Prof. İlber Ortaylı İstanbul’un fethine ve Fatih’e ilişkin görüşleriniaçıklarken, bu konudaki abartıların normal olduğunu, fakat gerçeklerden uzaklaşmanın da, dünya tarihi açısından çok önemli olan bu başarıya gölge düşürebileceğine dikkat çekerek,  fethi ve Fatih’i şöyle özetlemektedir:  

“İstanbul’un fethinde 300 bin askerimizin bulunması mümkün değil. Bu kadar askeri ne beslemek mümkün ne de barındırmak... Hastalık yayılırdı; orduda önemli olan hijyen kuralları tatbik edilemezdi... Öyle 20-30 binle de İstanbul alınmaz. Biraz daha fazla olması lazım askerlerin. 50 bini geçmez. Fatih’in merkez kapıkulu askeri devrinde 12 bin civarıdır, ama çok düzenlilerdir. Burada esas önemli olan bu düzen ve stratejidir. Fatih tüm zamanların en entelektüel mareşali ve döneminin de en bilgin hükümdarıdır çünkü.”

Prof. Ortaylı’nın Fatih Sultan Mehmet için kullandığı, “tüm zamanların en entelektüel mareşali ve döneminin de en bilgin hükümdarı” tanımlaması Fatih ve fetih konusunda söylenebileceklerin en doğru özetidir. Çünkü, Osmanlı Osmanlı tarihinde iki defa tahta çıkabilmiş tek padişah olan II. Mehmet, henüz 21 yaşındayken Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkentini fethederek tarihte yeni bir çağ başlatmıştır. 1299’da Söğüt’te bir beylik olarak kurulan Osmanlı Devleti,153 yıl sonra, Doğu Roma’nın başkentini kendi başkenti yaparak Osmanlı İmparatorluğu’na dönüşmüştür. 

Doğu Roma’nın başkenti Konstantinopolis 29 Mayıs 1453’e kadar 23 defa kuşatılmış fakat alınamamıştır. O nedenle bu kentin fatihleri, Hz. Muhammet tarafından, “Konstantinopolis birgün mutlaka fethedilecektir; ne mutlu o komutana ve ne mutlu o askerlere” şeklinde övülmüşlerdir. 

İstanbul'un fethiyle yeni bir çağ açan Fatih Sultan Mehmet, askeri dehası, devlet adamlığı ve entelektüel kişiliğiyle tarihin akışını değiştiren bilge liderler arasında anılıyor. “Tüm zamanların en entelektüel meraşalı ve döneminin en bilgin hükümdarı” olan II. Mehmet’i yalnızca İstanbul’u fetheden bir Türk padişahı olarak anmak, Fatih Sultan Mehmet’e yapılabilecek en büyük haksızlık olur. Fatih’in gerçekleştirdiği başarıları 51 yıllık bir ömre, 30 yıllık bir saltanat sürecine sığdırmak kolay değildir. 

İSTANBUL’UN FETHİNİN GÜNÜMÜZE YANSIMALARI

İstanbul’un fethiyle, Osmanlı devletinin toprak bütünlüğü sağlanmış, tarihi İpekyolu ile Baharatyolu’nun kesiştiği stratejik açıdan çok değerli bir coğrafyanın kontrolü ele geçirilmiş, bin yıllık Doğu Roma İmparatorluğu tarih sahnesinden silinmiş, Ortaçağ kapanıp Yeniçağ başlamıştır. İstanbul’un fethi, ürettiği sonuçların etkisiyle, coğrafi keşiflerin ve Rönesans hareketinin başlamasına neden olmuştur. 

Konstantinopolis’in fethinde kullanılan ve dönemin en güçlü ateşli silahı sayılan “Şahi” topları, yalnızca Bizans surlarını yıkmakla kalmamış, Avrupa coğrafyasında feodilitelerin yıkılıp krallıkların güçlenmesine yol açmıştır. 

