İstanbul’un 98. kurtuluş yıldönümünü kutlamak amacıyla Türkiye Emekli Subaylar Derneği’nin (TESUD) İstanbul’da Sarayburnu’nda düzenlediği törende konuşan TESUD Genel Başkanı E. Hava Korgeneral Erdoğan Karakuş, “İstanbul kadim bir Türk kentidir. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethetmemiştir; kurtarmıştır” diyerek, İstanbul’un kuruluşuna ilişkin yeni bir tartışma konusu başlatmıştı. 

İstanbul’un 98. kurtuluş yıldönümünü kutlamak amacıyla Türkiye Emekli Subaylar Derneği’nin (TESUD) İstanbul’da Sarayburnu’nda düzenlediği törende konuşan TESUD Genel Başkanı E. Hava Korgeneral Erdoğan Karakuş, “İstanbul kadim bir Türk kentidir. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethetmemiştir; kurtarmıştır. 6 Ekim’de İstanbul yeniden kurtarılmıştır” diyerek, İstanbul’un kuruluşuna ilişkin yeni bir tartışma konusu başlatmıştı. İstanbul’un ilk kurucularına ilişkin tartışmalar çeşitli platformlarda tartışılıyor. 

“İSTANBUL FATİH TARAFINDAN FETHEDİLMEDİ, KURTARILDI”

E. Korgeneral Karakuş töreden yaptığı konuşmada, İstanbul’a ilişkin tarihi gerçekleri şöyle anlatmıştır.

“Ben uzun yıllardır tarihçiyim. Bildiklerime dayanarak, ‘İstanbul’u fethi diye bir şey yok, İstanbul’un Fatih tarafından kurtarılışı var’, diyorum. 

Bugüne kadar bize neyi yutturdular?

2400 yıl önce Bizans kurulmuş, dolayısıyla burada Türkler yokmuş.. O nedenle, 4.000 yıl önce Fikirtepe’de, bugün Marmara Üniversitesi’nin bulunduğu yerde, Türklerin ON devleti, yani “başarı” devleti varken, “Kör gözlülermiş, gözleri burayı görmüyormuş, o yüzden 2.400 yıl önce buralarda kimseler yokmuş. 

Bakın İstanbul’da, 8.000 bin yıllık, çanak ve çömlek gibi yerleşik insanların kullandıkları malzemeler bulundu. 

Silivri’de 5.000 yıllık Türk mezarı bulundu. Yanında da, o zaman demir ve çelik olmadığı için, bir tunç kılıcı vardı. 

Beşiktaş’ta 3.500 yıllık Türk mezarları, kurganlar bulundu. 

Şimdi, bu gerçekler ortadayken, ‘Fatih İstanbul’u fethetmemiştir, kurtarmıştır’ demek daha doğrudur. Fatih bu tarihi gerçekleri biliyordu. O nedenle Truva’ya kadar gitmiş ve ‘Truva’nın intikamını aldık’ demiştir. 

Daha sonra İstanbul, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları tarafından ikinci defa kurtarılmıştır. 

“TARİHİMİZ YANLIŞ ÖĞRETİYORLAR”

Bize hala tarihimize yanlış bir şekilde öğretmeye ve öğrettirmeye çalışıyorlar, ama bunlardan elbette kurtulacağız. 

Burada en önemli konu, tarih boyunca Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hedef alınmasıdır. Osmanlı döneminde olduğu gibi Cumhuriyet kurulduktan sonra da, devamlı surette hainlerin, isimlerini saymadığım devletlerin, sömürgecilerin esas hedefi hep Türk Silahlı Kuvvetleri olmuştur. Hedefleri Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ahengini bozmaktır. 

Çok kısa bir zaman içerisinde Balyoz, Ergenekon, casusluk ve fuhuş davalarını gördük. 900 küsur subayımızın bir kısım da assubayımızın hapislere konulduğunu, kumpaslarla süründürüldüğünü gördük. (…) Ordumuzun hedef olduğunu 15 Temmuz’da da gördük. Su anda ordumuz yine hedef; buna çok dikkat etmesi gerekiyor milletimizin. Bakın Libya’da Mehmetçik, Doğu Akdeniz’de Mehmetçik, Kıbrıs’ta Mehmetçik, Suriye’de ve Kuzey Irak’ta Mehmetçik, Azerbaycan’da Mehmetçik, icap etti, Afganistan’da da Mehmetçik. Mehmetçik Afganistan’da yol Yaptı, okul yaptı, Hastane yaptı Mehmetçik.”

