Türkiye’nin İdlib’e odaklanarak Doğu Akdeniz’den, Kıbrıs’tan, Libya’dan uzak durması, ABD’nin olduğu kadar, Suriye’de ve Libya’da önemli kazanımlar elde eden Rusya’nın da işine gelmektedir.

İran’ın, Afganistan’dan Lübnan’a uzanan Şii Kuşağı’ndan sorumlu “Generali” Kasım Süleymani’nin öldürülmesi, ABD’nin İran’a yönelik operasyonun başlama vuruşuşu olarak değerlendiriliyor. ABD’nin İran’a yönelik bir operasyona hazırlandığı bir süreçte, Türkiye’nin olası bir desteğini engellemek amacıyla İdlib’e odaklanması hedeflenmektedir. 

ABD’nin Çin’i koronavirüsle tehdit etmesine benzer şekilde, Türkiye de, yeni bir göç dalgasıyla tehdit edilmektedir. 

4 milyon Suriyeli sığınmacı barındıran Türkiye’nin, yeni bir göç dalgasından, koronavirüs salgını kadar zarar göreceği bir gerçektir. Güneyimizdeki iki yeni komşumuzun, Türkiye’nin İdlib’e odaklanarak, bölgesel gelişmelerin dışında kalmasını sağlama konusunda ortak hareket ettikleri de bir başka gerçektir.

Askerlerimiz Suriye’de, Soçi Uzlaşması çerçevesinde oluşturduğumuz gözlem noktalarında ateş altında. 

Türkiye en üst düzeyde yaptığı açıklamayla, “Esat güçlerinin” gözlem noktalarımızın çevresinden çekilmelerini istedik. Soçi Uzlaşması’na göre oluşturduğumuz gözlem noktaları çevresindeki kuşatma kaldırılmazsa ya da “Saldırı olursa, rejim güçlerini her yerde vuracağız!” dedik. 

Toprakları üzerinde bölgesel ve küresel güçlerin çıkar çatışmaları yaşadıkları bir komşu ülkede gerçekleştirdiğimiz askeri operasyonlarla, ülkemize yönelik olası tehdit ve tehlikeleri önleme çabasındayız. 

Fotoğrafın bütününe odaklandığımızda, güneyimize yerleşen ki yeni komşumuzun, “Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılıyız” söylemiyle kamufle etmeye çalıştıkları çok başka hedeflerinin olduğu giderek netleşiyor. İki yeni komşumuz da, “Fırat’ın batısı senin, doğusu benim” şeklinde paylaştıkları anlaşılan Suriye’de Türkiye’nin bayrak göstermesini istemiyorlar. 

Türkiye, Suriye’de ve özellikle İdlib’te alanda oluşan gerçekleri ve fotoğrafın bütününü görmek durumundadır. 

“İdlib zor sınav” demiştik, Soçi Mutabakatı’nı imzaladığımız günlerde. O süreçte yaşananlar bugünlerin habercisiydi. Önce o yazımızdan kısa bir alıntı: 

“SURİYE KRİZİNİN EN KRİTİK AŞAMASINDAYIZ  

“Soçi Uzlaşması sonrasında İdlib, 2011’den bu yana yaşanmakta olan Suriye iç savaşının en kritik aşamasının yaşanacağı alana dönüştü. Burada oluşan çok karmaşık tablo, İdlib sorununu, Türkiye’nin tek başına çözebileceği bir sorun olmanın ötesine taşımıştır. 

Yerli halkı, silahlı muhalefet gruplarını ve terör örgütlerini ayrıştırma konusunda ne kadar iyi niyetli olursa olsun, Türkiye’nin çözüm çabaları, Suriye pastasından pay kapmaya çalışanlar tarafından sabote edilmek istenecektir. Her yönden gelebilecek provokasyonlara karşı çok dikkatli olmamız gerekiyor. Bu arada, Pentagon’un “2023’e kadar üç parçalı bir Suriye” planı açıklaması, dikkatle irdelememiz gereken bir mesajdır. Soçi Zirvesi’nden savunduğumuz tezler doğrultusunda bir mutabakat çıkması, İdlib’te bir insanlık dramı yaşanmasını önlemiş olduğundan sevindirici bir sonuç oldu, ama Türkiye’nin sırtına altından kalkılması oldukça zor bir yük bindirdi.” 