Sultan II. Mehmet’in yaptıklarını incelediğimizde, onun, Anadolu birliğini ve Anadolu coğrafyası ile Türkistan coğrafyası arasında uzun soluklu bağlar kurmayı, Kırım’ı alarak, Anadolu’ya kuzeyden gelebilecek tehlikeleri önlemeyi, Tarihi İpekyolu’nun en önemli geçitlerinden birini kontrol altına almayı hedefleyen çalışmalarını, yüzyıllar ötesini görebilen bir dehanın çağlar aşan başarıları olarak değerlendirmek gerekir. 

O, 30 yıllık saltanat sürecine sığdırdığı başarılarıyla, Osmanlı İmparatorluğu’nun yükseliş dönemini başlattığı gibi,  bugünkü Türkiye Cumhuriyeti haritasının ana hatlarını da çizmiştir. Kırım’ın, Karadeniz’in ve tarihi İpekyolu’nun kontrolü konusunda, ogünden bugüne uzanan süreçte, küresel güçler arasında yaşanan mücadeleleri ve bu mücadelelerin günümüze yansımaları dikkate alındığında, Fatih Sultan Mehmet’in dehası daha net olarak ortaya çıkmaktadır. 

II. Mehmet’in XV. Yüzyıl’da, gelişme dönemini yaşamakta olan Osmanlı İmparatorluğu’nun 7. Padişahı olarak yaptıkları, XXI. Yüzyıl’da aynı coğrafyada yer alan bir devletin, tarih sahnesinde kalabilmek açısından yapması gerekenlerdir. Bugün Kırım’ın statüsünden, Karadeniz’in istikrarlı bir deniz olmasının öneminden, “Bir Yol Bir Kuşak” adıyla canlanıp hayatımıza giren tarihi İpekyolu’nun Avrupa coğrafyasıyla buluştuğu çok stratejik bir bölgede yaşıyor olmanın zorluklarından, üstün teknolojiye dayalı bağımsız bir silah sanayiine sahip olma zorunluluğundan söz ediyorsak, yüzyıllar önce aynı sorunlara kalıcı çözümler üretmek için mücadele eden II. Mehmet’in, ne kadar uzak görüşlü bir deha olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.    

Osmanlı’nın imparatorluk sürecinde saray içinde hiç eksilmeyen iktidar mücadeleleri arasında farklı görüşlere sahip yönetim kadroları arasında koordinasyon sağlayıp kendi düşünce ve hedeflerini hayata geçirebilmek, çok üstün yeteneklere sahip olmayı gerektirir. 

Doğu Roma’nın alınması yanı sıra, II. Mehmet’in çözüm bulmaya çalıştığı sorunların bugün de güncelliğini koruyor olmaları, fethin Türk tarihi açısından önemini olduğu kadar, Sultan Fatih’in dehasını da ortaya koymaktadır. 

Bugün, sahip olduğu jeostratejik konumu nedeniyle bütün dünyanın gündeminde olan bir ülkeysek, küresel güçlerin yanlarında görmek istedikleri bir devletsek, üzerinde yaşadığımız toprakları vatan yapabilmek için ömrünü vakfetmiş, bize İstanbul gibi dünya incisi bir kent armağan etmiş olan Fatih Sultan Mehmet Han’ı saygı, minnet ve şükranla anmamız gerekmez mi? 

HAYATI

II. Mehmet, 30 Mart 1432'de Edirne'de, II. Murat’ın dördüncü oğlu olarak dünyaya geldi. Annesi Hüma Hatun, Bahinger ve Lord Kinross’a göre, gayrimüslim bir cariyedir. II. Mehmet Osmanlı İmparatorluğu’nun 7. padişahıdır. 1444-46 ve 1451-1481yılları arasında iki defa tahta çıkmıştır. 

II. Mehmet, bin yıllık Doğu Roma İmparatorluğu’na son veren hükümdar olarak tarih geçmiş ve bu büyük başarısından dolayı, “Fatih” olarak anılmaktadır. Konstantinopolis’in fethi birçok Batılı tarihçi tarafından Ortaçağ’ın bitişi, Yeniçağ’ı başlangıcı sayılmıştır. 