“ORDUNUZ VARSA, SAVUNMA SANAYİİNİN GÜÇLÜYSE SİYASİ GÜCÜNÜZ DE VAR DEMEKTİR” 

“Bugünkü dünyada savunma sanayiiniz varsa, siyasi gücünüz var dünyada. Ordunuz kuvvetliyse siyasetiniz var dünyada. Başka hiçbir yolu yok. Onun için, ordumuzu sağlam tutacağız, birlik içerisinde tutacağız, subayından, assubayından, uzmanından her tür görevlisinden başlayarak güçlü tutacağız. Özelikle uzmanlara değinmek istiyorum. 

Uzmanları sosyal hizmetler veren bir sisteme sahip olmadıklarını görüyorum. Bu konuyu ben televizyonlarda söylediğim gibi, karşılaştığım siyasilere de söylüyorum. Polis evleri var, öğretmen evleri var; uzmanlara da şehirlerde, kasabalarda uzman evleri yapalım diyorum. Yani ordumuzun birlik ve bütünlüğünü sağlamak için, bu tür hizmetlere ihtiyaç var. 

(…) Ordumuzu güçlü tuttuğumuz sürece, hiç kimse yurdumuzu işgale yeltenemeyecektir.” 

KAZIM MİRŞAN’IN ORTAYA ÇIKARDIĞI GERÇEKLER

İstanbul’un kurtuluşu dolayısıyla İstanbul Sarayburnu’nda TESUD tarafından düzenlenen törende yaptığı konuşmada İstanbul’un kadim bir Türk kenti olduğunu söyleyen E. Hava Korgeneral Erdoğan Karakuş, “İstanbul kadim bir Türk kentidir. Fatih İstanbul’u fethetmemiştir, kurtarmıştır” derken iddialarını rahmetli araştırmacımız Kazım Mirşan’ın ve Azerbaycanlı tarihçi Prof. Dr. Firudin Ağasıoğlu’nun kitaplarında verdiği bilgilere dayandırıyor. 

Kulca doğumlu olan ve bütün Türk lehçelerini olduğu gibi, Almanca, Fransızca ve İngilizce’yi de çokiyi bilen Mirşan, kitaplarında, Batılı tarihçilerin “dili bilinmiyor, okunamıyor” gerekçesiyle görmezden geldiği “Runik” alfabeyle yazılmış bütün yazıtları Ön-Türk alfabesi kullanarak deşifre ettiği gibi, yazının ve uygarlığın doğuşuna ve gelişmesine ilişkin çok çarpıcı bilgiler vermiştir. Prof. Ağasıoğlu da, 9 ciltlik 9 Bitik ansiklopedisinde ve Türk-Etrüsk bağları, Balballar gibi kitaplarında uygarlığın temelindeki Türk kültürünün etkilerini belgeleriyle ortaya koymuştur. 

Kazım Mirşan, İstanbul’un ilk kurulduğu dönemde Batı Anadolu’dan İtalya içlerine uzanan coğrafyada Öntürklerin yaşadıklarını ve bu gerçeğin genetik bilimi sayesinde ispatlandığını savunuyordu. Kazım Mirşan, Türkistan’daki, Yemen’deki, Mezopotamya’daki, Anadolu’daki, Yunanistan, Girit ve İtalya’daki, İskandinavya’daki “okunamıyor” denilerek gözardı edilmek istenen bütün yazıtları Ön-Türk alfabesiyle okumuş ve yayınlamıştır. Batılı dilbilimciler, henüz bir karşı tez geliştiremedikleri Kazım Mirşan’ın okumalarını görmezden gelme yolunu tercih etmişlerdir. 

Batılı tarihçiler, uygarlığın başlangıcına kendilerini koydukları için, çeşitli arkeolojik kazılarda ele geçen yazılı belgeleri yok etme eğilimindedirler. Çünkü, Kazım Mirşan’ın okuduğu yazıtların okunuşlarını doğru kabul ettikleri takdirde, yazdıkları kurgu tarihleri baştan sona değiştirmeleri gerekecektir. 

Ne kadar saklamak isteseler de, Kazakistan Tamgalı Say’ından, Kırgızistan’ın Saymalı Taş’ından Anadolu’ya, Limni Adası’na, Girit’e, İtalya’ya ve İskandinavya’ya uzanan coğrafyada kayalara, yazıtlara ve çeşitli kaplara Ön-Türk alfabesi ile kazınmış belgeler birgün mutlaka dile gelecektir. Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan buluntular Batılı tarihçilerin yalanlarını yüzlerine vuracaktır. 