 “…10 maddelik Soçi anlaşmasında, “Ortak İran-Rusya-Türkiye Koordinasyon Merkezi’nin işlevlerinin geliştirileceğine”  ilişkin vurgulama yapılsa da asıl yükün Türkiye’nin sırtında olacağı anlaşılıyor. Rusya, Esat’ın İdlib’e saldırmasına engel olacak, Türkiye de içerde silahlı muhaliflerle terörist grupları ayrıştırma, ağır silahlardan arındırma operasyonu yürütecek.  

Üçlü Koordinasyon Merkezi 14-15 Eylül 2017’de, İdlib’te ateşkesin denetlenmesini sağlamak amacıyla, bir dizi askeri gözlem noktası kurulmasına ilişkin karar çerçevesinde oluşturulmuştu. Koordinasyon Merkezi’nin, silahlı muhaliflerle terörist grupları ayrıştırma ve ağır silahlardan arındırma konularında Türkiye’ye ne ölçüde yardımcı olacağını alandaki uygulama çalışmalarında göreceğiz.

İdlib, 2015’ten bu yana, Esat muhaliflerinin kontrolündeydi. 201 yılının Eylül ayında Rusya’nın Suriye’deki içsavaşa Esat’ın yanında yer alarak katılmasıyla birlikte, ülkede dengeler değişmeye başlamıştı. Bu arada, Rusya ile olan ilişkilerini normalleştiren Türkiye önce Fırat Kalkanı sonra da Zeytin Dalı operasyonlarını gerçekleştirmiş, Astana’da Rusya, İran ve muhaliflerle birlikte masaya oturmuştu. Astana’da varılan mutabakata göre Suriye’de Doğu Guta’da, Humus’ta, Deraa ve Kuneytra’da ve İdlib’te dört “gerilimi azaltma bölgesi” oluşturulmuştu.  

Astana garantörlerinin kontrolünde olan bu bölgelerde yakın zamana kadar huzur vardı. Fakat, bu yılın (2018) Haziran ayında, Rusya Hava Kuvvetleri’nin desteğini arkasına alan Esat rejimi, “ABD’nin Suriye’den Akdeniz’e ulaşma hamlesini önlemek” gerekçesiyle, ülkenin güneyindeki üç çatışmasızlık bölgesi olan Doğu Guta’da, Humus’ta, Deraa ve Kuneytra’daki binlerce sivil ve silahlı muhalifi, tahliye anlaşmasıyla kuzeye süpürerek İdlib’e yığdı. Bu süpürme harekatı Rusya’nın desteği ile yapıldığından, ABD tarafından, “Astana Mutabakatı bozuldu” şeklinde yorumlamıştı.”

(22.09.2018/ İdlib Zor Sınav: https://www.oncevatan.com.tr/idlib-zor-sinav-makale,42697.html)

İKİ YENİ KOMŞUMUZUN HEDEFLERİ

Astana ortakları olarak, Rusya ve İran ile birlikte ABD’nin oluşturmak istediği Kürt Koridoru’nun önünü kesmiştik, ama bu hamlemiz ABD ile Rusya’nın Suriye’ye yönelik hedeflerinden vazgeçmeleri anlamına gelmiyordu. Güneyimize konuşlanan iki yeni komşumuzun Suriye dışında çok başka ilişkileri ve hesapları vardı.

ABD, Rusya’nın Suriye’deki engellemesine Ukrayna’yı karıştırarak yanıt vermeyi denemişti ama, Putin de ABD’nin bu hamlesini Kırım’ı ilhak ederek karşılık vermişti. ABD, Ukrayna üzerinden Avrupa’ya doğalgaz satmasını engelleyerek, Rusya’yı çökertmek değil, yanına çekmek istiyordu. Çünkü ABD’nin, “Bir Yol Bir Kuşak” diye anılan Yeni İpekyolu projesini hızla hayata geçirmeye başlayan ve küresel ekonominin kaptanı olmayı hedefleyen Çin karşısında Rusya’nın desteğine ihtiyacı vardı. 

Çin, 65 ülkeyi hem karalar hem de denizler üzerinden birbirine bağlamayı hedefleyen Yeni İpekyolu projesini tamamladığında, uluslararası ticarette başka para birimleri de kullanılmaya başlanacak ve doların saltanı son bulacaktı. Bu da ABD’nin sonu demekti. ABD’nin böyle bir sona razı olması düşünülemezdi. 