II. Mehmet iki yaşındayken, ağabeyi Alaaddin Ali ile birlikte, 14 yaşındaki ağabeyi Ahmet’in Rum Sancakbeyi olduğu Amasya’ya gönderildi. Ağabeyi Ahmet’in erken yaşta vefatı üzerine, İki lalası Kassabzade Mahmud ve Nişancı İbrahim ile birlikte Saruhan Sancakbeyi olarak Manisa’ya gönderildi. Ağabeyi Alaaddin Ali Amasya Sancakbeyi oldu. Şehzade Alaeddin Ali Çelebi'nin 1443 yılında vefatı üzerine tahtın tek varisi durumuna geldi.

Babası Sultan II. Murat'ın isteğiyle 1444 yılında, henüz 12 yaşındayken Edirne’de tahta çıkan II. Mehmet, içeride ve dışarıda yaşanan buhranlar sebebiyle ancak 2 yıl tahtta kalabilmişti. Tahtı 1446'da babasına devreden II. Mehmet, 19 yaşına geldiğinde (1451) yeniden tahta çıktı.

II. Mehmet'in çok iyi bir eğitim almasına karşın, ilk sultanlık döneminde henüz 12 yaşında bir çocuk olduğundan düşlediklerini hayata geçiremedi. II. Mehmet’in çok yönlü eğitim aldığı, düşünce yapısını şekillendirdiği ve kendisine “fatih” ünvanı kazandıracak planları tasarladığı dönem, birinci sultanlığının sonrasında, 1446'dan 1451'e kadar Manisa'da yaşadığı dönemidir"

Şehzade Mehmet ilk derslerini Mola Gürani’den almıştı. Şehzade Mehmet’in Manisa’da Batılı öğretmenleri de vardı. İtalyan Hümanist Anconalı Griaco ve diğer hocaları Şehzade Mehmet’e hem yabancı dil hem de Avrupa tarihini öğretiyorlardı. Şehzade Mehmet Arapça ve Farsça’nın yanı sıra Latince, Slavca ve İtalyanca da biliyordu. 

Şehzade Mehmet güzel sanatlara da meraklıydı. Topkapı Sarayı’nda sergilenen çocukluk defterinde Latin ve Arap harfleri yanı sıra insan resimleri de görülmektedir. “Avni” takma adıyla yazdı şiirlerinden oluşan divanı bugün  İstanbul’daki Millet Kütüphanesi’ndedir.

Osmanlı tahtında genç bir padişahın bulunması Edirne sarayında otorite boşluğu oluşmasına, dolaysıyla iktidar mücadeleleri yaşanmasına neden olmuştu. Dış ilişkilerde ihtiyatlı olmaya özen gösteren Sadrazam Halil Paşa ile atak bir politika izlenmesi taraftarı olan Zağnos Paşa, Şehabeddin Paşa ve Turhan Paşa’dan oluşan grup arasında bir rekabet yaşanır olmuştu. Bu çekişmeleri fırsat gören Macar Kralı Ladislas’ın Haçlı Seferi hazırladığına ilişkin haberler Edirne’de tedirginlik yaşanmasına neden olmuştu. Bizans’a sığınmış olan Orhan Çelebi’nin Dobruca’ya geçerek başlattığı isyan hareketi Şehabettin Paşa tarafından bastırılmıştı. 

Bütün bu rahatsızlıklar yaşanırken, genç padişahı etkisi altına alan İranlı bir Hurufi olan Fahreddin-i Acemi’nin hızlı yükselişi Halil Paşa’yı rahatsız etmiş, başkentte bir Hurufi katliamı yaşanmıştı. Bu katliam genç padişah II. Mehmet ile Sadrazam Halil Paşa’nın aralarının açılmasına neden olmuştu. Bazı tarihçiler, Sadrazam Halil Paşa’nın idamının bu katliamla ilişkili olduğu savunurlar.