İşte Göbeklitepe, İşte Karahantepe.. işte Yarım Burgaz, Fikirtepe, Erenköy, Silivri, Beşiktaş ve Haydarpaşa yerleşim birimlerinde ortaya çıkan İstanbul gerçekleri.. 

E. Hava Korgeneral Emin Karakuş’un Sarayburnu’dan, Atatürk’ün heykeli önünden dile getirdiği gerçekler, birgün Batılı tarihçiler tarafından da duyulacak ve yazdıkları kurgu tarih kitapları yeniden yazılacaktır.

PROF. DR. MEHMET ÖZDOĞAN: “İSTANBUL’A İLK YERLEŞİMİN M.Ö. 6.800’LERDE OLDUĞUNU BİLİYORUZ”

Fikirtepe'de 1942 ile 1952 yılları arasında yapılan kazılarda M.Ö. 3000 yıllarına tarihlenen aletler ve insan iskeletleri, balık, köpek, koyun, keçi kemiklerine bulunmuştur. Bulunan araçlar arasında taştan çekiç, kemik, keramik, taş ağırşakları, bronz eserler, inci taneleri, firuze taşından eserler de vardır. Kalkedon’da, Moda Burnu'nda da kandiller, vazo kırıkları, öküz heykeli, pişirilmiş topraktan yapılmış sakallı erkek büstü, Kalkedonya Kitabesi'nin yazıldığı bronz levha bulunmuştur.

Neolitik Dönem’e ilişkin arkeolojik araştırmalar İstanbul’un ilk kurucularını ortaya çıkarırken, İstanbul’un ve çevresinin Avrupa ile Anadolu ve Mezopotamya coğrafyaları arasındaki kültürel ilişkiler bağlamında ele alınmasını sağlamıştı. Daha sonraki yıllarda İstanbul Üniversitesi Prehistorya Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Mehmet Özdoğan’ın yaptığı araştırmalar, Fikirtepe’deki ilk yerleşiminin Neolitik Dönem’de olduğunu ortaya koyduğu gibi, Anadolu ile Balkan kültürleri arasındaki ilişkileri de aydınlatmıştır. 

Prof. Dr. Mehmet Özdoğan İstanbul’u kuruluş tarihine ilişkin bilgi verirken şunları anlatıyor: 

“Çeşitli noktalarda yaptığımız arkeolojik araştırmalar sonucunda elde ettiğimiz bulgular sayesinde, İstanbul’da ilk yerleşim yerlerini oluşturanların, tarımı, yerleşik düzeni, mimariyi geliştiren toplulukların M. Ö. 6.800’lerde, Sakarya üzerinden geldiklerini biliyoruz. 

O dönemde boğazlar yoktu; Marmara bir acı göldü. Buralarda balıkçılıkla geçinen, yaşayan bir topluluk vardı. Gelenler bu yerli topluluklarla karışıp Fikirtepe Kültürü dediğimiz buraya özgü bir kültür geliştirdiler. Anadolu yakasında belgelenen ilk yerleşim yeri Fikirtepe’dir. 

Haydarpaşa kazılarında Bizans öncesi yaşam ortaya çıkmıştır. Kazılar ilerledikçe, ortaya Neolitik Dönem’e kadar, Fikirtepe Kültürü’ne kadar, oradaki gelişme süreci görülecektir. 

Fikirtepe tarihi için M. Ö. 6.800 dedik. Kalkedon’un (Kadıköy) kuruluş tarihi 8.-9. Yüzyıldır. Arada 7 bin yıl var. 7 Bin yıl içinde burada çeşitli topluluklar yaşamışlardır. Yani 9 bin yıllık bir sürekliliğin izlerini buluyoruz İstanbul’da.”

Prof. Dr. Mehmet Özdoğan İstanbul’u kuruluş tarihine ilişkin verdiği bilgiler, Kazım Mirşan ve Prof. Dr. Firudin Ağasıoğlu’nun deşifre ettiği yazıtlar, uygarlığı kendileriyle başlatma kaygısıyla tarihi gerçekleri çarpıtan Batılı tarihçileri kurgu tarih kitaplarını gözden geçirmeye zorlamaktadır. Bunlara bir de Vatikan’ın arşivlerinde gizlenen belgeler eklenirse yalnız İstanbul’un, Ayasofya’nın değil, insanlık tarihinin yeniden yazılması gerekecektir.