daha sonra Mehmet Ali Bey, “Yolumuz Moskava’dan geçer” diyenlerin partisinin adayı olarak cumhurbaşkanı oldu ve müzakereleri sürdürdü. Güneyde de Hristofyas partinin genel sekreteriydi. 

Denktaş Bey müzakereleri sürdürürken, Mehmet Ali Bey ile AKEL’in Genel Sekreteri Hristofyas oturup anlaşma metinleri hazırlarlardı. Mehmet Ali Bey, "Ben cumhurbaşkanı seçilirsem, Kıbrıs sorununu üç ayda bitiririm” diyordu. Fakat, beş yıl cumhurbaşkanlığı yaptı, sorunu çözemedi. Birgün ne dedi, biliyor musunuz: “Rumları razı etmek için ne yapmam lazım, Atatürk Meydanı’nda kendimi asmam mı gerekir?” Sonunda o noktaya geldi. 

“TÜRKİYE İLE SONDAJ ANLAŞMASI YAPTIK”

Ben cumhurbaşkanı olduktan sonra Genel Sekreter’e bir mektup yazmıştım: “Bugüne kadar müzakereler devam ediyor, ben de gelinen noktadan müzakereleri sürdürmek düşüncesindeyim. Bugüne kadar taraflar karşı karşıya geldi, ama bir sonuç alınamadı. Benim sizden ricam, sizin başkanlığınızda bir zirve toplantısı yapalım.” 

Genel Sekreter kabul etti; Rum tarafına da kabul ettirdi. O zirve toplantısı başlayacağı zaman, bir Amerikan şirketi, Rumlarla yaptığı bir anlaşma çerçevesinde kazı yapmaya geliyor. Hristofyas’a dedim ki, “Genel Sekreter gözetiminde yapılacak bir zirve toplantısına, anlaşma yapmak ümidiyle gidiyoruz. Dolayısıyla bu kazı işi dursun, bir anlaşma olduktan sonra devam etsinler.”

 “Biz vazgeçemeyiz” dedi. 

“Siz bu kazıyı durdurmazsanız, Türk tarafı olarak bizim de yapacaklarımız var” dedim. 

“Bizi tehdit mi ediyorsun?” dedi. 

“Yoo” dedim, “ama olacağını söylüyorum” yanıtını verdim. 

Ne yaptım? 

Dışişleri müzakere ekibini Türkiye’ye gönderdim. Dışişleri Bakanlığı ile kıta sahanlığını sınırlandırma anlaşması üzerinde kapsamlı bir çalışma yaptırdık. Sonra da Tayyip Bey’le, New York’ta, Kıta Sahası Sınırlandırma Anlaşması imzaladık.

 Hükümete derhal bir talimat verdim, “Hemen toplanınız ve Türk Petrolleri Anonim Ortaklığı’na bizim adımıza sismik araştırma ve sondaj yapma yetkisi veren bir anlaşma yapın” dedim. İşte o gün bugün o anlaşma ile Türk gemileri sismik araştırma ve sondajlar yapıyor. 

Rumlar bu anlaşmadan son derece tedirgin olmuştur. Tüm dünyayı ayağa kaldırmağa çalışıyorlar, ama gördüğüm kadarıyla Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Türk Silahlı Kuvvetleri bu konuda kararlıdır. 

“GÖRÜŞMELERDEN BİR SONUÇ ALAMADIK”

Peki, bu zirve toplantılarında ne oldu? 

Beş zirve toplantısı yaptık. İkisi Cenevre’de, ikisi New York’ta biri de New York’a yakın bir yerde. Cenevre toplantılarının ikincisinde, şöyle bir karar yazdırdım Genel Sekretere, “Toplumlar arası üçüncü toplantıyı yapıyoruz, şu ana kadar Rumları uzlaşmazlığını görüyorsunuz. Bir de beşli zirveden bahsediliyor. Beşli zirveye gitmeden önce, masadaki altı başlıkta da anlaşılacak, harita konusunu beşli zirveye gittiğimizde görüşeceğiz. Beşli zirve devam ederken, bir odada da taraflar, toprak ve harita konusunu o zaman görüşecekler.” Bunu Birleşmiş Milletler raporuna geçirdik. Benden sonra gelen cumhurbaşkanı ne yaptı? Crans- Montana’da hiçbir başlıkta anlaşma sağlanamadan masaya harita koydu. Çok şükür ki Rumlar kabul etmedi. 

“ANNAN PLANINA KARŞI ‘HAYIR’ KAMPANYASI YÜRÜTTÜM”

Anan Planı’nda da benzer bir durum yaşadık. Annan Planı’na karşı “Hayır” kampanyası yürüttüm. Annan Planı, Rumlar tarafından reddedildiği zaman, biz yüzde 35 çıkarabildik. O günlerde öyle bir kampanya vardı. Avrupa Birliği devrede, Amerika devrede.. ABD Büyükelçisi bana, “Türklerin ‘Evet’ demesi için 35 milyon dolar harcadım” demiştir. 

Ben niçin “Hayır” kampanyası yürüttüm? 

Çünkü orada da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Ada’dan çıkma şartı vardı, orda da nüfus mübadelesi Rumların güneye giden yüzbin kişisi bizim elimizde olan topraklara yerleştirilecekti. Yani, Yüzbin insanımız yeniden göçmen durumuna düşecekti. 