1444 yılının Eylül ayında Kral Ladislas’ın komutasındaki Haçlı ordusu Edirne’ye yürürken, Venedikliler de Çanakkale Boğazı’nı geçişlere kapatmışlardı. Durumun ciddiyetini kavrayan Sadrazam Halil Paşa’nın daveti üzerine Edirne’ye gelerek ordunun başına geçen II. Murat, Varna’da, 40 bin kişilik Osmanlı ordusuyla, 80 bin kişilik Haçlı ordusunu mağlup etmişti. Varna zaferi Konstantinopolis’in fethini müjdeleyen zafer olmuştur. 

Oğlunun padişah olarak saygınlığına gölge düşürmek istemeyen II. Murat Edirne’ye uğramadan Bursa’ya geçmişti. Fakat, rakipleri olan paşaları görevlerinden uzaklaştıran Sadrazam Halil Paşa’nın davetine uyan II. Murat Edirne’ye gelerek yeniden tahta çıkmış ve II. Mehmet de Manisa’ya dönmüştü. Bu değişikliğe rağmen II. Murat, devleti oğlu II. Mehmet adına yönettiğini söylemiş, devletler arası yazışmalarda padişah olarak II. Mehmet’in tuğrası kullanılmıştı. 

II. Mehmet, 1451 Yılında, babasının vefatı üzerine yeniden Edirne’ye dönerek ikinci defa tahta çıkmış, 1453  yılında Konstantinopolis’i fethederek “fatih” ünvanını almıştı. 

II. MEHMET “FATİH” OLMA YOLUNDA

II. Mehmet Konstantinoplis’e yönelmeden önce Anadolu’daki ve Balkanlardaki toprakların kontrol altına alınmasını hedefliyordu. II. Mehmet, ilk iş olarak, Osmanlı açısından bir fitne merkezi sayılan Konya’daki Karamanoğulları’nın kontrol altına alınmasını hedeflenmiştir. II. Mehmet önce Anadolu Beylerbeyi İshak Paşa’yı Karaman üzerine göndermiş, ardından kendi de kapıkulu askerleriyle birlikte Karaman’a gitmişti. Karamanoğlu İbrahim Bey tehlikenin büyüklüğünü farkederek Taşeli’ne çekilerek barış istemişti. Müslüman kanı dökmek istemeyen II. Mehmet, Konya ulemasının da araya girmesiyle barış teklifini kabul etmiş ve Alanya kalesini de onlara bırakıp Edirne’ye dönmüştü. 

Karaman seferi öncesi Edirne’ye bir elçi gönderen Doğu Roma İmparatoru Konstantin, Şehzade Orhan için ödenen 300 bin dükalık ödeneğin iki misline çıkarılmasını, aksi halde Şehzadeyi serbest bırakacağını bildirmişti. Karaman sorununu halletmeden Bizans ile sürtüşmeye girmeyi doğru bulmayan Sultan Mehmet, elçiye kesin bir şey söylemeyerek zaman kazanmak istemişti. Karamanoğulları sorununu çözerek Edirne’ye dönen Sultan Mehmet, İmparator Konstantin’e, Şehzade Orhan için tek kuruş ödemeyeceğini bildirmiş ve Sadrazam Halil Paşa’nın karşı çıkmasına rağmen, kendisini destekleyen Zağanos ve Şehabettin paşalarla birlikte fetih hazırlıklarına başlamıştı. 

Doğu Roma İmparatorluğu küçülerek yalnızca Konstantinopolis’ten ibaret kalmıştı. Bu haliyle bile Doğu Roma İmparatorluğu olarak, Osmanlı devleti coğrafyasının orta yerinde kalması kabul edilebilir bir durum değildi. Öte yandan Roma da, elde ettiği her fırsatta Osmanlı’nın başına bir dert açıyor, Katolik dünyasını Osmanlı aleyhine tahrik ediyordu. Konstantinopolis Osmanlı coğrafyasının orta yerinde kaldığı sürece, hem Anadolu hem de Balkanlar yönünde genişlemekte olan Osmanlı coğrafyasının bütününde istikrarı sağlamak mümkün olmayacaktı. 