Çin Yeni İpekyolu projesinde yalnız değildi; perde gerisindeki en önemli destekçileri İngiltere ve Rothschild Ailesi’ydi. İran, Pakistan ve Türkiye de Çin’e enerji sağlama ve geçit desteği sağlıyorlardı. 

ABD UYGURLAR YERİNE KORONA VİRÜSÜNÜ KULLANDI 

ABD, Çin’e karşı açtığı Ticaret Savaşı’nda önemli başarılar elde etse de Yeni İpekyolu’nun önünü kesememiş, kontrolü altına alamamıştı. Hong Kong’da desteklediği toplumsal hareketlerden de beklediği sonucu alamayan ABD’nin Doğu Türkistan’dan, Uygurlar üzerinden harekete geçmesi beklenirken, Çin’in Vuhan bölgesinde KORONAVİRÜS salgını patlak verdi. 

Hızla yayılan ölümcül koronavirüs salgını nedeniyle 185 ülke Çin ile ticaretini dondurdu. Çin çok hızlı bir ekonomik çöküş sürecine girdi. ABD, II. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi, atom bombası bile kullansaydı, bu kadar etkili bir sonuç elde edemezdi. 

Koronovirüsün ne hızla yayılacağı, hangi ülkeleri etkileyeceği bilinmiyor, ama bütün dünya kaygılı bir bekleme sürecine girdi. ABD, Çin’in böylesine bir savrulma süreci yaşamasından yararlanarak, Ortadoğu’da, Doğu Akdeniz’de, Kuzey Afrika’da önüne dikilen sorunları bütünüyle çözmek üzere atağa geçti. 

Bu süreçte ABD’nin öncelikli hedefi Suriye değil, Çin ve Çin’in Yeni İpekyolu’nun önemli geçit noktalarını kontrolü altına almaktır. Bu operasyonda ilk hedefi de İran olacak. 

KASIM SÜLEYMANİ’NİN LDÜRÜLMESİ VE İDLİB VİRÜSÜ 

Türkiye’nin İdlib’e odaklanarak Doğu Akdeniz’den, Kıbrıs’tan, Libya’dan uzak durması, ABD’nin olduğu kadar, Suriye’de ve Libya’da önemli kazanımlar elde eden Rusya’nın da işine gelmektedir. Libya’da Wagner Grubu’nun paralı askerleriyle bayrak gösteren ve Kaddafi’nin “tatlı petrollerinden” yüzde 20 pay aldığı söylenen Rusya’nın komşuluk ilişkileri adına kazanımlarından vazgeçmesi düşünülebilir mi?

İran’ın, Afganistan’dan Lübnan’a uzanan Şii Kuşağı’ndan sorumlu “Generali” Kasım Süleymani’nin öldürülmesi, ABD’nin İran’a yönelik operasyonun başlama vuruşuşu olarak değerlendiriliyor. ABD’nin İran’a yönelik bir operasyona hazırlandığı bir süreçte, Türkiye’nin olası bir desteğini engellemek amacıyla İdlib’e odaklanması hedeflenmektedir. 

ABD’nin Çin’i koronavirüsle tehdit etmesine benzer şekilde, Türkiye de, yeni bir göç dalgasıyla tehdit edilmektedir. 

4 milyon Suriyeli sığınmacı barındıran Türkiye’nin, yeni bir göç dalgasından, koronavirüs salgını kadar zarar göreceği bir gerçektir. Güneyimizdeki iki yeni komşumuzun, Türkiye’nin İdlib’e odaklanarak, bölgesel gelişmelerin dışında kalmasını sağlama konusunda ortak hareket ettikleri de bir başka gerçektir.

Unutmayalım ki, 2018 Haziran’ında Esat, ülkesinin güneyindeki ve batısındaki terör gruplarını kuzeye, İdlib’e doğru süpürürken, ABD de benzer bir operasyon sürdürüyordu. 

ABD derin devleti Pentagon ile Beyaz Saray arasında yaşanan çekişmelerin geldiği noktadan da anlaşılıyor ki, 2020’de, küresel çapta dünya barışını da zorlayan çok önemli gelişmeler yaşayacağız. ABD yönetiminde Dışişleri Bakanı Pompeo gibi bir şahinin öne çıkması diplomasiden çok askeri seçeneklerin öne çıkacağının işaretidir.

İdlib sorununu, Çin’i dize getiren koronavirüs benzeri bir tehdit olarak algılamak ve fotoğrafın bütününü görerek hareket etmek durumundayız.