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kıbrıs’tan çıkması vardı, İttifak anlaşmasının ortadan kalkması vardı.. Ben bütün bunları düşünerek, Annan Planı’na karşı çıktım. 

Ama ne oldu? Annan Planı’na yüzde 76 oranında “Hayır” diyen Rumlar ödüllendirildi, Ada’nın tamamını temsilen AB üyesi yapıldılar. 

O zaman Genel Sekreter, “Türkler bir anlaşma olsun diye kendi kurmuş oldukları devletlerinin ortadan kalkmasına ‘evet’ dediler. Rumlar anlaşmayı reddetmiştir, ekonomiyi de, gücü de paylaşmayı reddetmiştir; dolayısıyla Türkler üzerinde olan ambargolar kalkmalıdır” şeklinde bir rapor yazdı. 

Ne oldu dersiniz bu rapora? 

Rusya’nın vetosuyla Birleşmiş Milletler’in raflarında kalmıştır. 

Kıbrıs’ta bir anlaşmaya varmak için, 1968 yılından beri görüşmeler sürdülüyor. Biz beş zirve yaptık. Son zirve öncesinde, Genel Sekreter bize mektup yazarken, “Bu son oyundur. Herşeyinizi hazırlayın” dedi. Dolayısıyla, iki toplum arasında anlaşma olup olmayacağını ilan edecek. 

Biz o hazırlıkla gittik. Hristofyas ulusal konseyi topladı. Dört önemli karar aldılar; Türkiye’nin garantisine hayır, arabulucuya hayır, hakemliğe hayır, zaman limitine hayır. Beşinci zirve de hiçbir sonuç alınmadan kapandı. 

SAYIN AKINCI HİÇBİR ANLAŞMA OLMADAN MASAYA HARİTAYI KOYDU

Sayın Akıncı da hiçbir başlıkta anlaşma olmadan, masaya haritayı koydu. Şimdi enteresan bir şey var. Sayın Futeres masaya çağırdığında bir belge koydu masaya. 

Bizim cumhurbaşkanı, “Ben Genel Sekreter Guterres’in belgesiyle masaya oturmaya hazırım” diyor. Guterres’in belgesinde neler var? Sadece bir maddesini söylesem, “Bu iş olmaz” diyeceksiniz: “Türkiye’nin müdahale hakkı ortadan kalkacak, Türk Silahlı Kuvvetleri zaman içerinde Kıbrıs’tan çıkacak.” 

Sadece bu maddesi bile bizim toplantıya katılmamızı engeller. Başka ne var? Türklerin koyduğu harita Rumları tatmin etmek için, Rumları tatmin etmek için genişletilir. Türklerden Rumlara geçen topraklarda oturan Türkler, sahip oldukları malı terkedecektir, malın sahibi Rumlardır. Annan Planı’ndan daha adaletsiz bir anlaşma taslağı. 

“GUTERRES’İN BELGESİYLE MASAYA OTURMAK YANLIŞTIR”

Halkın gözünden bir başka şey daha saklandı; Karpaz bölgesi.. Karpaz’ın Türkiye açısından ne kadar önemli olduğunu haritaya baktığınızda anlıyorsunuz. O şartlarda bir anlaşma olamazdı. Türkiye’nin itirazı üzerine burasını Federal Cumhuriyet’e verilsin dendi. 

Maalesef Nisan ayında seçim var. “Seçime giderken müzakerecinin eli güçlenir” şeklinde bir düşünceyle Genel Sekreter’in belgesiyle masaya oturmayı kabul eden bir cumhurbaşkanı var. Bu yanlıştır. Ben bunu yalnızca burada değil, Kıbrıs’ta da söylüyorum. Yanlıştır, bizi mahkum eder. Bizi zavallı durumuna düşürür. Haklıyken haksız duruma düşürür. 

“51 YIDIR BİR ANLAŞMA OLMUYORSA…”

1968’deb beri toplumlar arası görüşmeler yapılıyor. Denktaş Bey geldi, ben geldi, Mehmet Ali Talat Bey geldi, şimdi de Akıncı var. 

51 yılda müzakere masasında Rumlarla oturuyorsunuz ve bir anlaşma olmuyorsa, bir 51 daha geçse, siz o masadan bir anlaşma çıkacağına inanır mısınız? 

İnanmak için çok saf olmak lazım. O kadar saf değiliz. 1974 bütün dünyayı karşımıza alırken, 1975’te Amerikan ambargosuna göğüs gererken, gidip Rumlara teslim olacak değiliz. 

“KURULAN DEVLETİMİZE SAHİP ÇIKMALIYIZ”

Bu gerçekler ışığında Kıbrıs’ta bir anlaşma olacağına ben şahsen inanmıyorum. 

Burada önemli olan nedir?

 Kurulan devletimize sahip çıkmaktır. Bir devlet neden kurulur, yaşatılsın diye.. Devleti kurmak kolay, fakat yaşatmak zordur; mücadele etmek gerekir. Biz zoru başardık; devlet kurduk ve yaşatıyoruz. 

Çok şükür ki, biz şanslı bir Türk toplumuyuz. Bakın Filistin’e.. Filistin’i İsrail eziyor. Filistin’e komşu bir sürü Ara devleti var. Hangisi elini uzattı? Hiçbiri. Onun için ben çok şükür diyorum, bizim anavatanımız var.”

 KKTC 3. Cumhurbaşkanı Sayın Derviş Eroğlu’na uzun ve sağlıklı bir ömür diliyoruz.