Doğu Roma İmparatoru Konstantin’in Şehzade Orhan’a ilişkin tehdidi, II. Mehmet’in Konstantinopolis konusundaki düşüncelerini uygulamaya koymasına neden oldu. İlk iş olarak da, dedesi Yıldırım Beyazıt’ın Boğaz’ın Anadolu yakasında yaptırdığı Anadolu Hisarı’nı karşı kıyısına Rumeli Hisarı’nı yaptırarak, Ege Denizi yoluyla Bizans’a gelebilecek yardım gemilerinin önünü kesti. 

RUMELİ HİSARI 105 GÜNDE NASIL YAPILDI?

II. Mehmet’in, İstanbul fethinin ilk hazırlığı olarak Rumeli Hisarı'nı inşa ettirmiş olması, başlı başına bir askeri strateji dehası örneğidir; 1452 Mart ayında Rumeli Hisarı inşaatını başlatması, Bizans için sonun başlangıcı olmuştur. 

30 bin metrekare tabanlı Rumeli (Boğazkesen) Hisarı 105 gün gibi kısa bir sürede yapıldı. Denize bakan burçlarına büyük çaplı toplar yerleştirildi. Topların menzili karşı kıyıya kadar uzanıyordu. Anadolu Hisarı’na da toplar yerleştirilerek Boğaz geçişleri tamamen kontrol altına alındı. Rumeli Hisarı’nın bu kadar kısa sürede yapılmış olmasının sırrı, kesme taşlarla değil, “Horasan Harcı”na benzer bir formül kullanılarak elde edilen ve Ayasofya’nın yapımında da kullanılan “dökme taşlarla” inşa edilmiş olmasıdır. Fatih bu konuda da dehasını ortaya koymuştur. 

Batılı devletler Osmanlıların Konstantinopolis’i alabileceklerine ihtimal vermedikleri için, Bizans’ın yardım çağrılarına yanıt vermemişlerdi. II Mehmet de, fetih konusundaki kararlılığını, devletinin gücünü belli etmemek amacıyla elçilerle yaptığı görüşmelerde mütevazi davranıyor, Konstantinopolis konusundaki niyetini açığa vurmuyordu. Batılılar da, II. Mehmet’in gençlik ve deneyimsizliğine aldanıyor, Osmanlıların Balkanlardan çıkarılmalarının kolaylaştığını düşünüyorlardı. Ünlü Hümanist Fileltus, Fransa Kralı VII. Şarl’a yazdığı mektupta, genç Türk padişahını 

Batılıları bu derecede yanılgıya düşüren, II. Mehmet’in askeri dehası kadar güçlü olan siyasi dehasıydı. O nedenle Batılı ülkeler herhangi bir hazırlık yapmaya ya da Haçlı Seferi ilan etme gereği duymamışlardı. Arnavutluk’ta Doğu Roma’nın yardım çağrılarına yanıt verebilecek olan İskender Bey de, İbrahim Bey komutasındaki kuvvetler tarafından etkisiz hale getirildi. 

Yalova ve Bursa’daki kestane ağaçlarından yararlanarak inşa ettirdiği yeni gemilerinin büyük bir bölümünü Marmara Denizi’ne yerleştiren Sultan II. Mehmet, Batı’dan deniz yoluyla gelebilecek yardımların önünü kesmiş oldu. Anadolu’da bulunan askerler de, doğudan kara yoluyla gelebilecek yardımlara geçit vermeyecekti. 

FETİH BAŞLIYOR

Konstantinopolis çepeçevre surlarla çevriliydi. Batı yönündeki surlar 15 metre yüksekliğinde 5-6 metre genişliğinde ve iki sıraydı. Sıralar arasındaki kanallar suyla doluydu. Surların en zayıf bölümü Haliç yönündeki surlardı. Kentin bu bölümü de Haliç’in girişine gerilmiş kalın bir zincirle korunuyordu. Haliç’te, zincirin gerisinde 12 Roma savaş gemisi bulunuyordu. 

Sultan II. Mehmet inşa ettirdiği Rumeli Hisarı’na, Marmara’da devriye gezen gemilerine ve Macar asıllı Urban Usta ile birlikte tasarlayıp döktükleri Şahi adını verdiği iki parçadan oluşan toplara güveniyordu. Bizans’ın 23 defa kuşatılmış olmasına rağmen alınamamasının en büyük nedeni, kenti çevreleyen surların sağlamlığıydı. Şahiler, Urban Usta’nın dediği gibi, kentin urlarında kolayca gedikler açabilirse, Doğu Roma artık Türklerin olacaktı.

ŞAHİLER NEREDE DÖKÜLDÜ?  

Konstantinopolis’in alınmasında en büyük rolü oynayan “şahiler” iki parçadan oluşuyordu ve 5.5 metre uzunluktaydılar. Namlularının çevresi 2.74 metre, yarıçapları 0.92 metreydi ve menzilleri 1 kilometreydi. 544-860 kg ağırlığında gülleler atabiliyordu ve bu gülleler düştükleri noktada 1.5 metre derinliğinde çukurlar oluşturuyorlardı. Gürlediklerinde, şahilerin sesleri 23 km uzaktan duyulabiliyordu. 

Konstantinopolis’in surlarını Türklere açan şahilerin Edirne’de dökülerek çok sayıda mandanın çektiği arabalarla Bizans önlerine taşındığı anlatılır. Osmanlı’nın silah üretim merkezi, İmparatorluğa başkentlik de yapmış olan Bursa’dır. Bursa’nın bıçakları günümüzde de ünlüdür. Çünkü Bursa’nın birkaç yerinde, özellikle de Yalova yakınlarında zengin demir kaynakları vardır. 

Bu durumda II. Mehmet gibi bir dehanın 5 metre uzunluğundaki tonlarca ağırlıktaki “şahileri” Edirne’de dökerek kağnılarla Bizans önlerine taşıdığını söylemek, gerçeklerle pek bağdaşmamaktadır. Bugün hala Sultan Selim’in vakfiyesi olan Bursa ve Yalova’nın kestane ormanlarından elde ettiği kerestelerle gemiler inşa eden II. Mehmet’in, yine aynı bölgede döktüğü şahileri, Yalova sahillerinde inşa ettiği gemilere yükleyerek Bizans önlerine taşımak dururken, karayoluyla Edirne’den taşıdığını söylemek, Bizans İmparatorluğu’na son vererek yeni bir çağ başlatan bir padişaha haksızlık etmek olmaz mı? 

Kuşatma başlamadan önce, Karacabey komutasındaki kuvvetler Silivri, Vize, Kumburgaz ve Yeşilköy gibi yerleşim yerlerini kontrol altına almışlardı. Buralardaki gayrimüslimlerin çoğu da Bizans’a sığınmışlar ve kentin savunmasında görev almışlardı. 

8000 kişilik Bizans ordusunun tamamı Edirne yönündeki surlara konuşlandırılmışlardı. Osmanlı’nın şahilerine karşı en etkili silahları Rum ateşi denilen lav silahlarıydı. Üzerlerindeki bir tulumba aracılığı ile düşman üzerine yanıcı bir sıvı püskütüyorlardı. Rum ateşinin neden olduğu yangın suyla değil, ancak kum ya da kireçle söndürülebiliyordu. 

Osmanlı ordusu 6 Nisan Cuma günü surların önüne geldi. II. Mehmet İmparator’a haber göndererek teslim olmasını istedi, fakat olumsuz yanıt alınca hücum başladı.

Surlara savaş kuleleriyle yaklaşan Osmanlı askerleri üzerine Rum ateşi püskrtülüyor, kuleler ve merdivenler alevler içinde kalıyordu. Kuleleri çamurla sıvamak ya da manda derileriyle kaplamak da yarar sağlamayınca askerleri morali bozulmaya başladı. Bu arada Macar Kralı, gönderdiği haberde kuşatmanın derhal kaldırılmasını aksi takdirde Osmanlı’ya savaş ilan edeceğini bildirdi. 

Bu haber divandakiler arasında görüş ayrılıkların yaşanmasına neden oldu. II. Mehmet’in ilk padişahlık döneminden beri Sadrazam Halil Paşa ile Zağnos ve Şehabeddin paşalar arasındaki rekabet savaş alanına da yansımış oldu. Bir kısım paşalar kuşatmanın kaldırılmasını isterken, başta Akşemsettin, Sivaslı Şemseddin, Emir Buhari, Molla Fenari, Molla Gürani gibi saygın kişiler kuşatmanın sürdürülmesi gerektiğini savunuyorlardı. Sonunda, padişahın da desteklemesiyle, “savaşa devam” kararı alındı. 

Hazırlıklar Zağnos Paşa yönetiminde tamamlandı ve 29 Mayıs sabahı hem karadan hem de denizden büyük bir hücum başlatıldı. 

Bu büyük hücum sırasında Bizans ordusunu yöneten Kara Kuvvetleri Komutanı Giustiniani’nin yaralanıp cephe gerisine çekilmesi Bizans ordusunda büyük bir moral çöküntüsü yaşanmasına neden oldu. Osmanlı ordusu öğleden sonra Kerkoporto’dan kente girmeyi surlara bayrak çekmeyi başardılar. 

Sultan II. Mehmet, çok beklemeden “Fatih” ünvanıyla kente girdi ve doğruca Ayasofya’ya giderek şükür namazı kıldı, Konstantinopolis’i Osmanlı devletinin başkenti ilan etti. 

Kent zorla alındığı için, üç günlük yağmaya izin verildi, fakat bir kaos yaşanmaması için gerekli önlemler alındı. İmparator’un cenazesi bulunarak dini törenle toprağa verildi. Şehzade Orhan keşiş kılığında kaçmak isterken yakalanıp idam edildi.  

 Fatih Sultan Mehmet’in hedefi bu tarihi kenti yakıp yıkmak değil, giderek güzelliğini yitiren kenti imar ederek devletinin başkenti yapmaktı. 

ANADOLU BİRLİĞİ, KIRIM’IN FETHİ, KARADENİZ’İN VE 

İPEKYOLU’NUN KONTROL ALTINA ALINMASI

Karamanoğlu İbrahim Bey ile barış imzalayan II. Mehmet, 1473 tarihinde yapılan Otlukbeli Savaşı’nda Akkoyunluları yenilgiye uğratarak,  Osmanlı’nın doğu Anadolu’yu kontrol altına almasını sağlamıştı. 

Karadeniz ve Karadeniz kıyılarında, Sinop’taki Candaroğulları’nın, Amasra’da Cenevizliler’in, Trabzon’da Trabzon Rum devleti’nin yıkılması, Anadolu birliğinin güçlenmesini ve Karadeniz’de kontrolün artırılmasını sağlamış olsa da, Anadolu’da tam bir birlik sağlamaya yetmemişti. Çünkü Amasra’da Cenevizliler, Trabzon’da Rumlar vardı.

Bu dönemde Avrupa coğrafyasında da Sırbistan, Bosna, Eflak (Romanya) kontrol altına alınmıştı. II. Mehmet’in karada kuşatıp alamadığı tek kent Belgrat, denizde de tek ada Rodos olmuştu. 

Günümüzde de küresel güçler arasında çatışmalara konu olan Kırım’ın alınmasıyla Karadeniz bir Türk gölüne dönüştürülmüştü. Kırım’ın alınmasıyla Osmanlı’nın tarihi İpekyolu üzerindeki otoritesi artmış oldu. Akkirman ve Kili kalelerinin Yıldırım Beyazıt döneminde fethedilmesiyle de Kırım, karadan Osmanlı coğrafyasıyla ilişkilendirilmişti. 

16 yıl süren Osmanlı-Venedik savaşları sonrasında Sultan Mehmet Venediklilere, ilk kapitülasyonlar sayılan ticari ayrıcalıklar tanımıştır. Venedik ayrıca, fetih sonrasında, İstanbul’da elçi bulundurma hakkı tanınan ilk devlet olmuştur. 

Otronto limanının 11 Ağustos 1480’de alınması, II. Mehmet’in İtalya’ya, daha doğrusu Etrüsklerin anavatanı Etrurya’ya ve Vatikan’a ilk uzanışıdır. Sultan Mehmet’in hedefi, Roma’yı ve Vatikan’ı kontrol altına alarak, Atilla’nın yarım kalan Roma seferini tamamlamaktı. Fakat, Fatih Sultan Mehmet’i bir cihan imparatoru yapacak bu girişimi, 1481’deki son seferinde, Gebze’de vefatı nedeniyle gerçekleşememiştir. Fatih Sultan Mehmet’in çıktığı son seferinde nereyi hedeflediği net olarak bilinemiyor. Çünkü Fatih, yaşadığı deneyimler nedeniyle, yapmayı planladığı büyük çaplı operasyonları en yakınlarına bile söylemezdi. “Yapacağımdan sakalımın bir teli bile haberdar olsa, derhal kesip atarım” derdi. 

Anadolu ve Balkanlar’daki toprakları kontrol altına aldıktan sonra Fatih’in Roma’yı, Vatikan’ı hedefleyeceği tahmin ediliyordu. 1481 yılında büyük bir orduyla Gebze’de sefer hazırlıkları yaptığı haber alındığında, bütün Avrupa ülkeleri telaşlanmışlardı. 

Konstantinopolis’in fatihi Roma’yı fethe mi hazırlanıyordu? İtalyan “çizmesi”nin güney ucunda bir köprübaşı tutan Sultan Fatih’in, o güne kadar yaptığı hazırlıklardan, oluşturduğu güçlü ve donanımlı ordusunu gemilerle İtalya’ya taşıyacağı ve Roma’yı kuşatacağı tahmin ediliyordu. 

“NİÇÜN KIYDI BANA TABİPLER?”

Sultan Fatih uzun zamandır gut hastalığından muzdaripti. Hekimlerin verdikleri ilaçlar Sultan’ın acılarını dindiremiyordu. Bazı kaynaklar da Sultan Fatih’in, hekimlere güvenmediğinden, verilen ilaçların çoğunu içmediğini kaydediyorlar. Nitekim Sultan’ın son sözü de, “Niçün kıydı bana tabipler?” olmuştu. 

İSTANBUL’U BİR EĞİTİM MERKEZİNE DÖNÜŞTÜRDÜ

Fatih döneminde divan başkanlığı sadrazamlara verildi. İlk altın para basıldı, kardeş katli yasası çıktı, Rumeli Hisarı, Topkapı Sarayı, Fatih Camii, Sahn-ı Samen Medresesi yapıldı. 

Fethin sembolü olan Ayasofya camie çevrildi ve yan duvarlarındaki keşiş odaları medreseye dönüştürüldü. Zeyrek’teki Pantokrator kilisesi de medreseye dönüştürüldü. Bütün bunlar İstanbul’u bir eğitim merkezine dönüştürme kararında olan Sultan Fatih’in eğitim konusunda attığı ilk önemli adımlardı. 

30 yıllık saltanat sürecinde iki defa tahta çıkmayı başarmış tek padişah olan Fatih Sultan Mehmet, ilerde üç kıtaya hükmedecek bir imparatorluğun çekirdek devletini oluşturmayı başarmış, dedesi Yıldırım Beyazıt’ın düşlediği bir devlet yapısını hayata geçirebilmiştir. 

Sultan Fatih padişahlığı döneminde 25 savaşı bizzat yönetmiş, babası II. Murat döneminde 880 bin kilometrekare olarak teslim aldığı devletin coğrafyasını 2 milyon 214 bin kilometrekareye ulaştırmıştır.